BAŞKANLIK SİSTEMİ Mİ? YA DA HANGİ SİSTEM
Başkanlık sistemi tartışmaları ilk kez olmuyor. Daha önce de Türkiye’nin gündemine değişik vesilelerle geldi ve konuşuldu. Son olarak Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın gündeme getirmesiyle konu tekrar ülke gündemindeki yerini aldı ve tartışılmaya başlandı. 
Hepçi ve hiçci taraftarlarını bir yana bırakırsak konunun normal/denge seyrinde tartışılması muhakkak ki faydalı olacaktır.
Başkanlık sisteminin ülkemize uygun olup olmadığını, uygulanırsa nasıl uygulanacağını, ne tür faydalar getireceğini ya da sakıncalarının neler olduğunu/olacağını elbette ki işin uzmanları dile getirecekler ve de getiriyorlar.
Bu süreçte sadece başkanlık sistemi konuşulmuyor. Onunla birlikte diğer yönetim sistemleri de çeşitli kıyaslamalar yapılarak gündeme getiriliyor ve konuşuluyor.
Kıyaslama yapılan sistemler arasında ‘Demokratik Parlamenter Sistem’, ‘Yarı Başkanlık Sistemi’ öne çıkan sistemler arasında yer alıyor.
Yürürlükteki sistemlere baktığımızda (adı ne olursa olsun) insanı, toplumu huzurlu ve müreffeh kılma noktasında çok eksik/zafiyet içerisinde olduklarını çok açık bir şekilde söyleyebiliriz.
Sistemin adı ne olursa olsun insanı merkeze almıyorsa, insanın huzur ve mutluluğunu esas telakki etmiyorsa, insanca yaşayacak bir hayat standardı kazandırmıyorsa o sistemin ne kıymeti harbiyesi vardır. Siz, bir sisteme ne kadar iyidir derseniz diyin belirtilen çerçevede bir sonuç doğurmuyorsa, iyiliği her zaman tartışma konusu olur ki, olmalıdır da.
İnsanı merkeze almak ne demek? Bunun üzerinde biraz duralım. Hiç şüphesiz insan en şerefli, en itibarlı, en muhterem ve en mükemmel bir varlıktır. Dolaysıyla insanla ilgili/ilintili gerek kendi cevherinde var olan, gerekse de etrafıyla alakalı olan her ne varsa onlarda şerefli, itibarlı, muhterem ve mükemmeldir. Çünkü insanla irtibatlıdır. İnsan hayatı ne kadar kutsal ve yaşanmaya değerse ve korunmalıysa onun fikride, inancıda öyledir, yaşamalı ve korunmalıdır. Siz bir insanın hayatını mukaddes sayıp, yaşanmaya değer kılıp, onun fikrini ya da inancını, inandığı değerleri hiçe sayamazsınız. Onun hayatını idame ettireceği çevreyi de tahrip edemezsiniz. İnsanın yaşadığı çevreyi tahrip etmek, yaşanmaz kılmak insanı tahrip etmek ve yaşanmaz kılmak gibidir. Statüsü, toplumdaki rolü her ne ise sözünü ettiğimiz şayet insansa, o, insanca muamele görmeli şeref, itibar, muhterem ve mükemmelliğini hissetmelidir. 
Şayet bir toplumda insanların bir kısmı insanca yaşayacak hayat standartlarına ya da daha fazlasına  sahip, diğerleri sefalet içerisinde ise orada insanlıktan bahsetmek mümkün değildir.
Bugün dünyada cari olan sistem (o her ne ise) adaleti dağıtamıyorsa ki dağıtamıyor, güvenliği sağlayamıyorsa ki sağlayamıyor, zenginliği/refahı adil bir şekilde paylaştırmıyorsa ki paylaştıramıyor, başka bir fikre/inanca müsamaha gösteremiyorsa ki gösteremiyor, bu sistemin adının ne olduğunun ne önemi var. İster adına demokrasi de, ister adına başkanlık sistemi de, ister yarı başkanlık sistemi de, ister krallık, isterse padişahlık. Değişen nedir? 
Bence sistemin adının ne olacağından ziyade sistemin ilkelerinin insanı esas alacak bir çerçevede ele alınması ve bu doğrultuda ne yapılacaksa onun yapılması gerekir. Eğer bir sistem Sopa taşıyor, parmak sallıyor, yok sayıyor, eziyor, adil ve güvenli olamıyor, huzur ve refah getirmiyorsa ya da birilerine getiriyor birilerine getirmiyorsa, onun adının süslü olmasının, ağızlarda temcit pilavı gibi çiğnenmesinin, övülmesinin bir anlam ve manası yoktur.
Hiçbir sistem tanrılaştırılmamalıdır. Kısaca söylemek gerekirse insanı esas alan sistem muteber, diğerleri laf-ı güzaftır vesselam.  
M.Abdulkadir YUSUFOĞLU