Sekizincisi gerçekleştirilen “Verimlilik” ana temalı “Yerel Zincirler Buluşuyor” Konferans ve Fuarının açılışını Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfekçi yaparken, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı ve Pankobirlik Yönetim Kurulu Başkanı Recep Konuk da konferansın açılış konuşmacısı olarak deneyimlerini aktardı.
Konya Şeker’in hikâyesini ve Konya Şeker’deki değişimi katılımcılarla paylaşan Konuk, Konya Şeker’in kurumsal tarihinde 1952, 1954, 1994, 1999, 2004 ve 2006 olmak üzere 6 ana eşik olduğunu belirterek, “Birincisi kâğıt üzerinde Konya Şeker’in kurulduğu tarihtir. İkincisi yani 1954 bizim ilk fabrikamızın üretime başladığı yıldır. Üçüncüsü yani 1994, sahibi olduğu fabrikaya çiftçinin gerçek anlamda sahip olduğu yıldır. Dördüncüsü yani 1999 Konya Şeker’in strateji değiştirdiği ve üretici ortaklarının vasfını yeniden tanımlayarak bizim ortaklarımız pancar üretir ancak pancar ile birlikte diğer tarımsal ürünleri de üretir diyerek çiftçi ortaklarının ürettiği her ürünü işleyebilecek sanayi yapılanmasını gerçekleştirme kararı verdiği yıldır. Beşincisi yani 2004, yarım asır sonra ikinci bir fabrika kurarak yeni bir yatırım dönemine başladığımız yıldır. Altıncısı yani 2006, markalaşma ile tarladaki üreticiyi rafla buluşturduğumuz yıldır” dedi.

“BİR MARKA ARKASINDAKİ HİKÂYESİ KADAR BÜYÜKTÜR”
Bir markanın arkasındaki hikâye kadar büyük olduğunu ve Konya Şeker'in de arkasında kuvvetli bir hikâyenin olduğunu belirten Konuk, ”1952’de kâğıt üzerinde kurulan o şirket yani Konya Şeker, 1954 yılında şeker fabrikasını üretime başlatmış. Açılışını rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes’in yaptığı o fabrikanın işletmesini devlet üstlenmiş. Yani fabrikayı çiftçi yaptırmış ama devlet işletmiş. Ne zamana kadar 1990’lı yılların ortasına kadar. 1994’de devletin elindeki cüzi miktardaki kamu hissesini pancar üreticileri kooperatiflerine satarak yönetimden tamamen çekilmesiyle birlikte Konya Şeker’de işletmeciliği de çiftçi üstlendi. Yani 1952’de yatırımcı olan çiftçi 1994’de işletmeci de olunca tam manasıyla girişimcilik vasfına erişti. Konya Şeker’i 40 yıl devlet işletti ve bir gün biz çekiliyoruz kârı da zararı da sizin dedi. Önce bocaladık, 2000’li yıllarla birlikte de kendi sistemimizi geliştirdik. Her yatırım bizim için bir antrenman oldu ve bugün hedefimizi daha yükseklere çıkardık ve dedik ki, Türkiye dünyanın en büyük ilk beş tarım ekonomisi içinde olacaksa Konya Şeker’in gıda markası Torku da dünyanın ilk beş gıda markasından biri olacak. Hem üretim çeşidi hem kalitesi hem üretim hacmi hem de cirosuyla. Bu hedefi realize etmek için de 1999’dan beri aralıksız proje üretiyor, her yıl bir önceki yıldan daha fazla yatırım yapıyoruz” dedi.
Tarladaki çiftçinin tüketimden nasıl daha çok pay alabilmesi için kafa yorduklarını ve buna göre strateji kurduklarını belirten Konuk, ”2000’li yıllara adım atarken Konya Şeker çukur bakiyeli bir şirketti. Biz önce verimliliğe yatırım yaptık. Mesela melasta kalan şeker oranı yüksekti, düşürdük. Kullandığımız enerji fazlaydı, azalttık. Otomasyon yatırımlarıyla işçilik maliyetlerini düşürdük. 50 Milyon dolarlık rehabilitasyon yatırımı yaptık. Hemen hemen iki yılda bir o ilk yatırdığımız para kadar parayı kazandık. Bu süreç 2003 yılına kadar sürdü. Yani kendimizi toparlayıp yeni yatırımlar için adım atacak güce yaklaşık 4 yılda ulaştık ve daha ilk gün belirlediğimiz yenilenmiş stratejimizin ilk adımlarını atacak finansal güce kavuştuk” dedi.
“VARLIK SEBEBİMİZ ÇİFTÇİNİN DAHA ÇOK ÜRETMESİ, ÜRETTİĞİNDEN DAHA ÇOK KAZANMASI”
Bir çiftçi kooperatifi olduklarını ve iki tane asli amaçlarının olduğunu belirten Konuk, ”Birincisi üretici ortaklarımızın daha çok üretmesini, ikincisi ürettiklerinden daha çok kazanmasını sağlamak. Daha çok üretmek için ürüne talep oluşturmak gerekiyor. Yani üretilenin satılacağı bir ortam olması gerekiyor. Bunu neyle sağlayacaksınız? Ürünü bir şekilde mamul ürün haline getirip üstünde marka olan bir ambalaja sokmanız gerekiyor. Bu aynı zamanda ikinci amacımızı gerçekleştirmenin de yegâne yoluydu. Yani aradan aracıları çıkarıp son tüketiciden üreticiye daha çok pay almanın tek yolu tarlada tohumla başlayan sürecin rafa kadar içinde olmaktı. Bizim 2006 yılından itibaren markalaşarak yaptığımız tam da budur” dedi.

“KURU MEYVE, ÇEREZ VE ÇEKİRDEKTEN İBARET YERLİ MALLARI YAKLAŞIMININ YARARI YOK, ZARARI ÇOK”
Ülke sanayisinin üretimdeki vizyonunu yenilemesi gerektiğini söyleyen Konuk, tarım ürünleri başta olmak üzere yeraltı ve yerüstü kaynaklarını katma değerli hale getirecek bir atılım yapmanın zorunluluk olduğunu vurguladı. Konya Şeker’in 2000’li yıllardan sonra kalıplaşmış ezberleri değiştirdiğini belirten Konuk, Türkiye’nin de ezberlerinden kurtulması gerektiğini belirtti. Yerli Malları haftasının kaldırılmasını ya da içeriğinin değiştirilmesini öneren Başkan Konuk, ”Yerli Malları haftası bütün okullarda aralık ayında kutlanıyor. Yerli malından anladığımız ne? Fındık, fıstık, mandalina, portakal, kuru incir, kuru üzüm vesaire. Bakıyorsun çocuğun kıyafetine, cebindeki telefona, önündeki bilgisayara hepsi yabancı. Evde, sokakta gördüğü televizyon, otomobil çoğunlukla ithal. Yerli malları ne? Kuru yemiş, çerez çekirdek. Bu çocuğu nasıl motive edeceksiniz büyük hedeflere? Mümkün değil. Aselsan cep telefonları yeni çıktığında cep telefonu üretmişti, onu ayakta tutmaktır bu çağda yerli malı yaklaşımı. Raflardaki krem çikolataların arasına Konya’dakini de sokmaktır. O vizyonu verebileceksek genç nesillere yerli malları haftasını devam ettirelim. Ancak bu haliyle artık yarardan çok zarar veriyor. Gençlerin, evlatlarımızın bu ülkenin vizyonuna inancını baltalıyor. O nedenle ya kaldıralım ya da adını ve içeriğini değiştirelim. Bu ülkenin evlatlarının bu ülkenin hem potansiyelini hem de kabiliyetlerini keşfedeceği bir hafta organize edelim. Mesela yerli malları haftası demeyelim, yerli üretimle buluşma haftası diyelim. Gençlerin sanayinin içine gireceği, üretimi tanıyacağı, teknolojiyi tanıyacağı bir haftaya dönüştürelim” dedi.
Konuk, Yerli malını daha çocuk yaştayken fındıktan fıstıktan ibaret görünce maalesef, üzümü, inciri, fındığı, kayısıyı kasalara doldurup satmayı başarı sayan nesiller yetiştiğini, ama başarının anahtarının o üzümü kekin içine sokup ihraç etmekle, fındığı kakao ile harmanlayıp kavanozun içinde ihraç etmekte olduğunu belirtti. Bunu biz yapmazsak başkaları yapıyor ve biz hamallığını üstleniyoruz, bereketi başkalarına yağıyor diye hayıflanan Konuk, ”Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Amerika’yı yeniden keşfettiğimiz de yok. Türkiye’de örneği az ancak dünyada market raflarının, özellikle gıda raflarının, manav reyonlarının çoğu kooperatif işletmelerinin markalarının ürünleriyle doldurulur. Biz de bir çiftçi kooperatifi markası olarak tarladan raflara bir köprü açmaya çalışıyoruz. Bunda aldığımız önemli mesafeler var, ancak alacağımız mesafe aldığımız mesafeden daha çok” dedi.

“AĞAÇLANDIRMAYI SOSYAL ZORUNLULUK KABUL ETTİK, ÜRÜN AL AĞAÇ DİKELİM YAKLAŞIMINI RED ETTİK”
Üretici açısından ürününü satacağı sağlam alıcıların bulunması, ürüne talep garantisi oluşturulması kadar önemli hususun, tarımsal üretimde sürdürülebilirliği sağlayacak çevre şartları olduğunu belirten Konuk, ”Üretim yapmaya imkan verecek doğal ortam yoksa, ekolojik şartlar uygun değilse siz üretime ne kadar destek olursanız olun netice alma ihtimaliniz olmaz. Bir çiftçi iştiraki olarak bizim en az sanayi yatırımları kadar önem verdiğimiz husus, Konya Ovasında tarımsal üretimde sürdürülebilirliğin ve sürekliliğin sağlamasına yönelik projelerdir. Yani Konya Ovasında ekim dikimin yapılması, ekilen dikilende verimin artması için çevre şartlarının da üretici lehine değişmesi gerekiyordu. Yani ekosistemin bozulması nedeniyle yaşanan verim düşüşüne de müdahil olmamız gerekiyordu. Bunun için ne yaptık, ağaçlandırma çalışmalarını başlattık. Yani doğal iklimleme ile verim artışına dolaylı ancak katkısı tartışılmaz bir önlem geliştirdik. Konya Ovasına satıh esaslı olarak ve tüm Ovanın ekosistemini bir bütün olarak değiştirecek miktarda ağaç ekmeyi hedefledik. Şimdilik 18 milyon ağaçtan fazlasını diktik. Bunların verime olumlu etkisi hissedilmeye başlandı. Bu etki katlanarak artacak. Bazıları için sosyal sorumluluk projeleri bir pazarlama materyalidir, bizim sosyal sorumluluk projelerimiz ise bize göre sosyal zorunluluk projeleridir. Bizim sosyal sorumluk projelerimiz bizim kendi evimize yaptığımız yatırımlardır. Yani bizim Konya Ovasına diktiğimiz her ağaç, kendi bahçemize diktiğimiz ağaçtır. Bazıları için ağaç görsel güzelliktir ancak bizim ortaklarımız için üretimdir, hayattır. Pazarlamadaki arkadaşlarımızın, çalıştığımız reklam ajanslarının bize önerileri oldu. Mesela dediler ki, ağaçlandırmayı pazarlama stratejimize dâhil edelim. Tüketicinin aldığı ürün karşılığı ağaç dikelim önerisinde bulundular. Bu öneri benim detaylarını dinlemeden karşı çıktığım belki de tek öneridir. Ben tüketici ile pazarlık etmem dedim. Bu ülke 78 milyonluk aile. Konya çiftçisi de bu ailenin parçası. Aile içinde pazarlıkla iş olmaz, ben evime dikeceğim ağaç için pazarlık yapmam dedim. Ben ağaçlandırmayı alış veriş olarak görmem, göremem dedim. Başkaları yapıyor. O beni ilgilendirmez. Ben spor olsun diye ağaç dikmiyorum ki, ben bu toprakların ağaca ihtiyacı olduğu için ağaç dikiyorum” dedi.

“TARİH SADECE SAVAŞLARDAN İBARET DEĞİLDİR”
2015 Aralık ayında AB Tarım Komisyonu’nun bir toplantısı için Brüksel’e gittiğini belirten Konuk, ”Yurt dışına her çıktığımda yaptığım gibi yeni bir ürüne rastlar mıyım acaba diye birkaç markete uğradım. O marketlerden birinin atıştırmalık raflarında ülkemizdeki markalardan birinin birkaç çeşit de olsa ürününü gördüm. Hem heyecanlandım, hem hayıflandım. Heyecanlandım çünkü o rafa bu ülkeden giren her ürün başka marka ve ürünlerin de girmesi için referanstır. Hayıflandım çünkü o raflar bu ülkenin ürünleriyle, markalarıyla dolu olabilirdi, eğer bir asır önce hâkim olduğumuz pazarları muhafaza edecek adımları atmış olsaydık. Evet, yanlış duymadınız, yüz yıl önce o pazarlar bizimdi. Marsh Melow yokken lokum vardı. Loli Pop şeker yokken elvan şekeri vardı. Fındık kreması yokken helva vardı. Nerede sadece İstanbul’da değil, Berlin’de, Brüksel’de, Londra’da, Paris’te yani insanların para harcadığı her yerde. Tarih sadece savaşlardan ibaret değil. Ekonominin de bir tarihi var. Ve biz bu ülkenin evlatları olarak tarihten ders çıkarmak mecburiyetindeyiz. Size tarihten bir örnek vereceğim,  1913 yılında yani Birinci Cihan Harbinin bir sene öncesinde İstanbul’da şekerin kilosunun fiyatı 2 kuruştur ve ülkede bir tane bile şeker fabrikası yoktur. Osmanlı İmparatorluğu o yıllarda hemen her kalemde ithalatçıdır, işlenmiş olarak ihracatçı pozisyonunda olduğu en iddialı kalem ise lokum, helva, elvan şekeri gibi şekerli mamullerdir. 1913 yılındaki ihracatı 14 milyon kuruşun üzerindedir. Ancak işin vahim tarafı en önemli ihracat kalemi şekerli mamuller olan ülkemizde ana girdi olarak kullanılan şekerin üretildiği tek bir fabrika yoktur. Yani şekerli mamul ihracatçısı Osmanlı hem tükettiği hem de sanayide kullandığı şekerin tamamını ithal etmektedir. Birinci Cihan Harbinin çıkmasıyla ithalat imkânsız hale gelmiş ve şekerin kilo fiyatı 1917 yılına gelindiğinde 195 kuruşa çıkmıştır. Sonuç şekerli mamuller imalatı yapılamaz hale gelmiş, belki bugün dünya devi olacak firmalarımız hammaddedeki ithalata bağımlılık nedeniyle kapılarına kilit vurmuşlardır. Tarih niçin var, sadece okunsun diye değil herhalde. Bundan bir ders çıkarmamız gerekiyor. Ben kendi namıma o dersi çıkardım. Mutlaka ve mutlaka surette üretim. Vaz geçmek yok ille de üretim, illa ki üretim “ dedi.