CHP Karaman İl Başkanı Av. İsmail Atakan Ünver’den yapılan açıklamada; “71 yıl önce, 1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Almanya’sının orduları, Polonya’ya saldırarak 20. yüzyılın en kanlı savaşını başlatmıştı. Milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına neden olan bu savaşın başlangıç günü olarak kabul edilen 1 Eylül ülkemizde “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmaktadır.

Savaşın sözlüksel tanımı yapılabilir. Ancak savaş, harflerden oluşan tanımlamalardan çok daha öte bir anlam taşır. Savaş insanların ölmesi, yaralanması ya da sakat kalmasının yahut yurdunu kaybetmesinin yanı sıra; ailesini, yakınlarını ve dostlarını kaybetmesi demektir. Korku, acı şiddet ve gözyaşı demektir. Savaş, yalnızca geçmişteki ya da bugünkü mağdurlarını değil, süreğen etkisiyle sonraki kuşakları da örseleyecek ağır bir travmadır.

Savaşlar ilkel topluluklarda, var olabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu iken; vahşi kapitalist dünyada savaş egemenlik kurmanın ötesinde yeni pazarlar ve pazar ilişkileri oluşturmanın yolu haline gelmiştir. “İnsancıl” gerekçelerle tanımlansa ve kutsal isimler verilse bile gerçekte savaş bu çıkar ilişkilerinin bir gereği olarak yeniden üretilen bir süreci anlatmaktadır.

Bazen de emperyal kapitalizmin amaçlarını gerçekleştirmek için başlattığı bir savaştan ve işgalden kurtulabilmek için yapılır savaş. Ulusların var olabilmek ve yaşamını sürdürebilmek için tek çare olan savaşa başvurduğu durumlarda olmuştur dünya tarihinde. Kurtuluş Savaşımız, bu anlamda işgal ve esaretten kurtulabilmek için yapılan savaşlardandır. Başkumandanlık Meydan Savaşından sonra, cephe ve cephe gerisini gezen Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere, "Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir" demiş, Türk Milletinin savaşının meşru müdafaa ve bir kurtuluş savaşı olduğuna dikkati çekmiştir. Ulu Önder barış yanlısı anlayışını da “Yurtta Barış, Dünyada Barış” vecizesi ile tüm dünyaya ilan etmiştir.

Geçtiğimiz yüzyıllarda savaşlarda yaşamını yitiren ya da sakat kalan insanların çoğunluğunu askerler, diğer bir ifade ile erişkin erkekler oluştururken son yüzyılda etkilenen insanların niteliği ve niceliği değişmiştir. Örneğin askerler, 1. Dünya Savaşı’ndaki ölümlerin %80’ni, 2. Dünya Savaşı’nda %50’sini ve Vietnam Savaşında ise %20’sini oluşturmuştur. 1990 yılından itibaren savaşlarda yaşamını kaybeden insanların %90’nını kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. Ayrıca savaşın etkileri ile yaşadıkları yerden ayrılarak mülteci durumuna düşen savaş zedelerin de %80’i kadın ve çocuklardan oluşmaktadır.

UNICEF tarafından 1996 yılında yayınlanan “Dünya Çocuklarının Durumu” raporuna göre; 1986-1996 yılları arasında gerçekleşen savaşlarda iki milyon çocuğun öldüğü, 5 milyon çocuğun sakat kaldığı, 12 milyon çocuğun evsiz kaldığı, 1 milyondan fazla çocuğun ana babasını kaybettiği ve 10 milyon aşkın çocuğun ruhsal sarsıntı geçirdiği belirtilmektedir. Savaşlarda sivillerin ve özellikle çocukların daha çok ölmesi ve kayba uğraması, savaşın savaş alanları dışına çıkması, yaşamın ve toplumun tüm alanlarına yayılması anlamına gelmekte, artık yaşanan savaşların “kirli savaşlar” olduğunu ortaya koymaktadır.

Savaş, yol açtığı doğrudan acıların yanında, insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki; savaşa katılan toplumlarda, savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir. Ulusal ya da uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye çalışan bir devlet giderek bir şiddet toplumuna dönüşecektir. Bir devletin problem çözme biçimi giderek vatandaşları tarafından da benimsenebilir. Şiddet şiddeti doğuracak, şiddet sarmalı giderek büyüyecektir. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştıracak ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştıracaktır. En önemli tehlike budur. Bu tehlikeye karşı başta yöneticiler olmak üzere tüm toplumun duyarlı olması, savaşa karşı durması ve barış için çalışması gerekmektedir. Savaşa karşı olmaksızın sadece onun yaralarını sarmayı hedefleyen bir yaklaşım, yabancılaşmış ve kendi geleceğinde söz sahibi olma becerisini kaybetmiş yığınlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Türkiye, Ulu Önder Atatürk'ün ortaya koyduğu ve tüm milletimizce de benimsenen "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesini, temel ve vazgeçilmez bir ilke olarak, her platformda savunmaya ve bu barışçı tutumuyla, dünya ülkeleri arasındaki saygın yerini korumaya devam etmelidir. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu gibi dünyanın en yoğun sorunlarının ve çatışmalarının yaşandığı bir bölgede yer alan Türkiye, barış ve huzurun korunması, demokrasinin yerleşip, kökleşmesi için çaba sarf etmeli; terör örgütlerinin bölge barışını tehdit ederek yarattıkları kaos ortamında, kaosun körükleyicisi olmamalıdır. Bu arada ülkemizi tehdit eden bölücü terör olgusu karşısında toplumsal barışı, demokratik bir yaklaşımla ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde, büyük devletlere yakışır bir şekilde yeniden tesis etmelidir.

 Cumhuriyetle beraber 80 yılı aşkın bir süredir, tüm anlaşmazlıkların, karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesi içinde ve özellikle komşularımızın meşru yönetimleri ile diyalog kurarak çözümünden yana olan Türkiye, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için, ırk, dil, din, kültür farkı gözetmeksizin tüm insanlığın işbirliği ve dayanışması ile barışçıl çözümlere odaklanmalı ve bölgesel barışın tesisine katkı sunmalıdır. “Camdan evi olanın komşusunun evine taş atmaması” gereğini özümseyerek bölgesel barışı bozabilecek yaklaşımlardan uzak durmalı, kişisel ihtiraslar ve kısa vadeli hesaplar uğruna Ulu Önder Atatürk’ün gösterdiği barış yolundan ayrılmamalıdır.

1 Eylül Dünya Barış Günü'nde, savaştan ve terörden arınmış bir dünyada, mutluluğa, huzura, sevgiye, hoşgörüye, kardeşliğe ve evrensel barışa hep beraber kucak açmak dileği ile ‘Savaşa hayır, barışa evet’ diyoruz” Dedi.