Hani hep aramızda konuştuğumuz ya da konusunu edip kimi zaman tebessüme kimi zamanda iç çekişimize sebep olan ve bizi ter yüz    eden bir soru vardır ya. Bilirsiniz. Ne zaman bir kutlu doğum mevsimi gelse ya da bir kandil gününün önü ya da arkası yaşansa, şiirlerde,    naatlarda ve ziyadesiyle beylik laflarla süslü seviyoruz seni ey Allah’ın Rasulü konulu konuşmalarımızın bir köşesinde belki de dil ucuyla gizlice sorulan kendisi kolay ama cevabı  zor olan o soru.

           Peygamberimiz gelseydi, Peygamberimiz görseydi, Peygamberimiz duysa idi ve  Peygamberimiz burada olsa idi ile başlayan ve ne yapardık, ne yapmayı bırakırdık, ne yapmaya çalışırdık, ne söylerdik, ne isterdik, ne isteyemezdik ve ne cevap verirdik ile biten ama bir türlü bitivermeyen o soru. Evet, Peygamberimiz kendi adıma benim gibi mücrimlerin zamanına, mekanına, ruhuna ve kalbine cismi ile  gelir mi, bakar mı, görünür mü sorar mı bilmiyorum ama eğer geliverseydi ve deseydi ki:

            “Ey beni görmeden bana aşık olmanın sırrına vakıf olmuş ahir zaman kardeşlerim. Beni seviyor olmanız ne güzel. Bana aşık olduğunuzu her kutlu doğum programlarında zikretmeniz ne güzel. Bana naatlar yazmanız, okumanız ve okutmanınız ne güzel. Benim için insanları salonlara toplamamız ne güzel. Sakalımı elleriniz üzerinde taşıyıp öpmek için sıraya geçiyor olmanız ne güzel. Ne güzel benim adımın geçtiği yazılarla  bir birinize mesajlar atıyor olmanız, güller almanız güller satmanız ne güzel”.

             “Lakin beni anıyorsunuz ama anlamıyorsunuz. Ben sizden bana olan muhabbetinizi dilinizle değil fiilinizle yapın istemiştim. Bana olan aşkınızı kalbinizle değil kalıbınızla gösterin istemiştim. Allah’ın  elçisi olduğuma dair ettiğiniz şahitliği benim için yaptığınız konuşmalarınızda değil; benim için yaptığınız koşuşmalarınızla ispatlayın istemiştim. Beni sevmenin salonlarda şarkı ve şiirler eşliğinde ağlamaktan, ağlanmaktan  değil sünnetime sıkı sıkı bağlanmanaktan geçtiğini yıllar öncesinden söyledim ve bilin istemiştim.”

            “Hadi diyelim bunları tam olarak yapmıyorsunuz yapamıyorsunuz, bari benim için kutlu doğum haftası hürmetine sabah ve yatsı  namazlarınızın arkasında çektiğiniz salavatların sayısını söyleyin ve getirin koyun şu torbaya. Bu hafta hürmetine verdiğiniz sadakaları miktarını söyleyin ve  koyun şu torbaya. Bu hafta hürmetine komşunuza, dostunuza ya da bir fakire ikram ettiklerinizi söyleyin. Benden size emanet Kurandan okuduklarınızı söyleyin. Hadislerimden varsa ezberlediğiniz ya da okuduğunuz , okuttuğunuz söyleyin.” Dese sahi ne söylerdim ve ne söylerdik acaba?

            “Beni ya da benden olanları, benden kalanları bu hafta hürmetine bir gece yarısı kaç dakika tefekkür ettiniz. Yazında bir getirin hele. Sünnet namazlarınıza ilaveten sırf bu hafta hürmetine daha çok yaptığınız ya da yapmaya gayret ettiğiniz sünnetlerimi bir bir yazın ve koyun şu torbaya. Pek ala yapmanızı istediklerim bir tarafa yapmayın istediğim nahoş hallerinizden bu hafta hürmetine bırakıverdiklerinizi yazın. Ya da bırakamadıysanız bile bırakma gayretinde olduklarınızı yazın” dese ne yazardım ve neleri yazardık acaba ?

           Mevla, Hz. Muhammed(SAV)’in risaletine şahitlik etmiş başta kendi nefsim olmak üzere bütün nefis sahiplerinin nefsine idrak , kalplerine itminan ve zihinlerine feraset nasip etsin inş. Efendimiz adına gönüllerimizden geçenlerin dillerimize düşmesi ve dillerimizden düşenlerin hallerimize dönüşmesi dileğiyle.  AMİN