(Yazı biraz uzun ama ben hem ‘Erkek’ hem de ‘Müslüman’ım’ diyenlere özel. Ezcümle, herkesin okumamasına lüzum yok.)

                İCOM’u bilmeyeniniz yoktur. Hani şu merkezi Fransa’da bulunan ama akıl hocaları İsrail ve İngiltere olan Uluslararası Müzeler Konseyi. İCOM’un Türkiye ayağı olan Türkiye Milli Komitesi’nin sayfasında göğsümüzü gere gere okuyacağımız(!) bir bölüm var ki Ayasofya Camii’nin Müze oluşu. Bununla ilgili çok detay yazacak değilim. Dileyen Celal BAYAR’ın hatıratına görür görmek istediklerini. Ama bir anekdotu paylaşmayı önemli buldum. O da 3 Şubat 1932 gecesi Ayasofya  Camii'nin tarihî günlerinden birini yaşadığı Kadir Gecesi. 40 bin kişinin doldurduğu caminin balkonlarında davetli sefirlerin oturduğu ve 40 ünlü hafızın okuduğu Türkçe ezan, Türkçe kamet'in, o gece görücüye çıkıyor oluşu. Dahası Radyo’nun  geceyi bütün ülkeye canlı yayınlamış olması. Anekdot bu. İlginç olan bir şey daha var ki  bundan 3 yıl sonra ve yine bir Şubat günü 1935 de Ayasofya güzelce temizlenip (!) yani mihrap hariç Cami oluşunu andıran ne varsa kaldırılıp resmen müze haline getirilmiş olması.

                Eğri oturup doğru konuşalım diyen her kimse, söyleyin önce oturmasını öğrensin. Sonra da konuşsun konuşacağı ne kadar doğru varsa. Mesela eski ama eskimeyen Ceddim Fatih:”İmparatorunuza söyleyin, şimdiki Osmanlı padişahı öncekilere benzemez. Bizim gücümüzün ulaştığı yerlere, sizin imparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz! –nokta- demiş”, desin. Cennet mekân Abdülhamit Han:  Bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır, kanla verilir! –nokta- demiş”, desin.

               Rabbim ondan razı olsun Rahmetli Erbakan: derdi ki “Efendim Amerika’nın hoşuna gitmezmiş. Bana ne Amerika’dan. Amerika mı bizi yönetecek! –nokta- derdi”, desin. Hatta! Allah uzun ömürler versin Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan:Dünya beşten büyüktür”, ha, bir de ‘Öleceksek adam gibi ölelim!’ –nokta- demekte”, desin.

              Son olarak da diyebiliyorsa  “Ayasofya Ne Kadar Cami İse Biz De O kadar Erkek ve O Kadar Müslüman’ız! –soru işareti –  desin vesselam.

             Yaşım kırk. Kaç yıl ömrüm kaldı bilemem ama bildiğim bir şey var ki o da bu şekilde ölmek istemiyor oluşum. İtikadım az ya da çok. İmanım eksik ya da fazla. Bu benim sorunum. Lakin bir şey var ki bu hepimizin sorunu. Sahi daha ne kadar ikiyüzlü olarak yaşayacağız. Gül lokumlu kutlu doğumlarla, hadis süslü köşe kapmacalarla, kafiyeli kandil mesajlarıyla, kompozisyon çeşnili Peygamber’e sevgi gösterileriyle geçecek ömrümüz. Daha kaç yıl malımızdan adam gibi tasadduk etmeyip, artanımızı ya da atacağımızı Suriyelilere olmadı Afganlara vererek Mevla’nın ve Peygamberin gözüne girme telaşıyla, şiirler ve marşlar dolusu günlerle, gecelerle, fetih programlarıyla, konferanslarla, anmalarla, sanmalarla kendimizi kandırmaya devam edeceğiz. Daha nereye kadar okumaktan öteye gitmeyip ancak gölgesinde kasılıp durduğumuz tarihimize övünmekten öteye gitmeyenler olmaya devam edeceğiz. Eğer ki  “La ilahe” demişsek Allahtan başkasına. Seviyorsak peygamberi. Onur duyuyorsak atamız Fatihle. Müslüman isek eğer. Erkeksek şayet. Osmanlı torunuyuz evvel Allah diyorsak.

           “Halep oradaysa arşın burada.” Buyuralım o zaman imtihan sofrasına!

            Ayasofya? Sahi Ayasofya nedir Allah aşkına? Cami ise niye içerisinde iki rekât namaz kılınmaz. Yok, kilise ise bırakalım kapısında istavroz çıkartsınlar ehli salibin soyu kuruyasıca müdavimleri. Olur mu, müze işte deyip sıyrılacaksak işin içinden sıyrılalım. Sıyrılalım da Ruz-i Mahşerde nasıl bakacağız İstanbul için canını veren şühedanın yüzüne. Nasıl çıkacağız dedemiz Fatih’in karşısına. Hele ki Müslüman’ız diye Rasulüllah’ın huzuruna. Bilen varsa beri gelsin. Bir de utanmadan Allah’ım bizi Cennette beraber haşreyle. Çok bekleriz/siniz. Ekmek var yerseniz(!) Ha! Derseniz ki bu ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı vs. büyükleri varken bize söz düşmez öyle ya. Biz kim Ayasofya’nın yıllardır üzerinde eğreti duran o hüzün elbisesini çıkartıp atacak o nesil kim. Hem anlaşmalar var. Özel Kanun hele ki Kararname elimizi bağlıyor. İmza var, söz var falan var, filan var. Dahası Reis’in bir bildiği vardır elbet değil mi. Alıştık nasıl olsa ceddimizin tarihi ile övünüp yıllardır uyku yüzü görmeyen Reis’in gölgesinde uyumaya.

           Çocuk olmayalım. Sultan Mehmet İstanbul’u tek başına fethetmedi. Binlerce gönüldeş, on binlerce sırdaş ve yüz binlerce yoldaş, arkadaş vardı yanı başında o gözünü karartıp ta Konstantiniyye surlarına dayandığı gün. “Hem Bizans ne der. Papa ne der. Kardinal duymasın. İtalyanlar, Venedikliler ve Cenevizliler ne der. Grandük’ü ve Tapınak şövalyelerini kızdırmayalım sonra” demedi. Dahası “Haçlılar problem etmesin sonra İstanbul’u almak için gelişimizden haberdar olurlarsa” diye düşünmedi. Hülasa, “Bana ne Firavunlardan, ben Musa’nın varisiyim o kadar”, dedi. “Bana ne Nemrutların yaktığı ateşten. Benim üzerime vazife olan Milleti İbrahim’den olmak o kadar” dedi. “Ebreheler saklanadursun pusular kurduğu kalelerin arkasına. Gün ebabil olmak günüdür” dedi ve yapması gereken ne ise onu yaptı ilayı kelimetullah uğruna.         

       “ Hem siz zannediyor musunuz ki Ayasofya’nın bu mahzun hali Reis’i kahretmiyor.”

            Adım gibi biliyorum ki Rabbine, Dinine, Resulüne ve Ceddine bu kadar sadık olan Reis’imizin Allah için gönlünden geçen şeyler arasında Ayasofya’yı özgürlüğe kavuşturma hayali bulunmasın. Daha ne o zaman. Dahası beni, seni, onu, kısaca tarih boyunca ümmet’in temsilcileri olmuş olmanın şerefini taşıyan bizleri bekleyen onca görev yanında bir görev daha var ki Ayasofya’ya vurulan o görünmez kilidi kırma görevidir elbet. Siz siz olun “İyi de diğer camileri önce bir dolduralım da sıra Ayasofya’nın Camiliğine gelsin” demeyin. Herkes işine baksın. Bütün mesele camileri doldurmak olsaydı kos koca Çamlıca Tepesine elli bin kişilik Camii’ye ne gerek vardı o zaman. Meraka lüzum camilerin dolup taşacağı günlerde yakındır elbet. İyi de nasıl olacak bu iş? Olur mu? Ayasofya’yı yeniden camii yapabilir mi bu millet? Ben bu soruları laf olsun diye sorarken - ki gerçekten laf olsun diye soruyorum-  biz 15 Temmuz’da ne yaptık hatırlasana deyişinizi duyar gibiyim       

              Tamam işte daha ne. O 15 Temmuzda kazandığımız özgürlük kumaşından, bu 15 Temmuz’da  bir elbise dikelim tam da Ayasofya’nın üzerine göre. Biraz ezan, birazda sala ile süsleyelim o güzelim elbisenin sağını solunu. Ortasına da şöyle güzel bir Türk Bayrağı astık mı? Yakışır benim Ayasofya Camii’me. Cami dedim de, adını da “Ayasofya Millet’i İbrahim Cami” mi yapsak ne. Sonra da çağıralım bütün ümmeti iki rekât şükür namazına. Namazı kim kıldırsın isterdiniz. Efendim, duyamadım. O iş en kolayı elbette. Hayali bile yetiyor insanı gülümsetmeye. Bir de gerçekleştiğini düşünün.

              Tamam da UNESCO ne der? Papa ne der? NATO bir şey demesin? AVRUPA KONSEYİ, BM ya da İCOM kızmasın sonra? Yazının başında dediğim gibi. Sizi bilemem ama ben Ayasofya bu halde iken ölmek istemiyorum. Bakalım “Ayasofya Ne Kadar Cami, Biz Ne Kadar Erkeğiz Ve Ne Kadar Müslüman’ız” göreceğiz.

            Beş saniye sonra çıkacağımızın garantisi olmayan dünya beşten büyükse şayet. “Söz konusu vatan olunca gerisi teferruatsa eğer”. Gönlü kos koca Resulün sevgisi ile yanıp tutuşanların gözünde kim oluyor ki Papa ve Hıristiyanlar değil mi. “Hem bize ne Amerika’dan.”