ÇERKEZ TEHCİRİ YA DA YETİM TRAJEDİ

“Kafkasya’yı işgal etmeyi planlayarak yola çıkan Rusları Kafkaslılar önceleri birer misafir gibi gördüler ve geleneksel tavırlarıyla karşıladılar. Ama, çok geçmeden Rusların kurmak istedikleri yönetim sistemini ve kalıcı yapı değişikliğini anladılar. Kafkasya’nın işgal projesine son şeklini veren Çar Petro’dur. Ve o devirde Terek Nehri, Rusya ve Kafkas halkları ile Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasında bir sınır olarak görülmüştür. Bu gelişmelere karşı ilk büyük tepki bildiğiniz gibi Şeyh Mansur tarafından yapılmıştır. Onun çıkışı Ruslara karşı mücadele ve Rusların yerli halkın ahlakını düzeni bozmalarına karşı bir uyarı mahiyetindeydi ve bir direnişti. Sonunda ne oldu Şeyh Mansur yakalandı Moskova’ya götürüldü ve 1794 yılında idam edildi. Kafkasya’nın kaderinde 1828 –29 savaşının önemi büyüktür. Bu bir Osmanlı - Rus savaşıdır. Rusların adamakıllı Güney Kafkaslara doğru yönelmeleri ve Kuban nehrine inmeleri II. Katerina zamanına rastlar. Daha o tarihlerde Rus ilerlemesinin durmayacağı anlaşılmıştır. Fakat 1828-29 savaşında Osmanlı’nın savaşı kaybetmesi ana müdafaa mevkii olan Anapa’nın ve Poti’nin elden gitmesi yani Batı Karadeniz sahillerinin Osmanlı kontrolünden çıkması sonucunda yerli halk tek başına kalmıştır. Bu aşamadaki savaşlar dini bir mahiyet de almış, Gazi Molla, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil ile bir süre imamlar savaşı şeklinde devam etmiştir. Rusya’nın, Kafkasları fethetme nedenleri iyi anlaşılırsa göç ve katliamın da mahiyeti netlik kazanmış olur: 1850’lerde hatta 50’lerden biraz evvel 1848-49’larda Rusya batıya yani bu günkü Romanya’ya doğru ilerlemeye başlamıştır ve orada gittikçe hakimiyetini, etkisini genişletmiştir. Bu devrede aynı zamanda Kafkas halkı üzerine baskıların artmış olduğu bir dönemdir. Bu durum 1853’de yeni bir şekil kazanmıştır. Rusya’nın ilerlemesini durdurmak için İngiltere, Fransa, Avusturya ve Osmanlı Devleti birleşerek Rusya’ya karşı Kırım’da savaşmışlar ve Rus orduları yenilmiştir. Sonuçta Rusya, Paris Anlaşmasını imzalayarak artık batıya doğru ilerlemekten vazgeçmiştir. Çünkü karşısında bütün Avrupa durmaktadır. Batıya ilerleyemeyen Çarlık Rusyası doğuya yani orta Asya’ya ve oradan Hindistan’a ilerlemeyi hedeflemiştir. Rusya Kırım ve Kafkaslara doğru yayılmacı bir politika izlemiş; Bu coğrafyaları elde tutabilmek için yerli Türk ve sair Müslümanları bölgeden uzaklaştırılıp, yerine Hıristiyan Rus nüfusunun yerleştirilmesi gerektiğini çok iyi bilen Rus Çarlığı, Kırım Savaşını müteakip Kırım ve Kafkasya’da kolonizasyon faaliyetlerine hız vermiştir. Diğer taraftan bölge halkları; Ruslar tarafından zorla Hıristiyanlaştırılan Nogaybaklar ve Urumlar gibi asimile olmamak ve topraklarını Rus işgalinden kurtarmak için Kırım Savaşı sırasında ayaklanmış, bu durum ise bölgeyi Ruslaştırmayı düşünen Çarlığın elini kuvvetlendirmiştir. Bunu fırsat bilen Ruslar, bölge halkını sindirebilmek ve göçe zorlamak için şiddete başvurmuş, yerli halkın topraklarına elkoymuş ve aşırı vergilerle de bölge insanının fakirleşmesi sağlamıştır. Kafkasyayı imparatorluğa sâdık bir hristiyan ülkesi hâline getirmeğe kararlı Rusların asıl göz diktiği, Çerkeslerin bereketli arazileri idi. Ruslar, Çerkesler için kendi köylerinde yaşam sürdürmeyi olanaksız kılacak bir saldırı ve zulüm dizisine başvurdular. Köyler önce talan ediliyor, arkasından yakılıp yıkılıyordu. Sürü hayvanları ve yaşam sürdürebilmek için gerekli başka herşey, halkın elinden alınıyordu. Rusların benimsediği yöntem, daha sonra Kafkasyada ve Balkanlarda tekrar tekrar uygulanacak olan, göçe zorlamanın klâsik yöntemi idi: evleri, tarlaları yak, yık; kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka seçenek bırakma [34].
Kafkasyalı müslümanlara, bazan, ya Rus egemenliğinde kalarak Rusya imparatorluğu ülkesinin başka bir yerine göç etmek yahut da Osmanlı imparatorluğuna gitmek seçeneğinin verildiği oluyordu: Bir Rus birliğinin Subaşı Çayı kıyısında (Çerkeslerden bir aşiret olan) Abadzekh'lerin köylerinden Tuba'yı ele geçirmesi üzerine, köy yerlileri kendilerine teslim olup tutsak edildikten sonra Rus askerleri tümünü öldürdüler. Kurbanlar arasında gebeliği ilerlemiş iki kadın ve beş çocuk da bulunmakta idi. Söz konusu birlik, Kont Evdokimoff'un ordusuna bağlıdır ve Pshiş vadisi boyunca ilerleyip geldiği söyleniyor. Rus birlikleri kıyıda arazi işgal ettikçe, yerli halkın orada kalmasına hiçbir biçimde izin verilmiyor ve hepsi ya Kuban ovalarına göçmek ya da Türkiyeye gitmek zorunda bırakılıyor Adigeler, Abazalar vs. Kafkasya’nın en stratejik yerinde bulunuyordu ve en sağlam direnişi de onlar gösteriyordu. Yerlerinden zorla atıldıkları gibi ordular yavaş yavaş büyük halk kitlelerini denize doğru sürmeye başlamışlar, çünkü öldüremediklerini vapurlara doldurup gönderecekler böylece Kafkasya onların beğenmediği halklardan temizlenecekti. Yakılan köylerin öldürülen binlerce insanların haddi hesabı yok.. Yine İngiliz raporlarında yer alan ifadeler yürek parçalayıcı. Halk, tüm imkanları bitinceye kadar direniyor, mücadele ediyor, savaşıyor, artık çare kalmayınca da, kendilerine tanınan mühlet içinde hiçbir sağlık önlemi olmadan, varını yoğunu terk ederek sahile inmek zorunda kalıyor. Daha yola çıkmadan açlık,sefalet, hastalık ve kitle ölümleri başlıyor. Bu bir SOYKIRIMDIR, bir VAHŞETTİR.
Sahilde bindirildikleri gemilerin bir kısmı o kadar çok kişi aldı ki battı;örneğin 2000 yolcu ile yola çıkan Spinks gemisi batınca ancak 200 kişi kurtulabilmiştir. Samsun ve Trabzon ana çıkış limanlarıydı, bu limanlara gelenler hastalığa tutuldu, yine İngiliz raporlarına göre her limanda günde ölenlerin sayısı 200 - 250 –300 kişi civarındadır. Kanaatimce, Kafkaslardan o tarihlerde ve ondan sonraki tarihlerde 2 milyon ile 2.2000.000 arasında insan göç ettirilmiştir. Bir milyonu yollarda ölmüştür, hastalık, deniz, savaşta vs. bu korkunç büyük bir rakamdır. Ve kimse ele alıp incelememiştir. Ermeni katliamından söz edenler birazda bu masum halkın başına gelenleri düşünmesi gerekmez mi? Nitekim yerli halkları bölgeden sürüp çıkaran Rusların, Tataristan’a 2, ve Kafkasya’ya 3 milyon Rus yerleştirmiş olmaları işgal ile niyetinin bölgeyi ilhak edip Ruslaştırmak olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca açlık ve kıtlıklar da göçün önemli nedenlerinden biridir. Nitekim 7Aralık 1863’te Kafkaslarda 4 aydan beri Ruslarla mücadele eden Abhazlar arasında kıtlık baş göstermiş ve ağaç kabuğu yiyerek hayatta kalabilen 1000’den fazla aile Osmanlı Devleti’ne iltica etmek zorunda kalmıştır. Yine Kırım Savaşı sonrası, özellikle Rusların 1874’te Kırım Türklerinin askere alınacağını ilan etmesi ve “Osmanlıya kurşun sıkmam” diyen Rusya Türklüğü arasında başlayan milliyetçilik akımı, Rusya’yı rahatsız etmiş ve bu da yeni bir göç dalgasının başlamasına neden olmuştur9. Ruslar, 1864’e doğru yurtlarını savunan Kafkas halklarını Avrupa nezdinde isyancı gösterip, yardımların önüne geçmeye çalışmıştır. 1864 Ağustosunda da Batı Kafkasya ve Kuban bölgelerinde buluna Müslüman halkın bir ay içerisinde bölgeyi terk etmeleri emrini vermişlerdir. 1867’de bölge halkının sindirilmesi için Kafkas sahilleri boyunca sürülmelerine karar vermiştir. İngiltere ve Osmanlı Devleti bu sürgünleri engellemeye çalışmışsa da bunda başarılı olamamışlardır. Gerçekten, Kafkasyalılar, Karadeniz limanlarına sürüler hâlinde yığılmışlardı. Çok acıklı koşullarda, sapır sapır ölerek, onları Trabzon'a ya da Samsun'a geçirecek Osmanlı gemilerini beklemekte idiler. Onların eski yurdu ıssızlaşmıştı; daha sonra, Rusyanın Slav bölgelerinden gelen göçmenlerle doldurulacaktı. [O ıssızlık döneminde] Kafkasyanın vaktiyle yerleşim alanı olmuş bölgelerinde bir bütün gün boyunca yürüyüp de hiç bir canlı kişi görmeme hallerinin olabildiği bildirilmiştir. Ruslar, tasarladıklarının ne olduğunu ve bunu hangi yöntemlerle gerçekleştireceklerini gizlemiyorlardı. St. Petersburg'daki İngiliz Büyükelçisi Lord Napier'nin raporunda yazdığı üzere, "Rusyadaki devlet yayını gazetelerin bu konuda kullandığı dil, vicdanın ağzından değil yenginin ağzından konuşan bir dildir". Sonunda, Çerkes yurtlarının çoğuna Slavlar ve başka hristiyanlar yerleştirildi. . Abazalar Ruslar kendi kazanımlarının büyüklüğünü idrak edip, Kafkasya yaylaları üzerinde kendi askerî denetimlerini berkitmeğe koyulduklarında, müslüman aşiret halklarının Kafkasyadan sürülmesi yavaşladı. Bunun üzerine, Çerkeslerin ana göçünden üç yıl sonra, merkezinde Sohumkalenin bulunduğu yörede yerleşik Abazaların kendi yurtlarından sürülmesine sıra geldi. 1867'de Abazaları göçe zorlamak için onların başına musallat edilen yöntemler, öz olarak, daha önce başka müslüman halklara karşı kullanılmış bulunanların aynı idi. Rus askerleri Abaza köylerine geliyor, evleri yakıyor, sürü hayvanlarını ve öteki mallan gasb edip götürüyor, Abazaların elinde ancak ölmeyecek kadar birşeyler bırakıyorlardı [40]. Abazalar etkili bir direniş gösterebilecek durumda değillerdi ve bu konuda yapılmış bütün girişimler çabucak başarısızlığa uğradı. Abhazistanda, durum hakkında bilgi toplamak amacıyla at sırtında bir uçtan ötekine yöreyi geçen İngiliz Konsolosu Gifford Palgrave'in açıkladığı üzere, Rusların bu halka karşı niyetleri, Kafkasyanın bütün müslümanları hakkındaki niyetlerinin aynı idi. Palgrave, Abhazistanın ve çevresindeki yörelerin müslümanlarından dörtte üçünün göçe çıkacağını saptadı. Ruslar, lnızca değerli arazilerdeki müslüman halkı oralardan söküp atmak amacını değil, bir andan da "Ülkesinin kıyı bölümlerine, açlıktan kıvranan ve tek meteliği olmayan bir dindaşlar yığını böylece fırlatılıp atılacak olan Türk devletini zor duruma sokmak" amacını gütmekte. Rus fetihlerinin ahlâk açısından dayanağı konusunda söyledikleri pek açık seçiktir. Ruslar, Abazalardan binlercesini göçe zorladılar, ama birçoğunu da geride tuttular. Kırım Tatarları ve Çerkesler konusundaki deneyimlerinden, toptan göçe sürmelerin, yöre ekonomisi üzerinde ters bir etki yarattığını öğrenmiş görünüyorlar. Yaşlı erkeklerle kadınlar ve çocuklar göç etmeğe teşvik ediliyor yahut zorlanıyor iken, ekonominin gereksinme duyduğu güçlü kuvvetli erkekler geride tutuluyor ve zorunlu çalışmada kullanılıyordu. Arkada bırakılanların tam sayısı bilinmiyor. Abazaların önderlerinin iddia ettiğine bakılırsa, aileleri göçe zorlanmış binlerce erkek geride alıkonmuşlardı . Bazan, aileler, bütün bireyleriyle sürülüyorlardı; bazı ailelerde ise, çalışabilecek durumdaki erkekler alıkonuyor, ötekiler gidiyordu. Her iki durumda, Kafkasyadaki Abaza aileleri ülkeyi terketmiş oluyordu ve [ülkede] bir Abaza ulusunun varlığı fiilen son bulmuştu, pek küçük bir bölümcük geride kalmıştı. Palgrave'in kaydettiği üzere, "Tek suçlan Rus olmamaktan ibaret bulunan bir ulusun böylesine yok edildiğine tanık olmak, çok acı verici" idi Ayrıca çerkes tehciri için başka neden daha mevcuttur. Paris Antlaşmasıyla Rusya, Batı Hıristiyanlığına dayanamayacağını anlamıştır. Çünkü, bu ilk defa yakın tarihte Hıristiyan Avrupa’nın (Katolik Protestan Avrupa’nın) Ortodoks Hıristiyanlığına karşı cephe alışını gösteriyor.. Buna karşılık Rusya da Balkanlar da yaşayan Ortodoks Hıristiyanlığını hedef almıştır. Hem dine hem de dile dayalı Ortodoks ve Slav Birliği hedefi ile Panslavizm ortaya çıkmıştır böylece. İşte bu büyük hesaplar içinde emeline ulaşacak Rusya’nın önünde en büyük engel Kafkas halkı ve onların her şeye rağmen hürriyetini istiklalini korumak arzularıdır. Her ne kadar batı Kafkasya Osmanlı idaresinde olmuşsa da tüm Osmanlı idaresi süresince Kafkas halkı tamamen otonom yaşamıştır. Balkanlarda Orta Doğuda bir Osmanlı idaresi kurulmuş olmasına karşılık Kafkaslarda böyle bir idare mevcut değildir Osmanlı, daima Kafkaslıların ihtiyaç, karakter ve geçmişlerini göz önünde tutarak onlara tam manasıyla otonomi vermişti.  
Sürgüne ilişkin sayılar;
 
Hem ekonomik hem de milli duygulardan dolayı yakınlık duyulan göçmenlerin nakil, geçici barınma ve iskânları gibi konularla II.Abdülhamid, yakından ilgilenmişti. “İdare-i Umumiyye-i Muhâcirin Komisyonu” kurulmuş, bu komisyona bağlı olarak İstanbul’un bir çok yerinde açılan hesap, iskân, sevk ve sıhhiyle şubeleri ile muhâcirlerin her türlü sorunları karşılanmaya ve iskânları yapılmaya çalışılmıştır. Bu komisyonu yeterli göremeyen Sultan II. Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nda ve kendi başkanlığında “Umum Muhâcirin Komisyonu” adıyla yeni bir komisyon daha teşkil etmiştir. Bu komisyonun görevleri göçmelerin iskân ve iaşeleri ile ilgili genel kararları almanın yanı sıra, Anadolu’ya sevk edilecek olan muhacirlerin iskân mahallerini tespit ederek gerekli tedbirleri almaktı.9 Hükümet, savaş sırasında Rumeli’den gelen göçmenleri öncelikle geldikleri yerlere geri göç ettirmek istiyordu. Zira Rumeli’deki Müslüman Türk nüfus oranını korumak istemekteydi. Fakat gelen göçmenlerin bazılarının geldikleri yerler işgalden kurtulmadığı, bazılarının da artık yeni maceraya atılmak istememeleri nedeniyle geri göç ettirmek mümkün olmamıştır. Bu zaman zarfında ise göçmenler geçici iskân ve barınma yerlerinde tutulmuşlardır. Kafkasyadaki yurtlarından sürülüp atılan Çerkeslerin ve diğerlerinin sayısı hakkında çok tartışma yürütülmüştür. Tatar ya da Çerkeş müslümanların özenli bir sayımı yapılmış değildi; bu nedenle, kaç kişinin göçe çıktığı söylenemez. Çeşitli tahminleri analiz edince , Ruslarca fethedilen ülkelerden aşağı yukarı 1 200 000 çerkesin sürgün edildiği anlaşılmaktadır. Başlangıçta Rusya ile anlaşmaya vararak savaşa katılmayan Abazaların, zor kullanılarak, soyulup soğana çevrildikten sonra ülkelerinden sürül- melerine ilişkin olarak bütün anlatılanlar doğrulanıyor. Üstüne üstlük barbarca şeylerin yapıldığı konusunda ayrıntılı anlatımlar buna ekleniyor; sürgüne gidenlerin kendilerinin anlattığına göre, kendi memleketlilerinden nicesi, onları Türkiyeye götürecek bahanesiyle ve zorla Rus gemilerine bindirildikten sonra, Türkiye yerine Kerç'e ya da Novorusiska'ya götürülmüşler ve sonra da oralardan Rusyanın iç bölgelerine sürülmüşlerdir. Geçmişte yaşanmış benzer olaylar bu gibi iddialardan birçoğunun doğruluğunu pek olası göstermektedir "Eğer [1857'de yapılmış] ve bütün Rusyayı kapsamına alan onuncu nüfus sayımına güvenilebilirse", felâketten etkilenen Kafkasya bölgelerinde halktan % 17-28 arasında bir bölümün göçe çıktığını söylüyor. Sayımın güvenilirliğinden kuşku duymakta haklıdır. Rusların, müslüman aşiretlerinin bireylerini gerçekten de sayımdan geçirmiş olabileceklerinden pek kuşkuludr. Önemli ölçüde sayım dışı kalmış nüfusun varlığı olasıdır. 1200 Kafkasyalının göçe çıktığını ve bunlardan 800 000 kadarının Osmanlı ülkesinde yerleşmek üzere sağ kalabildiğini [sağ olarak, Osmanlı ülkesine varıp iskân edilebildiğini] belirtmek akla yakın görünüyor . Rus imparatorluğu, fethedilmiş müslüman ülkelerinin, soy yönünden kendisine daha yakın saydığı halklarca iskân edilmesinin önlemlerini aldı, çâresine baktı. Tıpkı Kırım'da Ruslarla Ukraynalıların nüfus içinde ana öğe durumuna gelmesi gibi, eski Çerkeş ve Abaza ülkelerini de Ruslar, diğer Slavlar ve Kazaklar aldı. Güvenilebilir sayılacak ilk Rus nüfus sayımı 1897'de yapılmıştır ve değişim üzerine gerçekleşen durumu saptamaktadır; artık hristiyanlar [bu ülkelerde] müslümanların karşısında bire ondan daha yüksek oranda çoğunlukta idiler. Hastalık Yurtlarından çıkıp gitmeğe zorlanmış Çerkeslerin ve diğer Kafkasyalıların en kötü düşmanı, beslenme eksikliği yüzünden gelişen hastalıklardı. Çerkesler Rus denetimindeki limanlarda, gemilere gerçek anlamda istif edilmişlerdi. Kendilerine ne 45] Kafkasyalı müslüman göçmenlerin sayısı hakkında verilen bilgi, Kırım Tatarı göçmenler hakkında verilen gibi, tahmine dayanmaktadır. Doğruluğu kesin sayım yapılmamıştır ve tahminlerin değerlendirilmesi, geniş ölçüde, o tahmini yapmış kişinin güvenilirlik derecesine bağlı kalmaktadır. Görünüşe bakılırsa, 1856 ile 1864 arasında, olasılıkla, yaklaşık 600 000 göçmen ve 1864'den sonra 200 000 göçmen sayısını kabullenmek doğrudur. Ancak, bu sayılar, sağ gelebilmiş göçmenlere ilişkindir. Kafkasyalılar arasında gerçekleşmiş olan korkunç ölçüde yüksek ölüm oram hakkındaki kayıtlar, bu oranın yaklaşık üçte biri bulmuş olmasının abartma sayılmaması gerektiğini gösteriyor. O nedenle, yola çıkmış 1 200 000 kişiden Osmanlı imparatorluğunda fiilen 800 000'inin iskân edilmiş bulunduğu yolundaki tahmin, akla yakın görünüyor. Şurası iyice bilinmelidir ki bu sayılar hiçbir bakımdan doğruluğu kesinlikle sağlam sayılar değildir Ne Çerkeslerin ne de Abazaların tümü çekip gitmişti. 1877-78 savaşı sırasında Ruslara karşı küçük çapta ayaklanmalar kendini gösterdi ve bunları Osmanlı imparator- luğuna yeni göçler, özellikle Abaza göçleri ne. vardım sağlanmıştı ne de yiyecek içecek verilmişti ve daha ilk uğranılan Osmanlı limanında, Trabzon'da, çiçekten, tifüsten ve iskorbüt'ten büyük sayılarda telef olup öldüler. 1863 kışında, Trabzonda günde yirmi ile elli arasında Çerkeş ölüp gidiyordu. Gelen baharın en kötü günlerinde, ölenlerin sayısı günde 500'e çıkmıştı [50]; yalnız Trabzon'da ölenlerin sayısı 30 000'i bulmuş olabilir. Samsun ve Sinop gibi diğer limanlarda karaya çıkmış olanlar da benzer [yüksek oranda] ölüm yazgısını paylaştılar. Göçün en yoğun olduğu zamanda, Samsunda günde 50 sığınmacı ölmekte idi . Osmanlı imparatorluğu, Çerkeslerin bu zorlanmış göçüne kesinlikle hazırlıksız yakalandı. Ülkede sağlık koşullan zaten en iyi döneminde bile gerçekten iyi denebilecek halde olmaktan uzaktı ve devletteki genel yoksulluk, destek sağlayıcı para yardımı yapılması yahut yiyecek içecek sağlanması konusunda olanakları pek kısıtlıyordu. Rusların, gemilere binen Çerkeslere yardım sağlamak ya da onları umursamak konusundaki duyarsızlıkları had safhaya ulaşmıştı. "Mezarlıkların yakınlarındaki semtler, bu mezarlıklara ölüler gömülürken gösterilmesi gereken dikkatin gösterilmemesi ve bundan kaynaklanan sakıncalı sonuçlar nedeniyle oturulamaz olmuşlardır ve aileler tüm bireyleriyle konutlarından ayrılmaktadır. Kentin çeşmelerine su ileten kemerli ana su kanalında, bir Çerkesin suyun içinde yüzeduran ölüsü bundan birkaç gün önce bulunmuş ve o su kanalı murdar olmuştur [kullanılamamaktadır]. Caddeler ve sokaklar perişan derecede pis durumdadır; yiyecek kıtlaşmakta ve pahalılanmaktadır, yakacak hiç bulunmamaktadır, bütün bu haller sefaleti arttırmakta ve hastalığın yayılmasına olanak sağlamaktadır" Stevens'dan Russel'a yazılan bir yazıda, (Trabzon, 17 Şubat 1864). "Çerkeslerin yığın halinde ve birdenbire Osmanlı ülkelerine göç etmekte bulunduğundan haberiniz vardır. Rus devleti bu yiğit ve bağlılıklarında ölesiye sâdık, ama bir şeyi, yâni özgürlüğü yahut hiç değilse yabancı bir düşmanın boyunduruğu altında sürdürülmeyecek bir yaşamı, yalnız bunu, vatandan bile daha değerli sayan ulusun ülkesini kendisi edinmiştir. Bu halk, Ellerinde bulunan üç beş Doktoru ve bulabildikleri ilâçları göndermek dışında Osmanlılar birşey yapabilecek halde değillerdi. Her ne olursa olsun çiçekle tifüs için tedavi çâresi [henüz, dünyada] yoktu. Tek çâre [hastalığı birbirine bulaştırmamaları için] göçmenleri Karadeniz kıyılarındaki sığınmacı kamplarından alıp imparatorluk ülkesi içinde öteye beriye dağıtmaktı . Osmanlılar onları Karadeniz limanlarından, iskân [özgürlüklerini] savunmaları ile ölümsüzleşerek kıyılara doğru çekilmekte ve bitişikteki imparatorlukta sığınma yeri bulmaya çabalamaktadır. Kısacası, Çerkeş yurdu elden gitmiştir; şimdi yapılacak iş diye kalan, Çerkesleri kurtarmaktır. Osmanlı hükümeti kendilerine sığınma olanağı sağlamaya isteklidir. Ancak, siz Lord hazretlerinin bildiği üzere, bunu yapabilmek için gerekli araçları [olanakları] kıttır; şimdiye dek yapmış bulunduğu -bu da, [yapılması mümkün olabilecekleri düşünürsek] nisbeten azdır- 200 000 kişinin ölümünü önleyememek pahasına yapılmıştır" Osmanlı imparatorluğu, pek güçlü olasılıkla, kendisinde verecek pek az şey bulunduğu halde, sığıntılar için elinden geleni yapmağa çırpınırcasına çabaladı. Ne yazık ki, Osmanlı belgeleri bize Osmanlıların konuya gösterdiği ilgi ve üstlendikleri giderler dışında pek birşey anlatmıyorlar. Bu belgeler, görevlendirilmiş memurların adlarını ve harcanan para tutarlarını gösteriyor ama sığıntıların durumu hakkında pek az şey anlatıyorlar. Osmanlılar, çeşitli illere iskân ettikleri göçmenlerin sayıları hakkında tam bilgi veren kayıtlar tutmağa özen göstermişlerdir (göçmen gelenlerin sayımdan geçirilmesine ilişkin edilecekleri yerlere gönderdiği süre boyunca da Çerkeslerin telef olup ölmeleri önlenemedi. Ölümlerle ilgili kayıtlar, taşıma gemilerinde, hastalıktan ileri gelen ölümlerde üç kişiden birinin hatta bazan daha fazlasının öldüğünü gösteriyor. Bir rapora söre, Çerkeslerden 2 718 kişilik bir topluluk Kıbrıs'a gitmek üzere Samsun'dan iye bindirilmişlerdi; bunlardan 202'si Samsun ile İstanbul arasında öldü, 528'i y İstanbulda gemiden indi, Kıbrıs'a doğru yolculuğu sürdüren 1 988 kişiden 637'si daha yolculuk sırasında öldü. Kıbrıs'tan yazılmış bir diğer rapor, sözü edilen bu gemi dolusu Çerkeslerin yazgısı hakkında başka bilgiler içeriyor: "Karaya çıkanların yandan fazlasının öleceği belliydi, gerçekten de günlük ölümler 30 ile 50 arasında süregitti" . Abazalann Karadeniz limanlarına varışı zamanında ise, Osmanlı hükümeti daha iyi hazırlıklı idi. Süregiden parasal sıkıntılara rağmen, Osmanlılar Abazalara daha özenli ilgi gösterebildiler ve onların [Abazalann] arasında hastalıktan ileri gelen telefat az sayıda oldu. Sığıntıların sayısı da, daha önceki göçte görüldüğüyle karşılaştırıldığında, çok daha azdı ve bu durum hiç kuşkusuz selâmet sağlayıcı bir etki yarattı.  

Göçün Etkileri 
Göçün Osmanlı imparatorluğu üzerindeki etkileri Yüzbinlerce Kafkasyalı göçmenin sel basar gibi akıp gelmesi, elbette ki, imparatorluk ülkesinde yerleşik olan insanların yaşamı üzerine pek büyük bir etkide etkilemiştir. Ne var ki, Çerkeş sığıntılar hakkında [sırf sayısal bilgi değil her birinin kimliği hakkında bilgi veren] özetlenmiş sicil niteliğinde herhangi bir belge şimdiye dek bulunmuş ve [Osmanlı arşivlerinin içeriğini gösteren listelerde] tasnife sokulmuş değildir. Böyle siciller bulunacak olsa bile böyleleri olsa olsa çeşitli Osmanlı illerine ulaşmayı başarabilenler hakkında bilgi veriyor olacaktır; onlarla birlikte yola çıkmış pek kalabalık sayıdaki diğerleri [yollarda ölüp gidenler] hakkında değil. .Hemen kendini gösteren etki, imparatorluğun Karadeniz limanlarında [liman kentlerinde, göçmenlerin getirdiği] hastalıkların yayılmasıydı. Çerkesler, Trabzona gelirken, kendileriyle birlikte tifüs'ü de getirmişlerdi; koşullar bir aralık öylesine kötüleşti ki [Trabzonun] bütün halkı, kentten kaçtı. Ticaret yaşamı tümüyle felce uğramıştı ve ekmek kıtlığı baş göstermişti. Samsunda bile olağan zamanlara göre daha az ekmek bulunabiliyordu, çünkü bu kentte bütün fırıncılar fırınlarını kapamış, Çerkeslerin getirdiği tifüs ve çiçek hastalıklarına yakalanmamak için [kentten] kaçmışlardı. Aralık ile 1864 yılı Şubatının ortası arasındaki dönemde Trabzon'da hastalık nedeniyle ölenlerin sayısına ilişkin olarak daha önce aktardığımız sayılar gösteriyor ki yörenin yerlileri, her ne kadar göçmenler arasında görüldüğü kadar yüksek oranda ölüm felâketine uğramamış idiyseler de, kendi geleceklerinden pek korkmalı idiler. Çerkeslerin iskân edildiği her yerde, yerli müslümanlar arasında da böylesine [yüksek sayıda] ölümler görüldü. Önceleri, sığıntılar, kamplarda ya da kamu yapılarında, ticaret yapılarında bir arada olmak üzere yerleştiriliyordu. Daha sonra kırsal alanlara dağıtıldılar ve kamplarda yoğunlaşmış hastalığı yaydılar. Haziran ayında, içlerinde ishalin [dizanteri kastediliyor] ve tifüs'ün pek yayılmış bulunduğu 2000 Çerkeş göçmen, Uşak'a geldi. Bunlar önce han'lara ve yerlilerin [zaten] kalabalık sayıda insan oturan evlerinde barındırıldılar, ama sonra kentin kuzeydoğu yanındaki köylere dağıtıldılar. Bunların yerli halkla temasa gelmesi, önce barsak rahatsızlıklarını, çok geçmeden de tifüs'ü yaydı. Altı aylık bir süre içinde (Hazirandan Kasıma kadar) 500 müslüman hastalığa yakalandı, bunlardan 200'ü öldü; hristiyanlardan da 100'ü hasta oldu ama onların içinde yalnız 20'si öldü. Tüm imparatorluk ülkesindeki köylerde, Çerkeslerin göçmen gelişinin etkileri duyuldu. Osmanlılarda, yeni gelenlerin iskânı sorunuyla başa çıkmak için ne yeterli finans kaynağı ne de yönetim örgütünde uzman insan gücü vardı; bu nedenle, kendi yörelerine gönderilen Çerkeslerin derdine derman olma işi yerel birimlere bırakıldı. Köylülerin çalışmasıyla ve giderini üstlenmesiyle, evler yapıldı, tahıl sağlandı; onlara [yerlilere] kendi çileleri için üstelik bir de bedel ödemek zorunda bırakılmışlar gibi gelmiş olmalı, çünkü Çerkeslerin iskân edildikleri yörede talana giriştikleri söylentisi çabucak yayıldı. Köylü takımından, evvelce var olmayan bir yükümlülük getirilmesiyle yeni ödemeler istenmesi besbelli ki öfkeye yol açar; ama, kendilerinden korkmak için nedenleri varken yanıbaşlarına iskân edildiğini gördükleri bazı kimseler [göçmen gelmiş Kafkasyalılar] için bir de kendilerinin [gider katkısı vb. olarak] ödeme yapma zorunda kalmaları, iskân alanı seçilmiş köylerin nice zamandır ne çileler çekmiş Anadolulu, Bulgar, Suriyeli köylülerine bile katlanılmaz ölçüde aşırı ağır gelmiş olsa gerek [63]. Kafkasya limanlarının Ruslarca ele geçirilmesi ve gerek kentlerde gerek kentlerin art ülkelerinde müslüman nüfusun yerine hristiyanların geçirilmesi çok büyük ekonomik kopukluklara yol açtı. Doğu Karadeniz yöresinde geleneksel ticaret ilişkilerinin çoğunu müslüman tacirler yürütmekteydi; Rusya, müslümanların ticaret etkinliği son bulsun diye elinden ne geliyorsa yaptı. Rus eylemleri çoğu kez zorbaca hatta katilce idi. Osmanlıların kıyı ticareti yürüten takaları Ruslarca tahrib ediliyordu ve bu da geleneksel modelde balıkçılık ve ticaret etkinliğine zarar veriyordu [64]. Ama Rusların müslümanlarca yürütülen ticarete karşı sürdürdüğü etkinliğin ağırlıklı kaynağı yönetim örgütü idi. Abazaların göçe çıkması sıralarında, Karadeniz kıyısında yaşayan Türk ticaret adamlarına yasa dışı vergiler yüklendi. Tacirlere, eğer bu vergileri ödemezlerse kendilerinin de Abazaların yanı sıra ülkeden kovulacakları söylendi . Çerkesler Osmanlı imparatorluğunda Kırım Tatarları, Osmanlı imparatorluğunda yerleştikten sonra olağan yaşama çabucak geçmişlerdi. Başlangıçta duydukları iç sızısı geçince, Osmanlı hükümetinin sağladığı çiftliklere gittiler ve yeniden tarımsal üretim emekçisi kimliklerine döndüler. Dilleri ve gelenekleri, çevrelerindeki yerli Türklerden pek az farklı idi, sonuçta [kolayca] özümsendiler. Onlarla Türk dostları arasında tek fark, çocuklarına anlatacakları anıların içeriğinde idi. Oysa, durum Çerkesler için böyle değildi. Çerkesler Türkçe konuşmadıktan başka, ağırlıklı olarak tarım emekçisi kimliğinde değillerdi. Tatarların tersine, onlar, imparatorluğun diline ve göreneklerine özümsenmelerinin sağlanması gereken, dil açısından yabancı bir halk idiler. Çoğu, özellikle de kendilerine Balkanlarda yahut Anadoluda bereketli topraklar verilmiş olanlar, yaratıcı bir varlık sürdürmek üzere, yerleşik yaşama geçtiler. Ancak yaşamalarına yetecek ölçüde verim sağlayan topraklara yerleştirilen bazı diğerleri ise, geçim yolu olarak talancılığı yürütmeğe koyuldu ve bunların çevresindeki herkes, gerek hristiyanlar gerek müslümanlar, verdikleri zarardan dolayı çile çekti. Tatarların gelişi imparatorlukta olumlu etkilere yol açmışken, Çerkeslerin etkisi, hiç değilse ülkedeki yeni yaşantılarının başlangıç döneminde, alacalı idi [yarar sağlayanı da, zarar vereni de vardı]. Bir hayli zaman boyunca, bunların, Türk toplumunun yaşantısı içinde olağan bir parça niteliğiyle "durmuş oturmuş" halde bulundukları söylenemez.  
Türkiye Diasporası 
  Kuzey Kafkasyalılar, Rus imparatorlarının yüzlerce yıl süren saldırılarıyla büyük bir soykırıma uğradı. Kaynakların ve direncin tükenmesiyle 6 Eylül 1859'da (Şamil'in teslimiyle) Kuzeydoğu Kafkasya; 21 Mayıs 1864'de de Kuzeybatı Kafkasya tamamen sustu. Çarın muzaffer komutanı Grandük Mişel’in, “Ya Rusya’nın içlerine yerleşmeyi kabul edersiniz, ya da ülkeyi terk edersiniz” ültimatomu ardından da kitleler halinde ülkelerinden atıldılar. 1859 - 1866 yılları arasındaki “Büyük Sürgün” döneminde Kafkasya’dan Adigeler ile Abazalar % 80 - 85 düzeyinde; Ubıhlar tamamıyla; Oset, Çeçen ve Dağıstanlılardan da ayrı ayrı % 5 - 10 oranlarında olmak üzere 1.500.000 den fazla insan anayurtlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum limanlarında gemilere “istif edilen” Kafkasyalılardan sağ kalanlar, Balkanlar’da Köstence, Burgaz, Varna; Anadolu’da İstanbul, Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarına indirildi. 1865 - 1866 sürgünü ile Osmanlı – Rus harbinden sonraki 1878 sürgününde gelenler ise Çeçen, Dağıstanlı, Asetin ve Kabardey muhacirler olup, genelde karadan gelmişlerdir. Sürgünler “halifenin ülkesinde” hayata tutunma mücadelesi verirken, geride bıraktıkları topraklarına Slavlar, Kozaklar, Gürcüler, Ermeniler ve Rumlar yerleştiriliyordu. Kuzey Kafkasyalılar'ın göçürülmesi süreci, Rusya’da Bolşevik rejiminin kuruluşundan sonra dahi devam etmiştir.

YENİ ÜLKE…
Kafkas sürgünleri, Osmanlı Devleti’nin böylesine ani ve kitlesel göçlere hazırlıklı bulunmaması nedeniyle, çıkış limanlarında, yollarda ve ilk yerleşim yerlerinde fiziki uyumsuzluk, salgın hastalıklar, özellikle sıtma v.b. nedenlerle 500 bin civarında kayıp verdiler. Doktor Şerafettin Mağmumi’nin 1910 yılında yazdığına göre, Kafkasların yayla havasından gelmiş 74 bin insanın, sıcaklığıyla meşhur Çukurova’ya yerleştirilmesi sonucu bir-iki yılda sayıları 4 binlere düştü. Kıbrıs'a gönderilen 2600 kişiden bir yıl sonra hayatta kalanların sayısı sadece 218’di. Osmanlı yönetimi Kuzey Kafkasyalı mültecileri, - İmha tehditi altında olmaları, - İslamlık sıfatı ve devletin toleransına olan güvenden kaynaklanan müracaatları, - Boş devlet arazilerinin imarı ve yeni üretim gruplarının ekonomiye katılması, - Gelen göçmenlerin muharebe güçlerinin üstünlüğü, - Sadakatlarından istifadeyle devlet otoritesi tanımayan konar-göçerlerin medenileştirilmesine sağlayacakları katkıyı... düşünerek kabul etmiştir. İSKAN Başlangıçta (1856), göçmenlerin din ve mezhebine bakılmaksızın 10 sene vergilerden, yirmibeş sene askerlikten muaf tutulmasına, hemen çadır verilmesine, fakirlerin evlerinin devlet tarafından yapılmasına, çiftçilik için hayvan ve techizat teminine, tohumluk ve yemeklik verilmesine, asayişlerinin teminine… dair emirleri bildiren talimatnameler yazılmışsa da, ilerleyen zamanda gelen kitlenin devletin imkanlarını aşan bir sınıra dayanması sebebiyle, yine herkese toprak verilmiş fakat diğer yardımlar sadece çok düşkünlere günlük tayın, askerlik muafiyetlerinin 5 seneye, vergi muafiyetlerinin de 3 seneye indirilmesine çevrilmiştir (1864). Hükümet gelenleri zorunlu iskana tabi tutmanın uygunsuz olacağını, muhacirlerin nefretine yol açacağını dikkate alarak, iskanının sağlanmasından sonra istedikleri yerlere gitmekte serbest olduklarını fakat bu sefer yapılan yardımların gidilen yerde tekrar verilmeyeceğini hatırlatıyordu. Kafkas sürgünleri yönetim tarafından belli bir plan dahilinde iskan edildiler. Yerleşimlerde hem ülkenin seyrelen nüfus dokusunu sıkılaştırmak, hem Müslümanların azınlık olduğu bölgelerde İslam nüfusunu artırmak, hem de muharebe yeteneklerinden azami istifade edebilmeye dikkat ediliyordu. Anadolu içlerinde bazı bölgelere, her 5 yerleşik aileye bir kuzey Kafkasyalı aile denk gelecek şekilde yerleştirilerek bölgesel yoğunluk oluşturmaları önlendi. Anadoluda bugün dahi nüfusu 150 haneyi aşan Kafkas kökenlilere ait bir köy bulmak son derece zordur. Sorunlu bölgelerde tampon olma, bataklıkları ıslah ve tarıma kazandırma, özellikle Marmara bölgesinde bozulmuş olan müslüman nüfus dengesini düzeltme ve ordunun asker ihtiyacını karşılamada Çerkes sürgünlerden olabildiğince faydalanılmaya çalışılmış, Suriye, Filistin ve Balkan hudut bölgelerine yerleştirilmiştir . Kafkas sürgünleri, Osmanlı İskan Politikaları doğrultusunda iki ana hat üzerinde yerleştirildiler: 1 - Sinop, Samsun, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Yozgat, Kayseri, Kahramanmaraş çizgisini izleyen ilk yerleşim bölgesi Hatay’da Türkiye Cumhuriyeti topraklarından çıkarak bugünkü, Suriye ve Ürdün topraklarında devam etmektedir. Bu hattın çevresindeki Muş, Kars, Adana vb. illerde de Kafkas kökenlilere ait yerleşim yerleri bulunmaktadır. 2 - İkinci bir hat ise yine kabaca, Güney Marmara yöresindeki Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli, Düzce illeri boyunca uzanmaktadır. Ayrıca Kütahya, Afyon, Konya, Aydın vb. illerde de yer yer küçük kafkas köylerine rastlanmaktadır.
YİNE SAVAŞ, YİNE SÜRGÜN… Geri dönmek ve anayurtlarını Rus bağımlılığından kurtarmak kararında olan Çerkes göçmenler, 1877 - 1878 harbinde, kendi atları ve silahları ile gönüllü olarak akın akın Anadolu ve Rumeli’deki cephelere koştular. Süvari güçlerinin neredeyse tamamını Kafkasyalı göçmenler oluşturdu. Kafkas savaşlarının son kahramanlarından Hacı Giranduk Berzeg ile Müşir Mocan Rauf Paşa, Mirliva Dağıstanlı Mehmet Muhlis Paşa, Mirliva Karzeg Dilaver Paşa ve Ferik Tuğa Fuat Paşa komutasındaki Adige, Ubıh ve Abhazlar’dan oluşan gönüllüler Rumeli’de; İmam Şamil’in oğlu Gazi Muhammed Paşa, Musa Kundukh Paşa ve 2. Tümen Komutanı Bıjnav Muhlis Paşa emrindeki Düzce, Sivas, Tokat ve Samsun bölgesinden orduya katılan Adige ve Abhazlar Kars cephesinde; Marmara bölgesi Çerkesleri, Çaçba Hasan ve Maan Kamlat gibi komutanların önderliğinde Kafkasya’ya yapılan çıkartmalarda görev aldılarsa da şansları yaver gitmedi. Abhazya’ya yapılan çıkartma başarısızlıkla sonuçlanırken Abhazya’dan toplu olarak 50.000 kişi; Dağıstan yöresinden de binlerce Kafkaslı daha yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. 14 yıl önce Balkanlara yerleştirilen Çerkesler de, 1878 yılının 3 Mart‘ında imzalanan Ayastefanos ve aynı yılın 13 Haziran’ında imzalanan Berlin anlaşmaları gereğince Suriye, Filistin ve Anadolu’ya nakledildiler. Balkanlarda iskan edilen Kafkas sürgünleri ikinci kez göç ettirilmiş oldu.  
TUTUNMA DÖNEMİ 
Zorunlu göçler Kuzey Kafkasya halkları için tam bir yıkım oldu. Yerleştirildikleri bölgelerde, devlet tarafından kendilerine gösterilen arazileri o güne kadar yayla, otlak v.d. şekillerde kullanmakta olan yerli halkla çatışmalara girmek zorunda kaldılar. Başlarını sokabilecekleri evlerini yapmak, verilen arazileri ıslah etmek, ekip dikmek, kendi ihtiyaçlarını görebilir hale gelmek yıllarını aldı. Çaresiz kalanlar başıbozukluk yaparak çevrelerine rahatsızlık verdi. Ancak güçlü olabilenler ayakta kaldı. Sürgündeki büyük kesimin, asgari geçim şartlarını sağlayabilme mücadelesi en az 1900’lü yılların başlarına kadar sürdü. … Bu arada, Ürdün’e, Suriye’ye giden Çerkesler gibi Osmanlı’ya gelen Kafkas kökenli bir kısım elit de, daha önceki yıllarda gelmiş ve sarayda vazife almış soydaşlarının da yol göstermesiyle kısa zamanda Saray ile iyi ilişkiler kurmayı başarmış ve devlet yönetiminde yer almışlardı. Osmanlı yönetimi de, Osmanlı-Rus Savaşları’nda kendi safında yer alan Kafkasyalılara devletin kapılarını açmıştı. Kurulan bu iyi ilişkiler sonucu Kafkasyalılar Osmanlı’da hem asker, hem de sivil bürokraside önemli mevkilere gelmişlerdir. Türkiye Diasporası Kuzey Kafkasyalılar, Rus imparatorlarının yüzlerce yıl süren saldırılarıyla büyük bir soykırıma uğradı. Kaynakların ve direncin tükenmesiyle 6 Eylül 1859'da (Şamil'in teslimiyle) Kuzeydoğu Kafkasya; 21 Mayıs 1864'de de Kuzeybatı Kafkasya tamamen sustu. Çarın muzaffer komutanı Grandük Mişel’in, “Ya Rusya’nın içlerine yerleşmeyi kabul edersiniz, ya da ülkeyi terk edersiniz” ültimatomu ardından da kitleler halinde ülkelerinden atıldılar. 1859 - 1866 yılları arasındaki “Büyük Sürgün” döneminde Kafkasya’dan Adigeler ile Abazalar % 80 - 85 düzeyinde; Ubıhlar tamamıyla; Oset, Çeçen ve Dağıstanlılardan da ayrı ayrı % 5 - 10 oranlarında olmak üzere 1.500.000 den fazla insan anayurtlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum limanlarında gemilere “istif edilen” Kafkasyalılardan sağ kalanlar, Balkanlar’da Köstence, Burgaz, Varna; Anadolu’da İstanbul, Sinop, Samsun ve Trabzon limanlarına indirildi. 1865 - 1866 sürgünü ile Osmanlı – Rus harbinden sonraki 1878 sürgününde gelenler ise Çeçen, Dağıstanlı, Asetin ve Kabardey muhacirler olup, genelde karadan gelmişlerdir. Sürgünler “halifenin ülkesinde” hayata tutunma mücadelesi verirken, geride bıraktıkları topraklarına Slavlar, Kozaklar, Gürcüler, Ermeniler ve Rumlar yerleştiriliyordu. Kuzey Kafkasyalılar'ın göçürülmesi süreci, Rusya’da Bolşevik rejiminin kuruluşundan sonra dahi devam etmiştir. Sonuç Yerine 18. yüzyıl başlarında Rusya’nın tahtına Deli Petro olarak da anılan Birinci Petro’nun geçmesiyle, Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası millî bir hedef ve siyaset olarak benimsenmişti. 1722 yılında Doğu Kafkaslardaki Dağıstan üzerinden Kafkasya’yı işgal planını uygulamaya sokan Rusya o tarihten başlayarak, Sovyetler Birliğinin kurluduğu tarihe kadar insanlık tarihinde eşi ender görülecek bir soykırım uygulamış, işgal, talan, öldurme ve en nihayet sürgünle milyonlarca Müslüman Kafkas halkını zorla kendi topraklarından sürmüştür. Bu politikalar Bolşevik ihtilalinden sonrda devam etmiş, ana yurtlarında kalabilmiş bir avuç çerkes halkı da anayurtlarından sürülmeye devam etmiştüir. Bu gün Rusya Federasyonu içerisinde, Balkar-Kabardey, Karaçay Çerkesk, Adigey, Kuzey ve Güney Osetya, Dağıstan ve Çeçenistanda azınlık durumuna düşürülmüşlerdir. Dünya üzerindeki en yoğun çerkes nüfus Türkiye’de yaşamaktadır. Türkiye’nin dışında hemen hemen tüm dünyaya yayılmış olan çerkes diyasporası, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a (Libya) bir defada 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgesi ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır. Büyük Çerkes tehciri çerkes toplumunda onulmaz yaralar açmıştır. Maalesef bugun koskoca bir ulus yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. En yoğun nufusun yaşadığı Türkiye’de meydana gelen sosyal değişimler çerkesleri de derin den etkilemiş, yaşanan yoğun göçle birlikte dillerini, kültürlerini ve geleneklerini kaybetmeye başlamışlardır. Korkarım ki, bir asırdan fazladır Anadolu yaşayan çerkesler, bir asır sonra sadece folklorik ve tarihi bir anı olarak kalacak, kilimdeki en güzel desenlerden biri daha yok olacaktır. 1877'deki Abhaz sığınmacılara ait bir mezarlık Kocaeli'nin Kandıra ilçesi Kefken mevkiinde, deniz kıyısında bulunmaktadır. Her yıl 21 Mayıs günü, bir Anıt Mezarlık haline getirilen bu yerde, Türkiye’deki Abhaz ve Kafkas (Adıge, vd) sivil toplum kuruluşları öncülüğünde toplanılmakta, dua edilmekte, gece ateş yakılarak ve denize çelenkler bırakılarak geçmişin üzücü anıları yaşatılmakta, ayrıca aynı gün İstanbul'da Üsküdar Kız Kulesi önünde toplanılıp sürgünde ölenler anısına Boğaz'a çelenkler bırakılmakta, daha başka yerlerde de benzeri etkinlikler düzenlenmekte, Çerkeslerin bulunduğu birçok ülkede de 21 Mayıs bir Yas Günü olarak anılmaktadır. Bu anmalar her yıl düzenlenen bölgesel etkinlikler olan Kafkas İlkbahar Şenlikleri'nde de sürdürülmektedir. Buralarda da günün anlamına ilişkin konuşmalar yapılmakta,müzik,dans ve tiyatral gösteriler sunulmaktadır.Ayrıca her yıl,sürgünde ölenler ve Anayurt şehitleri adına Çanakkale'nin Biga ilçesinin Hacıköy ve Kocaeli Merkez ilçesinin Uzuntarla köylerinde anma toplantıları yapılmakta,İstanbul'un tanınmış eski mevlithanlarından,Adıge folkloru derlemecisi ve Adıgece mevlidi Adıge makamı dışında, Türkçe makama uyarlayıp kayda geçiren ve çoğaltan Adıge-Şapsığ asıllı Hafız Fahrettin Abatay (Guser)'in er(doğ.1934) sesi ve daha başka hafızların,ayrıca her yıl Adigey'den gelen hafız ve konukların katılımı ile törenler yapılmakta ve Adıgece Mevlid okunmaktadır. Bunca yaşanan acı ve trajediye rağmen, bugün Türkiye’nin ve dünyanın entelektüel alanında bir çok çekerkesin önemli yerler işgal etmelerine rağmen bu trajedi anlatılamımış, Türk edebiyatında birkaç eserde bir iki eser dışında bu acı yer bulamamış, yarım yamalak çekilmiş bir iki belgesel ve Ürdün’de çekilen ve henüz Türkiye’de vizoyana girmeyen bir iki filme konu olabilimiştir. Bugün Türk insanının Yahudilerin hatta Kızılderilerin acıklı hikayelerini en ince ayrıntısı ile bildiklerini varsaydığımızda çerkes soykırımı kelimenin tam anlamıyla yetim bir trajedidir.
Justin McCarthy,Ölüm ve Sürgün İnkılap Yayınları, İstanbul,1988 S.35
Kemal Karpat Kafkas Dernekleri Federasyonu ile Ankara Kafkas Derneği’nin Ankara Milli Kütüphane Konferans Salonu’nda ortak düzenledikleri “Çerkes Sürgünü” Konulu panel, www.kafkasfederasyonu.org
Abdullah TEMİZKAN, Rusya Ve Osmanlı Devleti'nin Kafkas-Ötesinde Nüfuz Mücadelesi, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi cİlt. VL Sayı 2, Sayfa: 447-462, İZMİR 2006.
Justin Mc. Curty Sürgün ve Ölüm S.36 Justin Mc. Curty Sürgün ve Ölüm S.36-39
H. YAZICI-M. DEMİREL: “93 Harbi” (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı)’ndan Sonra Eskişehir’e Yerleştirilen Göçmenler, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 29 Erzurum 2006 ,
Prof. Dr. Zeki Başar Özel Sayısı TAED 29, s.267 * Göçe ilişkin çelişkili rakamlar var, bu sayıya karayoluyla gelen ve daha sonradan göç eden çerkes nufus dahil edilmemiştir. Kemal Karpat bu rakamı 2 milyon olarak veriyor ve 5 yüz binin telef olduğunu söylüyor.
H. YAZICI-M. DEMİREL; agm s.271
Justin McCarthy age. S.57
Stephen D. SHENFIELD the cırcassıans - a forgotten genocıde? S.4, www.CircassianWorld.com
Dr. Jülide AKYÜZ, Göç Yollarında; Kafkaslardan Anadolu’ya Göç Hareketleri, bilig dergisi Yaz / 2008 sayı 46: 37-56
Dr. Jülide AKYÜZ, agm
Dr. Jülide AKYÜZ, agm;
Stephen D. SHENFIELD agm
justin Mc Carty age,
Hilmi BAYRAKTAR, Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar (1869–1907) * TÜRKİYAT ARASTIRMALARI DERGİSİ • 405
Prof DR. Ufuk TAVKUL,BAL-TAM Türklük Bilgisi (Kosova-Priştine), 3 (8), Mart 2008, 1-20. Ufuk Tavkul ve diğerleri

İMARET DERGİSİ 3. SAYIDAN  ALINTIDIR