Geçtiğimiz birkaç gün içinde gelişen Arınç-Gökçek kapışması, AK Parti geçmişinin özellikle seçim dönemleri arefesinde tecrübe etmiş olduğu örneklere benzerlik gösteriyor. İki tarafın da Milli Görüş Hareketi’nden itibaren bugünlere ulaşmış siyasi kimlikler olduğunu biliyoruz. Yani çok uzun bir yol arkadaşlığı yapmış insanlar, Arınç ve Gökçek. 1991 Genel Seçimleri’nden bu yana söz konusu siyasi hareketin önde gelen isimleri olmuşlardır. Önemli kırılma noktalarını birlikte geçmiş ve geçirmiş olmalarına rağmen, şu anda ortaya çıkan kapışma acaba neyin nesidir?


AK Parti geçmişinin, buna benzeyen bazı örnek olayları barındırdığını söylemiştik. Ve bu örneklerin özellikle önemli seçim öncesi dönemlerde ortaya çıkmış olduğundan da söz etmiştik. Bu nedenle öncelikle burada değindiğimiz geçmiş örneklerden birkaçına yer vermek gerekmektedir. İlk olarak 2007 yılının Sezer sonrası Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini anımsatmak isteriz. Dönemin vesayet odaklarının medya desteğini de arkasına alarak cumhurbaşkanlığı seçim sürecini TBMM’de tıkama girişiminin, Anayasa Mahkemesi’nin meşhur “367 kararı” ile başarıya ulaştığı günlerdeki yaşanmışlıklar vereceğimiz ilk örnek olacaktır. Geleneksel askeri vesayet, yargı bürokrasisinin kattığı can suyu ile o dönemde süreci başarıyla tıkamış ve siyasetin kendi mecrasındaki işleyişine set çekmişti. O günlerin atmosferi, ortalama insanların artık AK Parti iktidarının sürdürülebilirliğini yitirdiğine vehmetmelerine neden olmuştu. İktidarın önemli isimlerinden olan ve siyasi hareketin eski bir sadık üyesi olan Abdüllatif Şener’in, oluşan belirsizlik ortamından rol kapma fırsatçılığı ile AK Parti’den kopuşunu hatırlayalım. Başlangıçta, son derece masum bir edayla siyasetten ayrılma niyeti ile yeniden aday olmayacağını beyan etmiş olan Şener’e, Erdoğan tarafından en son Bakanlar Kurulu toplantısında bir tür veda konuşması fırsatı sunulmuş ve onore edilmesine çalışılmıştı. Erdoğan ve ekibince de Şener’in gerçekten siyastete veda edeceği düşünülmüştü de diyebiliriz. Ancak gerçek böyle olmadı. Şener, yaşanan kaotik ortamın başka bir “sağ formatlı” alternatif siyasi figürü rolü ile hemen yeni bir parti kurdu ve bazı sağ kesim küskünlerini de etrafına alarak yıllardır aynı icraat ve politikaların yürütücüsü olduğu eski partisine yönelik ağır bir muhalefete girişti. Sonuçta, beklediğini alamadı, ya da düşündüğü gibi bir dağılma ve kopma yaşanmadı AK Parti kadrolarında. Sessizce gerçek mesleği olan akademiye döndü Sayın Şener…


Aslında 2007 seçim krizi döneminde başka örnek isimlerin de benzer yönelişlerini görüyoruz. Erkan Mumcu’dan, Ertuğrul Yalçınbayır’a, Turan Çömez’e kadar birçok önemli siyasi, yeni konjonktürden beslenerek toplumun önüne bir yeni “umut” olabilme hayali ile rota değişikliğine gitmişlerdi.

2011 Genel Seçimlerinden önce ise, bu kapsamda yaşanan örnek olaya verebileceğimiz kişi olarak, Mir Dengir Mehmet Fırat’ı gösterebiliriz. O günlere kadar, Erdoğan’ın en yakınındaki kişilerden olan Fırat, Bakanlık makamına uzak kalması ve gelecekte de umut görmemesi nedeniyle AK Parti’den kopmayı tercih etmişti. Bugünlerde HDP’nin gözde isimlerinden olmayı başarmış gibi…

AK Parti’nin 2011 sonrası dönemde önemli bir proje olarak gündeme taşıdığı, özel dersanelerin kapatılması politikası ile patlak veren “Cemaat-AK Parti” sürtüşmesi, çeşitli aralıklarla bir alevlendi bir yatıştı. Bu dönemde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanması girişimi belirgin olan ilk kavga olmuştur taraflar arasında yaşanan. Ancak bilinmektedir ki, o dönemden başlayarak 17-25 Aralık sürecine kadar sessiz bir savaş sürmekteydi. Özellikle bürokrasiye yönelik tasarruflarda “cemaat” kökenli isimler, özenle elenmeye çalışılmıştır. Birçok köşe yazarının daha 17-25 Aralık öncesi günlerde bu konuya dikkat çeken yazıları eski sayılardan kolaylıkla taranıp görülebilir. Dersane düzenlemesinin mutlak şekilde meclis gündemine girdiği veya gireceği günlerde 17-25 Aralık’ta yaşananlar patlak verdi. Artık Cemaat-Hükümet Gerilimi su yüzüne vurduğu için, tarafların karşılıklı eylemleri bariz şekilde savaşa dönüşmüş oldu. Önceleri gizliden gizliye yürütülen bazı faaliyetlerin gizlenmesine ihtiyaç kalmamıştı. Nitekim bu dönemde, AK Parti kadrolarından bazı isimlerin kopuşunu da görmüş olduk.


Yine 2011 sonrasında AK Parti’nin iktidardan uzak kalabilmesinin sandık yoluyla pek mümkün görülmediğine kanaat getiren ülke içi ve dışı dinamiklerin “Arap Baharı”ndan kopye ettikleri “Gezi Süreci”, AK Parti’nin kendi bünyesinde bir takım sarsıntılar geçirmesine neden olmuştu. Başını Arınç’ın çektiği önde gelen bazı isimler, Erdoğan ile ciddi biçimde ters düşmüşlerdir. O günlerde Erdoğan’ın -kimilerince kaçtı diye yorumlanan- Kuzey Afrika seyahatinde, Başbakan Vekili olarak Arınç’ın Gezi Parkı Eylemlerine yönelik açıklamaları karşısında yaşanan Erdoğan-Arınç gerginliğini hatırlayalım. Ülkeye dönüşünde Erdoğan’ın adeta sürgünden zaferle dönen lider görüntüsü ile Atatürk Havalimanı Mitingi’nde söyledikleri, sözünü ettiğimiz gerilimin dışa vurumu olmuştur. Miting otobüsünde, ön saflarda yer almak yerine geri planda kalmayı tercih eden Arınç, belki de bu gergilimden dolayı kendisine göre yaşadığı çekingenliği ile bir davranış sergilemişti. Otobüs üzerinde Emine Hanım tarafından ön sıraya doğru davet edilişi ve ortamın dili, düşüncelerimizi doğrular cinsten…


Erdoğan-Arınç geriliminin en belirgin söylemlerinden birisinin o günlerdeki Arınç’ın “özgül ağırlığı”na vurgu yaptığı konuşmasında da görebiliriz. Kendisinin bir “kum torbası” olmadığını da belirtmesi, bir meydan okuma olarak bile kabul edilebilir. 17-25 Aralık sürecinde ise, Erdoğan’ın yaşananları doğrudan kendisine yönelen bir “ayak kaydırma” eylemi olarak algılaması ve mutlak karşı çıkışı, önceleri hareketin içindeki bazı isimlerce ihtiyatla izlenmiştir. “Savaş”a Erdoğan saflarında yer almak için biraz önünü görmek için ağırdan alanları, elbette Erdoğan’ın anlaması kolay olmuştur. Nitekim bazı Partililerin yeterince “topa girmedikleri”nden şikayet ettiği konuşmalar yapmıştır. Ancak o günlerde, Erdoğan Parti’nin ne tür bir zorlukla karşı karşıya olduğunu da tam kestiremediği için ve cepheyi de bu nedenle çok fazla genişletmemeyi tercih ettiği için, başta Arınç olmak üzere bazı ihtiyatlı duranları tasfiye etmekten uzak durmuştu. O günlerde benzer bir ağırdan almayı sanki Gül kanadında da görmüştü Erdoğan. Sonuç olarak Arınç-Erdoğan gerilimi bir gerçeklikti ve günümüze kadar da uzanmaktaydı. Arka arkaya gelen Yerel Seçimler ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi gibi önemli geçiş hatları, Arınç’ın tasfiyesini geciktirdi bize göre. Üstelik Davutoğlu tercihi ile Erdoğan, Gül’den sonraki hareketin en önde gelen ismini arka plana iterek de bizim düşüncemizi doğrulayan bir eylemde bulunmuştur.
Bütün bunlardan sonra, Arınç’ın “üç dönem” kuralı ile sessizce tarihe kaydırılabileceği de düşünülerek, aktif bir Arınç tasfiyesi gündeme taşınmadı diyebiliriz. Ancak Arınç, yukarıda belirtmeye çalıştığımız üzere, kendi duruşunu açıkça gizlemeye gerek duymadan bildiğini okumadan geri kalmadı. Doğrudan Erdoğan’ı hedef almasa da, aykırılıklarını ifade etti her fırsatta. “Çözüm Süreci”, giderayak başka bir Erdoğan ve Arınç’ın temsil ettiği muhalif kanadın yaşadığı gerilimin alevlenmesine neden olmuştur. Erdoğan-Hükümet görüş ayrılığı şeklinde sunulmaya çalışılan hava, seçim öncesi dönemde AK Parti’nin isteyebileceği en son gelişme olsa gerek… Bir yandan Başkanlık Sistemi’nin yolunu açacak “400 Milletvekili” sloganı ile çıkılan yolda böyle bir bölünme, belki de AK Parti’nin iktidardan olmasına yol açacak bir gelişmedir. Üstelik yaşanan gerilimde, Başbakan Davutoğlu’nun ne düzeyde bir etkisinin olacağı bilinmiyor. Çözüm Davutoğlu ve AK Parti dinamiklerinin üreteceği bir formül ile mi ortaya çıkacak, yoksa Erdoğan’ın “Demir Yumruğu” sayesinde mi olacak? Eğer Davutoğlu, çözümü üreten ve “yola devam” kararını veren kişinin kendisi olduğu algısını topluma vermeyi başaramaz ise, AK Parti’nin dolayısıyla Erdoğan’ın zor günlerle karşı karşıya kalacağını düşünebiliriz. Yok, Davutoğlu başarırsa, bu kez de yürütmenin iki başlılığa doğru giden riskli günlerine kapı aralayacağız demektir.

Peki, Arınç-Gökçek kapışmasını bu tablonun neresine yerleştirmek gerekiyor? Bize göre, asıl kavga bu değil. Arınç-Erdoğan geriliminden rol kapma sevdasına giren Gökçek, usta bir taktisyen olarak sahneye çıkmıştır. Arınç’ın bu tarih oluş günlerine güçlü girmek adına bir manevra yapmaktadır. Erdoğan’ın yılmaz destekçisi ve yoldaşı olduğunu vurgulayarak yerini sağlamlaştırmak amacıyla polemik içine girmiştir. 

İlginç olanı, AK Parti ve Erdoğan’ın geçmiş kırılma noktalarındaki başarısını bu kez görebilecek miyiz sorusunda yatıyor. Gerçekten zor bir soru. Çünkü bu kez, “özgül ağırlığı”ndan hiç şüphesi olmayan bir siyasi kimlik var meydanda. Medya ve muhalefetin konuya göstereceği ilgi ile birlikte yaşanmakta olanlar, AK Parti için çok ağır yaralar açabilir. Cephe sürekli genişliyor ve içerden bazı güçlerin rakip saflara kaymakta olabileceğine dair emareler de yok değil.
Sağlıcakla kalın!