7 Haziran seçimlerinde seçmen tek başına bir siyasi partiyi iktidar yapmadı. Aslında yapmak istemediğinden değildi bu tercihi. Ak parti dışında diğer siyasi partilerin iktidar olmak istemeyişleriydi. Şunu demek istiyorum. Kendilerini iktidar olma, bu ülkeyi yönetme pozisyonunda göremediklerinden siyasi hesaplarını ve planlarını biz iktidar olamıyoruz o halde Ak partiyi de iktidar yapmamalıyızın üzerine kurdular. Bu nasıl olacaktı elbette ki HDP’yi desteklemekle. Onun için CHP’li seçmenin bir kısmı ve paralel ihanet çetesi HDP’yi destekledi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun seçmen yapısı buna çok müsaitti. HDP orada barajı geçerse sahip olduğu oy oranıyla zarar vereceği tek parti Ak Parti’ydi çünkü. Nitekim öyle de oldu. Uluslar arası güç odakları da bunu çok iyi bildiklerinden yerli işbirlikçileriyle el ele vererek 7 Haziran seçimlerinde istikrara değil kaosa oynadılar ve kazandılar. 7 Haziran seçimlerinden bu yana olup biten zaten bunu apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Peki niye? Niyesi şu ki Türkiye yeniden özgüvenine kavuşuyor. Evet burada tılsımlı kelime özgüvendir. 

Bakınız Türkiye uzun süren tek parti zulmünden sonra 1950 yılında yapılan seçimlerde Menderes’i iktidar yaptı. Menderes 10 yıllık iktidarında bu ülkede özgüven duygusunu ortaya koymaya çalıştı. Bu ülkenin yeniden özgüvenini kazanmasının batı uygarlığı açısından ne anlama geldiği egemen güç batı tarafından iyi bilindiğinden Menderes idam edilerek bunun önüne geçildi. Özal ‘da aynı özgüvenin kurbanı oldu. Erbakan Hoca’da elbette ki. Erbakan Hoca’nın Mili Nizam ile başlayan bu özgüven mücadelesi, Refah Partisi’nin iktidar olmasıyla zirve yaptı. Havuz sistemi, D-8 projesi ve yerlilik ve millilik düşüncesi, yeniden kendi ayakları üzerine durma ameliyesi bir yıl sonra anti demokratik yollardan alaşağı edilerek engellendi.  
Aslında engellenen ne Menderesti, ne Özal ve ne de Erbakan, engellenen bu ülke insanının yeniden özgüvenini kazanmak istemesiydi.
2002 yılında dibe vurmuş bir Türkiye vardı. İflas etmiş, umudunu, özgüvenini kaybetmiş bir Türkiye. Ak Parti kuruldu ve ilk genel seçimde iktidar oldu. Türkiye yeniden bir özgüven kazanma meyline girdi. Girdi girmesine de yine bu ülkenin özgüvenini kazanmasını istemeyen güçler harekete geçtiler. Önce darbelerle denediler. Başarılı olamayınca da akıl almaz başka yol ve yöntemlere sarıldılar. 
Evet bizin anlamamız gereken, idrak etmemiz gereken en temel mesele budur. Yani özgüven.
Recep Tayyip Erdoğan nezdinde bu millet yeniden özgüven mücadelesine girdi. Özgüven öyle bir şeydir ki adama tekeden süt çıkartır. Nitekim öyle de oldu.   13 yıllık Ak Parti iktidarı her alanda önemli gelişmelere imza attı. Ülkenin 50 yılını, 100 yılını planlamaya kalktı. 2053, 2071’den bahsetti. Devasa projeler yaptı ve uyguladı. Yerliliği ve milliliği esas aldı. Kendi tankını, tüfeğini, İHA’sını, uçağını ve otomobilini yapma iradesi ortaya koydu. Ve her şeyden önemlisi mağdurun ve mazlumun yanında yer alarak özgüvenini zirve yaptırdı. Zalimlere zalim, darbecilere darbeci dedi. İnsanlığı kokuşturan ve çürüten batı uygarlık sistemini yüksek perdeden eleştirdi. Çölleşen vicdanlara haykırdı. 
Şimdi 1 Kasım’da yeniden seçime gidiyoruz. Darbelerle ve çeşitli desiselerle yıkamadıkları milletin özgüvenini bu seçimde bir kez daha yıkmaya çalışacaklar. Çalışıyorlar da. 
Bu seçim sadece bizim seçimimiz değil. Bölgenin, ümmetin ve hatta dünyanın seçimi. Çünkü özgüvenini kazanmış bir Türkiye yeni bir dünya demek. Taze ve kadim bir vicdan demek. Yeni ve yeniden bir medeniyet demek. Kalkmak, silkinmek ve yeniden diriliş demek. Filistin, Mescid-i Aksa, Bosna demek. Somali, Myanmar, özgür Suriye ve özgür Mısır demek. Mağdur, mazlum ve mümin yüreklere dokunmak demek. 
Gelin 1 Kasım’da bu oyunu bozalım. Özgüven diyelim. Kazanacağımız özgüvenle umut olalım, ışık alalım. Umutlara el uzatalım. Uluslar arası güç odaklarını, vicdanları çölleşen batıyı, Mescid-i Aksayı postallarıyla kirleten Yahudi’yi ve bunların yerli işbirlikçi taşeron yapılarını sevindirmeyelim.
Ben yeniden özgüven diyorum.   
C. Abdulkadir YUSUFOĞLU