‘Kıyamet kopacağını bilseniz dahi bir fidan dikiniz’ diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Allah’ın sanatının tecelligahı ve onu bize tanıtan ve bildiren en büyük bir alamet, bir ayet, bir işaret olan kainatı ve o kainatın bir parçası olan içerisinde yaşam sürdüğümüz dünyayı korumanın ve bu konuda duyarlı olmanın bilincinde olan/olması gereken en öncüler müslümanlardır. ‘Yaş kesen baş keser’ diyen de yine bizim aziz ecdadımızdır. İslamın ağaca/çevreye bakışı her şeyden önce bir inanç unsurudur. Zaten müslümanın hayat felsefesi de kainatta var olan dayanışma, yardımlaşma ve koruma esası üzerine kurulmuştur. Çatışmayı hayat felsefesi haline getiren batı ve batı düşüncesidir. Ve bu konuda batının sicili oldukça bozuktur.

  Gezi Parkı’nı koruma ve oradaki ağaçların kesilmesine karşı ortaya konan duyarlılık bir Müslüman olarak bizleri ancak memnun eder. Ancak olup bitene bakıldığında meselenin hiç de böyle bir çevre duyarlılığından kaynaklandığını söylemek mümkün değildir. Başlangıçta böyle bir duyarlılık olabilir fakat olaylar bu duyarlılığı çoktan aşmış vaziyettedir. Diyelim ki sayın Başbakan’ın ortaya koyduğu tavır sert, dışlayıcı ve kışkırtıcı. Bunun karşılığı yıkıp dökerek, kırarak zarar vererek bir öfke seli mi olmalı? Demokrasilerde hak ararken ya da tepki ortaya koyarken bunun çeşitli yöntemleri vardır elbette ki. Açlık eylemlerinden tutunda, yürüme, oturma, basın açıklamaları yapma ve sandıkta haddini bildirmeye kadar değişik türevlerdir bunlar.

 Gezi Parkı eylemleri bir turnusol gibi bu ülkenin içerde ve dışarıda pusuya yatmış ne kadar da çok en hafif tabirle düşmanca bakan göz olduğunu açığa çıkartmıştır.

 Ülkemizde son yıllarda demokrasinin yerleşmesi noktasında çök önemli kazanımlar elde edilmiştir. Vesayetten kurtulma, yeni anayasa yapma gibi atılan olumlu adımların yanında gerek ekonomik gerekse de toplumsal alanda ciddi gelişmeler olmuştur. Türkiye hem bölgesinde hem de dünyada itibar sahibi olmaya yani hak ettiği yere doğru emin adımlarla yürümeye başlamıştır.

 Canını dişine katmış bir kadro bu ülkenin büyümesi, güçlenmesi için didinip durmaktadır. Bunları yaparken elbette ki hata ve yanlışları olacaktır. Zaten muhalefet de bunun için var. Türkiye’de söylenmesi gerekip de söylenmeyen bir şey yoktur. Ya da söylemesi gerekip de söylemeyen bir kimse de yoktur. Her şey herkesin gözü önünde cereyan ediyor.  Tabi ki hükümet tarafından yapılan şeyler herkesi memnun etmeyecektir. Yapılanlardan memnun olmayacaklar da olacaktır. Sandık ta zaten bunun için var. Şükür ki insanlar 4 yılda bir sandığa gidip özgürce iradelerini ortaya koyuyorlar. Bu ülke için söyleyeceği sözü olan, bu ülke için projesi olan, bu ülkenin kalkınmasına, gelişmesine, büyümesine, itibarının artmasına yönelik fikri olan her kim varsa bunları söylemesine, fırsat ve imkan bulduğunda da yapmasına mani yoktur bu ülkede.

 Gezi parkı eylemleri bir demokratik eylem ve talep olmanın çok ötesine geçti. Ülkeyi itibarsızlaştırma ve hükümeti demokratik olmayan yollardan yıkma çaba ve gayretine dönüştü. Kışkırtıcılar mal bulmuş mağribi gibi fırsat avcılığına girişti. Ülkemiz insanını birbirine düşürmek için akıl almaz bir kin ve nefret pompalayarak kardeş kavgasına zemin hazırlamak istenmektedir.

 Diğer taraftan meydanlarda devrim naraları atanlar, ağza alınmayacak küfürler savuranlar bu milletin değerleriyle hiçbir zaman barışık olmayanlardır. Bu millete çok acı çektirdiniz. Yakarak, yıkarak ve küfrederek mi devrim yapacaksınız. Lanet olsun böyle devrime.

 Durumdan vazife çıkarıp perde gerisinde ellerini ovuşturanlar öne sürdükleri piyonların eserlerini nasıl da zevkle seyrediyorlar. Biz şuna inanıyoruz ki niyeti bozuk olanlar ve zalimlere Allah fırsat vermeyecektir.

 Arap baharı gibi Türk baharı bekleyenlere de şunu söylemek lazım ki bugün bu ülke totaliter, faşist, tek adam, milli şef döneminde değildir. Bu ülke Türk baharını ‘Yeter Söz Milletin’ ifadesiyle 1950’de söyledi.  Evet bir kez daha yineleyelim ki söz milletindir.

 Cemaziyelevvellerini ortaya koyanların bu milletin değerlerinden ne kadar uzak olduklarını bir kez daha acı tecrübe ettik.

 Bu da geçer ya hu.   

 

M. Abdulkadir YUSUFOĞLU