Çocukluk, her insanın hayatının en güzel dönemlerini yaşadığı ancak çeşitli nedenlerle bu güzel yılların içinden sıyrılarak sonraki yaşlara gelmiş ve hala geçmişe nostalji olarak baktığı dönemdir. Sıyrılarak dedim çünkü çevremizde ya da bizzat kendi düşüncelerimizde, hayallerimizde “Çocukluğumu yaşayamadım... Hiç şu oyuncağım olmadı… Hiç şunu yapamadım…” gibi sözleri hep duyarız. İnsan içinde bulunduğu şartlardan bir türlü mutlu olmuyor, olmadığı için de mutluluğun vazgeçilmez adresi olan çocukluğu hatırlama gereği duyuyor. Tabii istisnalar hariç... Kim kötü geçmiş bir çocukluğa nostaljik özlem duyar ki? Mutluluğu çocukluğumuza bakarak geçmişte arıyoruz ama ne acıdır ki o çocukluğumuzu yeteri kadar anlamlı geçiremiyoruz. Geçirmemize de izin vermedikleri için yine, kendimizi bir hüzün içinde buluyoruz. 
Son zamanlarda toplumumuzun yaşam standartları yükselse de yükselen bu olanaklarda hala çocuklarımızı ihmal etmede üstümüze yok. Şu bir gerçektir ki biz tüm insani duygularımıza doğuştan sahibiz. Ne yazık ki yaşam standartlarının yükseldiğini söylediğimiz bu dönemlerde hala aileye daha doğrusu çocuklara yeteri kadar önem verilmemekle birlikte anne-babalar da çocuklarına gerekli ilgiyi göstermiyorlar. Çocuklar toplum içinde en küçük birey olarak var olsalar da aslında gelecekte toplumu ileri seviyelere taşıyacak olanlar yine bugünün çocukları değil midir?
“Çocuk eşittir anne babadır .”sözü aslında büyük toplumun şekillenmesinde nasıl da ailenin önemine dikkat çekmektedir. Aileye verilen önem aynı zamanda çocuklarımıza da verilmiştir; çünkü çocuk her şeyi anne babasının adım attığı yerlere adım atarak öğrenir. Dedim ya aslında her birey gülmek, ağlamak ve mutlu olmak gibi insana ait duygulara doğuştan sahip olmaktadır ama görüyoruz ki içinde bulunduğumuz dönemde mutlu insanlardan bahsetmek pek mümkün değildir. Mümkün müdür? Hayır. Çünkü çocukluğumuz elimizden alınıyor bunun sebebi yine aile ortamıdır. Ailede gözlerini açan çocuk yine birçok gelişim unsurlarını anne babalarından kısaca ailelerinden öğrenerek kazanırlar ama ne yazık ki iyi bir aile modeli yoksa çocukluğunu tam yaşayan, içinde yaşadığı zamandan mutlu olan bireylerden söz etmek de mümkün değildir.
Şu hikayeyi çoğumuz biliriz. Bir baba evde her gün televizyonda belgesel izlermiş. Bir gün bakmış televizyon çalışmıyor, tutmuş tamirciye götürmüş. Tamirci açmış televizyonun arkasını ama şaşkınlığı yüzüne yansımış çünkü televizyonun arkası ekmek kırıntıları ile doluymuş. Baba da tamirci de bu duruma anlam verememiş. Eve televizyonu getiren baba hala şaşkınlıkla olanları düşünüyormuş ama nasıl olduğunu bir türlü anlayamıyormuş. Yine bir akşam Afrika belgeseli izliyormuş tabi evdeki beş yaşında olan çocuk da babasıyla beraber izliyormuş. Çocuk belgeselde karnı sırtına yapışmış, dudakları susuzluktan çatlamış çocukları görünce elindeki ekmek parçalarını televizyonun arkasındaki küçük deliklerden içeri atmaya başlamış. Bu durum karşısında baba iyice şaşkına dönmüş ama içinde biriken kırıntıların nasıl olduğunu da anlamış. Şimdi bu çocuğu düşünelim merhamet duygusunun o yaşlarda olmasına rağmen sonradan nasıl oluyor da çocuklarımızda bu duygular kayboluyor? İşte her şey anne ve baba da bitiyor. Çocuk anne babalarının yürüdükleri adımları izler. Bundan dolayı aileye verilen önem çocuklara verilmiştir çünkü çocuk eşittir anne-babadır.
Çocuklarımıza verilen önemi tekrar düşünelim, sizce çocuklarımızda da yaşam standardı artıyor mu? Bence cevap hala hayır çünkü aile sorunlarının yaşandığı, her geçen gün boşanmaların arttığı ve her gün cinayete kurban giden kadınların olduğu sözde standarttı yükselen bu toplumda; aileye, kadına verilmeyen önem çocuklara nasıl verilsin? Bu yüzden çocuklara üretken olmayan, duygusuz, suçlu gibi ithamlarda bulunulsa da aslında o ithamlar tam da bize yöneltilmiştir. Asıl sorumlu, çocuklarımıza önem vermeyen biz ebeveynlerde…
ERKAN İSPİR
K.M.Ü SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ