Ardahan’da 43 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu ‘Evet Platformu’ adına açıklama yapan Fahrettin Görmüş, 16 Nisan’da sürecin ‘Evet’ ile sonuçlanması için gayret içerisinde olacaklarını söyledi.

’Evet Platformu’nun oluşturduğu STK’lar Milli Egemenlik parkında bir araya gelerek açıklama yaptı. Platform adına basın açıklamasını yapan İmam Hatip platformu il koordinatörü Fahrettin Görmüş, Ülkenin bir yol ayrımında olduğunu söyleyerek, ’’Geçmişte, karşı karşıya kaldığımız problemlerin çözümü için, köklü ve değişik ölçülerde sistem arayışları içine girilmiştir. Çünkü Tanzimat’a kadar karşı karşıya kaldığımız problemler, genel olarak kendi sistemimiz içinde ve bazı yan tedbirlerle çözülmeye çalışılmıştır. Sistem arayışları yıllarca devam etti. I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve Kurtuluş savaşından sonra cumhuriyet idaresine kara kılındı.

Önce tek parti, sonra çok partili sistem arayışları.. Sonuç olarak çok partili sistemde karar kılındı. İşte bu durumu geçiş döneminin sıkıntılı günlerinde anlayan, tespit eden, hürriyetlere zarar vermeden, büyük, güçlü, zengin bir devlet olabilmesi için neler yapılması gerektiğini tartışmak durumundayız.

Kanaatimizce esas olan şudur ki, bugün Batı’da ve Doğu’daki demokratik memleketlerde politik ve ekonomik istikrarın sağlandığı yerlerin hemen hepsinde, iktidarda ya tek parti vardır veya güçlü ve yetkili bir başkan.

Türkiye’mizin, sadece coğrafi yönden baksak bile, dünyanın en karışık, en istikrarsız ve en tehlikeli bir bölgesinde olduğunu görmekteyiz. Kara sınırlarını meydana getiren üç köşesi, alevler, çatlamalar, patlamalar içinde bulunan bir üçgen Bu üç belalı bölge ve bunların ortasında bizim Türkiye’miz, üstelik bölgenin her köşesindeki, yani Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki belaların kaynağı ve görülen karışıklıkların karıştırıcıları çok kere bölge dışında. Daha açık olarak kaynatılan kazanların ateşi ve kepçelerinin sapı büyük devletlerin elinde

Şimdi böyle bir coğrafyada ve böylesine şartlar içindeki bir toplum olarak yaşayabilmek için, hem de hür ve müstakil olarak yaşayabilmek için, her şeyden önce güçlü, birlik ve istikrar içinde olmak gerekir. Güçlü bir devlet, istikrarlı iktidarlar, sağlam esaslara dayalı ve gelişen bir ekonomi Bunlar ise ancak iyi işleyen ve müessir bir demokrasi ile veya istikrarlı bir sistemle mümkün olabilir. Böyle bir sistemi kurmak ve işletmek için neler yapılabilir.

Çok partili demokratik siyasi hayatımızda parlamenter hükümet sistemi nedeniyle, her 1,5 yıla bir hükümet düşmektedir. Bu durum da siyasi istikrarsızlığa ve ekonomik krizlere neden olmakta, ekonomik krizler güvenlik sorunlarını tetiklemekte, güvenlik sorunları vesayet kurumlarını güçlendirmekte, vesayetçi anlayış belli aralıklarla darbelere yol açmakta, demokrasimizi zayıflatmaktadır. İç sorunlara muhatap olan ülkemiz, dış politikada alan daralmasına maruz kalmaktadır. ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde’ ise koalisyon ihtimali yoktur, istikrar vardır. İstikrar; kalkınmanın, büyümenin ve refahın temelidir.

Millet, anayasa yapma hakkını ya doğrudan ya da temsilcileri aracılığıyla kullanır. Fakat Millet, egemenliğin sahibi olmasından kaynaklanan bu hakkını hiçbir zaman kullanamamıştır. Millet, tekmil bir anayasa inşa edemese de, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ olarak tanımlanan modelle, anayasada en anlamlı ve en derinlikli değişiklik yapılmıştır.

1982 Anayasası öncesinde ve sonrasında da cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyasi tarihimizde krizlerle, muhtıralarla, darbelerle, bildirilerle anılmaktadır. Çünkü, seçilmişlerin üzerinde vesayet rolü oynayacak aday üzerinde uzlaşılmadığında cumhurbaşkanı adayları tehditlerle adaylıktan vazgeçirilmiş, Meclisin cumhurbaşkanı seçememesi için gerekli her türlü manevralar yapılmış, hukuk skandalları ile seçimler engellenmeye çalışılarak, siyaset kurumu cumhurbaşkanını seçemiyor bahanesi ile cumhurbaşkanlığı seçimleri darbelerin gerekçesi yapılmıştır.

Cumhuriyet, Milletimizin en kıymetli kazanımıdır ve Türkiye’nin rejimi demokratik bir cumhuriyettir. 18 maddelik Anayasa değişikliğini, rejim değişikliği olarak nitelemeye yeltenenler, kafa karışıklığı peşindedirler. Rejim; egemenlik hakkına göre, devletin niteliği ve yapısal özelliğini kapsar. Devletin şekli Cumhuriyet, Cumhuriyetin nitelikleri ise; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olması, yapısal özelliği ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün, yani ünite devlet oluşudur. ‘Anayasa değişikliği ile rejim değiştiriliyor’ söylemi, hayali bir söylemdir. Kanunla yapılan düzenlemenin ana omurgası Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rejimiyle değil hükümet modeliyle ilgilidir. Bu model, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ olarak tanımlanmıştır.

Batılılar, Doğu toplumlarına ve Müslümanlara karşı artık klasik Haçlı Seferleri’ni tercih etmiyor. Bunun yerine, operasyon yapmayı düşündükleri ülkelerin zayıf toplumsal halkalarını kullanıyorlar. Öncelikle “100 salak, 100 bin dolar para ve 100 kaleşnikof” formülüyle irili ufaklı terör örgütleri oluşturuluyor. İslam dünyasındaki mezhep, tarikat ve cemaatler manipüle ediliyor. Kelimenin tam anlamıyla “iti ite kırdırma” politikası izleniliyor.

Bugün Türkiye’de herkes başkanlık meselesini tartışıyor. Bilen bilmeyen konuşuyor. Milletvekillerinin nasıl ve ne şekilde seçileceği, Cumhurbaşkanının yetkileri, tek adam-çift adam polemiği almış başını gidiyor. Toplumun bütünü hedeften sapmış durumda. Halbuki Anayasa’da yapılacak değişiklikler, Türkiye’nin yönetim biçimini değiştirmekten çok, gelecekte yaşanacak risklerin bertaraf edilmesi açısından oldukça önemli. Bugün “kurban” olarak seçilen devlet; Türkiye’dir. Türkiye’nin etrafında nasıl bir kumpas kurulduğunun ve kan kokusu alıp avının etrafında dolanmaya başlayan sırtlanların, köpekbalıklarının ve akbabaların ülkemize saldırmalarının en büyük göstergesi değil midir? Almanya, Hollanda, İsveç, Belçika, ABD, Fransa, İngiltere, Avusturya, Yunanistan, İsrail ve daha nicelerinin, Türkiye’ye düşman olmalarının nedenini anlamak için alim olmaya gerek yok. Son 14 yılda Türk ekonomisinde yaşanan gelişmelerin bırakın yüzde 50’sini yüzde 10’unu bile Avrupa Birliği ülkelerinin tamamında görebilmek mümkün değil. 1960 Askeri Darbesi, 1971 Muhtırası, 1980 Askeri Darbesi, ASALA, PKK, DHKP-C, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi, 2013 Gezi Olayları, 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi ve son olarak 15 Temmuz 2016 Askeri Darbesi yurtiçindeki ve yurtdışındaki Türkiye düşmanlarının eylemleri olarak kendini gösterdi. . Türkiye artık yeni bir evreye geçti. Bundan 100 yıl önce Lozan’da kendisine çorak bir toprak bırakılan Türkiye, şükürler olsun ki bu toprakları bahtiyar kılmayı başardı. Okul ders kitaplarında Türkiye hakkında sıkça dillendirilen ancak içi boş bir deyimden ibaret olup herhangi bir anlam ifade etmeyen “stratejik ülke” kavramı, son 14 yılda yaşanan ekonomik, politik ve siyasi kazanımlar sayesinde anlam bulmaya başladı.

Türkiye büyüyor, Türkiye kendilerine rakip olmaya başlıyor, Türkiye gerçekleştirdiği stratejik yatırımlarla Batı’nın altını oyuyor. Türkiye Afrika’ya el atıyor, Türkiye Ortadoğu’da oyun kurucu durumuna dönüşüyor. Batılılar işte bunları hazmedemiyor. Bugün Türkiye’nin tarihinde hiç olmadığı kadar istikrara ve güçlü bir yönetim yapısına ihtiyacı var. Aksi durumda param parça olacağız. Oyun büyük! Oyun çok çok büyük! Oyun tahminlerimizin çok ötesinde! İşte bu nedenlerle yeni Türkiye’nin kuruluşuna el birliği ile destek vermek zorundayız. Uyuyan devin uyandığını, 100 yıldır uyuşturulan Türk halkının kendine geldiğini, adım adım tüm coğrafyada üstünlük kurmaya başladığının farkına vardılar. IMF kapılarında para dilenen, Batılıların karşısında el pençe divan duran bir Türkiye artık yok. Ekonomik açıdan kimseye muhtaç olmayan, dev projeleri profesyonelce finanse edebilen güçlü bir Türkiye var.’’ şeklinde konuştu.