İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi 2011 yılında açıkladığı ‘Toplu Mezar Raporu’nu, aradan geçen 3 yılın ardından güncelleyerek yeniden kamuoyu ile paylaştı. Raporda yer alan verilere göre, 2011 yılına göre iddia edilen ve açılan toplu mezar sayısında artış olduğu görülürken, 25 ilde yapılan incelemelerde 348 toplu mezarda 4 bin 201 kişinin bulunduğu ifade edildi.

İHD Diyarbakır Şubesi tarafından 2011 yılında açıklanan ‘Toplu Mezar Raporu’, şubenin yaptığı güncellemeler kapsamında bir basın toplantısı ile yeniden kamuoyu ile paylaşıldı. İHD Diyarbakır Şube binasından düzenlenen toplantıya İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici, Bölge Temsilcisi Abdusselam İnceören, Şube Yönetim Kurulu Üyeleri Dr Havva Aslan, Av. Bünyamin Şeker ve Emin Ermin katıldı.

Raporda yer alan verileri açıklamadan önce hazırlanan basın metnini okuyan İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici, aradan geçen 3 yılın ardından edindikleri yeni ve gerçek bilgiler ışığında raporu yeniden güncellediklerini belirtti. Açıkladıkları yeni raporun ardından yeni bilgiler edinmeye devam edeceklerini belirten Bilici, "40 yıla varan savaş ve çatışmalı süreç, bölge insanlarında çok büyük bir yıkım ve tahribat yarattı. 17 bin olarak ifade edilen kayıp ve faili meçhul cinayetlerin olduğu ve akıbetlerinin bilinmediği bir coğrafyada, bastığımız her karış toprağın bir toplu mezar yeri olma ihtimali var. Geçmişte bu coğrafyada katliamlar, soykırımlar ve acılar yaşandı. Özellikle son 30 yıldır süren savaş beraberinde büyük yıkımlar getirdi. Kayıplar, faili meçhul cinayetler ve toplu mezarlar yaşanan bu tahribatın en somut gerçekliğidir. Yapılan tüm bu çağrılar, kampanyalar ve suç duyurularına rağmen, kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması konusunda devletin bir çalışması olmadı. Kayıpların ve faili meçhul cinayetlerin failleri hakkında yapılan suç duyuruları yanıtsız kalırken, toplu mezarların açılması için yapılan başvurular ya yanıtsız kaldı veya mezarlar usulüne uygun açılmadı. Zorla kaybettirmeler ve toplu mezarlar, uluslararası hukukun ve insani değerlerin ihlal edilmesi gerçeğinden yola çıkarak, bu suçların insanlığa karşı işlenmiş suçlar olduğunu söylemekte yarar vardır" dedi.

Geçmiş yıllarda yapılan yanlış uygulamalar, artık gizlenemez bir gerçeklik olarak var olduğunu anlatan Bilici, "Gözaltına alınarak veya kaçırılmak suretiyle kaybedilen siviller, çatışmalarda öldürülen insanlar, artık toplu mezarlarda veya herhangi bir arazide gizlenmiş şekilde ortaya çıkıyor. Gerek yakın tarihte, gerekse de 1915 yılında gerçekleşen Ermeni soykırımından günümüze kadar birçok katliam yapıldığı ve bu katliamlarla yüzleşme cesareti gösterilmediği bilinen bir gerçektir" diye konuştu.

Güncelleyerek yayınladıkları raporun amacının toplu mezarlar ile ilgili farkındalık oluşturmanın yanı sıra, gerçeklikler ve geçmişte yaşananlarla yüzleşmenin sağlanmasına katkıda bulunmak olarak açıklayan Bilici, geçmişle yüzleşme ve hakikatin önemine değinerek, "Ancak bizlerin mutlak suretle ulaşmaya çalıştığımız bu hakikate, devlet açısından hiçbir zaman görülmemesi gereken bir kabus olmuştur. Ancak, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılması mağdurlar açısından vazgeçilmez bir haktır. Yaşananlar görünmez kılınarak, ihlaller gösterilmeyerek, failler bilinse de kurumsal bağlantıları gizlenerek hakikatler çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Bazen tazmin ve telafi yoluna başvurarak, yargılamanın önü kapatılmak istenmektedir. Öte yandan çoğu zaman mağdurlar ile ilgili yüzleşme gerçekleşirken, faillere yönelik hakikatler ortaya çıkarılmamaktadır. Veya tam tersi failler ortaya çıkarılarak, mağdurların yaşadıkları görmezden gelinmektedir. Tüm bunlar hakikati parçalamak anlamına gelmektedir. Oysaki hakikat bir bütündür; hem faillerle ilgilidir, hem mağdurların yaşadıklarını görünür kılmalıdır" şeklinde konuştu.

Raporda sadece sivil kayıplar veya sivil insanlara yönelik uygulamaları ele almadıklarını, 30 yıl boyunca süren ve adına düşük yoğunluklu savaş denilen çatışma ortamında savaş hukukunun da çiğnendiğinin görülmesi gerektiğini belirten Bilici, "PKK’ya karşı yürütülen savaşta sağ yakalan örgüt mensuplarının infaz edilmesi, toplu halde infaz edilenlerin toplu mezarlara gömülmesi, kimilerinin uzuvlarının kesilmesi, ölü bedenlere işkence uygulamaları, kimyasal silah kullanım iddiasıyla toplu imhaların gerçekleştirilmesi, bu süreçte çokça rastlanan olaylar olmuştur. İşte uygulanan bu vahşetler gerek Cenevre Savaş Hukuku, gerekse evrensel insan hakları ilkelerine aykırılık teşkil eden uygulamalardır" ifadelerini kullandı.

JİTEM ve benzeri yapıların, köy korucularının, Hizbullah gibi yapılanmalarının, tüm bu uygulamaların birinci dereceden sorumluları olduklarını ifade eden Bilici, "Geçmişte işlenen birçok suç bugün zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu da şu anlama gelmektedir; 20 yılı aşan suçlarda zaman aşımı devreye girecek ve birçok suçlu cezasız kalacaktır. Oysaki yukarıda bahsettiğimiz tüm suçlar ’insanlığa karşı işlenmiş suçlar’ kategorisinde değerlendirilmelidir" dedi.

Bilici son olarak, geçmişle yüzleşmenin toplumsal barış ve yaşanılabilir bir dünyanın inşasında önemli katkılar sağlayacak bir süreç olduğunu inandıklarını belirterek, toplu mezarlar ile ilgili şu talepleri sıraladı:

"Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin araştırılması için, tarafsız ve güvenilir bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalıdır. Komisyon yasalar çerçevesinde yetkilendirilerek, çalışmaları için tüm kolaylıkların sağlanmalıdır. Türkiye, ’BM Tüm Kişilerin Zorla Kaybetmeye Karşı Korunması İçin Uluslararası Sözleşme’yi imzalamalı ve sözleşmenin gereklerini yerine getirmelidir. Geçmişte devlet görevlilerinin ve devlet içerisindeki farklı yapılanmaların işlemiş olduğu suçların ’insanlığa karşı işlenmiş suçlar’ olarak değerlendirilerek, bu tür suçlarda zaman aşımı gerekçesiyle faillerin cezasız kalması önlenmelidir. Toplu mezarlardaki kimliklendirme çalışmalarını yürütmek amacıyla, uzmanların yer aldığı bağımsız ve deneyimli ekiplerin birlikte çalışabileceği ve yöntemi uluslararası bilimsel kuruluşlarca onaylı bağımsız yapılar oluşturulmalı, üniversiteler ilgili çalışmalara dahil edilmelidir.Mezarlardan çıkarılan cenazeler ve insana ait buluntularda yalnızca kimliklendirme yapılmayıp kişilerin ölüm nedenlerinin belirlenmesi ve insan hakları ihlallerinin belirlenmesi de hukuki bir zorunluluktur. Kayıpların aranması ve mezarların açılması Minnesota Otopsi Protokolü ve mezar açmayla ilgili uluslararası standartlara göre yürütülmeli, mezarların iş makineleri ile özensiz ve bir biçimde açılarak kayıplara ait buluntuların tahrip edilmesinin/kaybolmasının önüne geçilmelidir. Mezar açma işlemleri arkeolojik teknikler kullanılarak özenle yapılmalı, mezarların açılması sırasında ortaya çıkacak biyolojik delillerin toplanması ve değerlendirilmesi için adli tıp uzmanları görevlendirilmelidir. Toplu mezar iddiası bulunan yerler mezarlar açılıncaya kadar korunmaya alınmalı, üzerlerinin örtülmesi, yol ve inşaat çalışmaları gibi uygulamalarla tahrip edilmeleri önlenmelidir. Kayıplar ve kayıp yakınlarına ait bilgiler ile DNA örneklerini almak, saklamak ve incelemek için yasal düzenlemeler yapılmalı ve hızla bu yapılarda yer alacak laboratuvar ve birimlerin altyapısının oluşturulmasına başlanmalı, laboratuvar ve birimler arasında güvenli veri paylaşımını sağlayacak bir ağ kurulmalıdır. Adli Tıp Kurumu, yapısı ve vermiş olduğu kararlar nedeniyle, kamuoyu tarafından güvensizlik yaratan ve tarafsız olmayan bir yapı olarak algılanmaktadır. Kayıplar devlete ait suçlara işaret ettiğinden, dünyadaki diğer örneklerde olduğu gibi; çalışmalarının bağımsız, bilimsel ve uzman heyetlerce yürütülmeli veya tanıklığında gerçekleştirilmelidir."