Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Kamil Özdağ Fen Fakültesi Dekanı ve aynı zamanda Rektör Yardımcısı olarak görev yapan PROF. DR. MEHMET KARATAŞ “ILGIN SÖYLEŞİLERİ” ETKİNLİKLERİNİN KONUĞU OLDU.

 

Son sözü olmayan” keyifli söyleşi, Dr. Ali Naci Köylüoğlu tarafından gerçekleştirildi. Prof. Dr. Mehmet Karataş, bu tatlı sohbette ilginç ve önemli konulara yer verdi:

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam sizi tanıyarak başlayalım. Prof. Dr. Mehmet Karataş kimdir?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: En zor soruyu ilk baştan sorarak “kim” olduğum hemen anlaşılsın istiyorsun Ali Naci bey. Dostluğu ve anlaşılması zor, uzun bir maraton koşucusu olarak bilirler beni. Yahya Kemal’in dediği gibi;

“Hülyası olmayınca hayatın ne tadı var

Bitsin hayırlısı ile bu beyhude sonbahar” mısralarıyla anlamını bulan “hülyalara” sahip birisiyim.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Öyleyse, Prof. Dr. Mehmet Karataş’ı zor kılan bu “hülyalar” nedir hocam?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: İlkokulu Konya’nın Ilgın ilçesinin yüz haneli Haremi köyünde okudum. Çok küçük yaşta iken aile ortamından ayrılarak bekâr evlerinde ve yurtlarda kaldım. Babaannemin bizim köyün deyimiyle “ebemin” babası, o dönemin okullarında eğitim almış derin bir bilginmiş. O’nun hayat hikâyesini ebemden dinleyerek büyüdüm. Bir zemheri günü vefat ettiğini söylerken ağlayan ebem, her fırsatta O’nu anlattı bize… Hemen hemen her gün ebeme “Bu köyün suyu yok. Su bulacağız. Su getireceğiz. Ağaçların büyümesi için bu köye su getirmeliyiz” dermiş… Ebem de bana aktardı O’nun söylediklerini. O gün bugündür; “Susuz bir köye su getirmek hülyası” ile yanıp tutuşuyorum. Biliyorum ki, su gelince medeniyet gelecek. Bedevi hayat sona erecek, insanımızın yüzü gülecek… Ve dahası bilge dedemin vasiyeti yerine gelmiş olacak…!

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam bende bu su getirme işine yardımcı olsam….

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Elbette Ali Naci Bey… Suyu hep birlikte getireceğiz. Ben, sen, o… Hepimiz…

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam, isterseniz üniversite konusu ile devam edelim. Yıllardır, üniversitede hocalık yapan birisi olarak üniversite deyince ne anlıyorsunuz?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Üniversite bilim üreten, araştırma yapan (bilginin pratiğe dönüştüğü) ve stabiliteyi sorgulayan, hür fikrin ortam bulduğu bir mekandır. Ya da üniversite bu söylenilen olmalıdır. Bilimi ve teknolojiyi üretmek yerine aktarmak işlevini yapan fiili durum, reel anlamda adı ile bağdaşmıyor demektir. Bir toplumda üniversite bu işlevlerini (bilimi ve teknolojiyi üretmek) yapmazsa ya da yapamazsa “universal” olma özelliğini de kaybetmiş sayılır. Üniversite, dünyanın her yerinde aynı amacı taşıyor olmalıdır. Yani evrensel düşüncenin hüküm sürdürdüğü bir mekan olmalıdır. Öyle ki, evrensel hür düşünce üniversitelerde ya işlev görür, ya da kendine uygun bir mekan arar.

Üniversitelerimiz, yakın çevrelerinin işe alınma ya da benzer fikirde olanların kadrolaşarak güç kazanımı elde etme aracı olarak kullanılmamalıdır. Bunun aksine gerçek işlevini yapacak formata dönüştürülmeli ve bu amaca uygun yapılandırılmalıdır.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam üniversite hocalığı ve bilimsel çalışmaların dışında sivil toplum kuruluşları ile de ilgileniyorsunuz. Bu konuda düşünceleriniz ve yaptığınız çalışmalar nelerdir?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: İşin aslı “bilim kuma kabul etmez”. Tüm sevgi ve yoğunluğun kendisine ait olmasını ister. Ama bir başka gerçek de biz bu toplumun bir ferdiyiz ve bizi yetiştiren topluma karşı sorumluluklarımız var. Hatta toplumun da bir aydın olarak bizden beklentileri söz konusu. Bu anlamda topluma geri dönüşümü sağlayacak bir hizmeti götürmekte bizim için bir görevdir. Bu düşünceden kaynaklanan bir şekilde sivil örgütlerde görev alıyorum ve canla başla çalışıyorum. Bir diğer etken de bana gösterilen teveccüh… Beni aralarında görmek isteyen insanlara “hayır” diyebilmem söz konusu değildir.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam, ülkemizin genç bir nüfusa sahip olması bir avantaj. Gençlik Allah’ın bir lütfu. Ancak, bugün gençlerimiz şiddetin, şehvetin ve bir çok kötü alışkanlıkların pençesi altında. Tabii biraz da bu, onlara alternatif sunulamayışından kaynaklanıyor. Gençlere yönelik neler yapılabilir? Bu kıskaçtan onları nasıl kurtarabiliriz? Yetkililer, anne-babaya ve gençlere neler söylemek istersiniz?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Aslında sorduğun sorunun içinde ne yapılacağı hususuna da işaret edilmektedir. “Gençlerimiz şiddetin, şehvetin ve bir çok kötü alışkanlıkların pençesi altından” nasıl kurtarmalıyız? sorusunu hepimiz kendimize sormalıyız. Liselerde başlayan bıçaklı-silahlı eylemlerde “gençlik” olayının ne kadar vahim olduğunun bir göstergesi değil midir? Çözümü belli: Eğitim… Hayatı ve içinde yaşanılanları doğru algılayabilmek için toplumu eğitmeliyiz. Ne yazık ki, bizim eğitim sistemimiz öğrenmeye değil, öğretmeye, araştırmaya değil ezberlemeye, öğrencinin ruh yapısını geliştirmeye değil şeklini değiştirmeye, akıl ve mantığa değil körü körüne itaate önem vermektedir. Sonuçta da, ne bizim ne de bu eğitimi verenlerin anlayamadığı bir nesil ortaya çıkmaktadır. Doğrusu şu ki; çocuklarımızın öğrendikleri, gönül dünyalarına hitap etmeli ve bu öğrendikleri onları “şer” şeylerden uzaklaştırmalıdır. Maalesef mevcut durum bu değildir. Biz her şeye yeniden başlamalıyız. Heyecanımızı hiç eksiltmeden tekrar bin yıllık bir kültüre sahip olan bu milletin değerlerini öğretmeliyiz, sevdirmeliyiz.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam şimdi Ilgınımızla ilgili birkaç soru sormak istiyorum. Yurt içi ve yurt dışı bir çok seyahatiniz oldu. Bir çok şehri gezdiniz, gördünüz. Oralarda olup da, Ilgın’da da olmasını istediğiniz şeyler var mı?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Geçen yıl Budapeşte’den Zürih’e kadar gezmek ve görmek nasip oldu. Gezimizin ilk durağı olan Budapeşte’de “Gül Baba”yı ziyaret ederken hüzün sarmaya başladı bizi. Ecdadımızın oralarda yaptıklarını gördükçe hüznün yoğunluğu daha da artıyor. Biz toplum olarak yerel ve yerli kültürle beslenmişiz yıllar boyu. Onun için dünyanın en kahramanı, en vatanperveri, en mükemmeli, en savaşcısı, en doğrusu…vb kendimizi görmüşüz. Yurt dışına çıkınca, bu “en”lerin sayısı oldukça azalıyor. Geri kalmışlığımızla yüz yüze kalıyoruz. Öyle ki, çözülmemiş onlarca sorunların üzerine yıllardır “hamaset” duyguları ile gidildiğini daha iyi fark ediyorsunuz. Milli gelirimizin yıllardır neden düşük olduğunu ya da kaldığını izah etmeye zorlanan politikacılarımızın neden “hamaset” duyguları ile meydanlarda konuştuklarını daha iyi anlıyorsunuz. Bir anlamda da bu tür politika yapmaya izin veren halkımız adına hayıflanıyorsunuz. Kapalı bir toplum olmayı terk etmeliyiz. Çocuklarımıza iyi Türkiye bırakabilmenin yolu “gerçek” sorunlarla karşılaşıp, doğru ve kalıcı çözümler üretmek. Aksi halde, sanal kahramanlıklarla gelecek nesli idare etmemiz mümkün olmayacak. İnsan yurt dışına çıkınca orda ne varsa benim ülkemde de olsun istiyor. Özgürlüklerden tutun da tertemiz bir cadde bile var olsun istiyor insan.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam sizce Ilgında nasıl bir kalkınma modeli uygulanmalıdır?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Ali Naci bey, aslında DPT’nin beş yıllık kalkınma planlarını kağıt üzerinde kabul edersek, bizim uzun vadeli bir kalkınma modelimiz yok. Yıllarca sürecek bir kalkınma projesinin takipçisi falan değiliz. Güncel yaşamaya/günü kurtarmaya alışmış/alıştırılmış bir özelliğe sahibiz. Aceleciyiz.. Hemen olsun istiyoruz.

 

Geri kalmışlık bir bütündür derler ya, kalkınma da öyledir. İstanbul, Mardin, Artvin, Konya, Akşehir, Yunak, Tuzlukçu kalkınmadan Ilgın kalkınmaz. Bakınız, Ilgınımızda tahıl üretimi yüz binlerce tonun üzerindedir. Meyve üretimi açısından da münbit topraklara sahiptir. Bu bağlamda, Ilgınımıza yapılacak yatırım en güzeli; tarımsal sanayiye olmalıdır. Hal böyleyken, sen “illa da” tekstil fabrikası açacağım diye ısrar edersen kalkınma doğru başlamış olmaz. Tabi diğer bir yatırım modeli de; modern tarzda, dünya ölçeğinde kullanılmaya elverişli termal kaplıcalardır.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam Ilgın’da kültür sanat faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz? Şayet yeterli bulmuyorsanız bu alanda neler yapılabilir?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Kültür ve sanat deyince, bağlı olduğumuz tarihe ait kültürel ve sanatsal değerler aklıma gelmektedir. Aksi halde yapılacak değerlendirme “kültürümüze ve sanatımıza” ait olmayan faaliyetlerin varlığını yok saymaktadır. Kültür ve sanat faaliyetleri ya devlet ya da sivil kuruluşlar eliyle yapılmaktadır. Her iki durumda da halkın benimsemediği faaliyetleri yapmak, hem kaynak israfına neden olmakta hem de “boşuna” harcanan zamanı ifade etmektedir. Çocukluğumda, devlet radyolarında türkü yerine özellikle hafif müzik falan çalınırdı. Ama bu halk içinden bir Neşet Ertaş’ı çıkardı ve diğerlerini saf dışı etti.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Hocam, son olarak dünyada gelişen özellikle Ortadoğu’daki olaylarla ilgili neler söylemek istersiniz?

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Ali Naci Bey, ben çocukken “Ortadoğu” deyince koca koca ülkeler var zannederdim. Hatta buralarda yaşayan insanlar ve bu ülkeler bana çok uzak gelirdi. Sonra anladım ki, tüm bu düşüncelerim “büyük bir projenin” bana yansımasıymış.. Onun için Ortadoğu da gelişen olaylar derken, zımmen Türkiye de gelişen olaylar gibi algılamalıyız.. Bu coğrafyalarda biz tam altı yüz yıl kalmışız. Balkanlar’dan tutun Kafkasya’ya, oradan Yemen'e, Filistin'e, Cezayir'e ve taaa Trablusgarb'a kadar hüküm sürmüşüz. Hatta öyle bir sistem kurmuşuz ki, geçtikleri topraklarda üzüm bağlarını yiyen “Mehmetçik” hemen yerine para keselerini asmış… Ama şimdi bir bakınız duruma… Süper güç denilen Amerika geldi de ne oldu. Cetvellerle çizilen bu topraklarda acı, işkence, zulüm, sıkıntı, sefalet devam ediyor. Hatta “büyük Ortadoğu projesi” adıyla tüm bu yaptıklarına bizi de ortak etmek istiyorlar. Yani Ali Naci bey, zor durumdayız.. Bir ülke düşünün ki tapusu bile sizde ve siz “tapulu tarlanızda” olanlara bitenlere karşı çaresizsiniz. Acilen, yeniden ve tüm gayretimizle gerçek misyonumuza sahip çıkmalıyız.

 

Dr. Ali Naci Köylüoğlu: Tüm Ilgınlı hemşerilerimiz adına bizimle konuştuğunuz için teşekkür ederiz. Keyifli bir söyleşiydi.

 

Prof. Dr. Mehmet Karataş: Umarım öyle olmuştur. Bu satırları okuyanlarda sizin duyduğunuz keyfi hissetmiştir. Son söz, hiç olmamalı Ali Naci Bey. İçimizde var olan bu ateşin söndürülmesine izin vermemeliyiz. Hep birlikte el ele vererek yeniden imar etmeliyiz yaşadığımız mekanları. İyi bir istikbal için bunu yapmak zorundayız…