Esselamü Aleyküm!

             Bu ironi, ima, tevriye, teşbih, tariz ve istifham yüklü yazıyı okuyup okumamanız dert değil. Şu soruya cevap verebilelim yeter. “Sahi stres çarkı mı daha hızlı dönüyor yoksa biz mi ?” Soru bu… Bugün başka yarın başka. Bana başka sana başka. Gündüz başka, gece başka. Kandillerde başka, diğer geceler bam  başka. Toplulukta başka, tenhada başka. On bir ay başka Ramazan’da başka. Dünyalık şeylere para saçarken başka, Allah rızası için sadaka verirken cebimizdeki akreple bi başka. Sokakta başka, sosyal medyada başka. Yalan, dolan, alavere, dalavere, üçkâğıt, satışa getirme, hile, kurnazlık, sahtekârlık, kandırmaca, aldatmaca, menfaat, yanardöner, bizdenmiş gibiler, mış gibi halimiz, miş gibi ahvalimiz.

                            Bir yanda masallar ülkesinin pembe panjurlu bodrum katında Gepetto’nun ikiz doğuran Pinokyo’suna rahmet okutan ve su gibi yalan söyler duruşunu bozmayan yapmacık halimiz; öbür yanda “Oku” diyen o emir yukardan indirildiyse alttan almamak gerek deyip sanal dünyanın diplomalı talebeleriyle bir olup, sosyal medyada sevabına gazel okuyan laf ebesi kontlar ve lafı güzaf kontesler köyünün kavalcıları. Üç kuruş aklımızla bir sürü para verip aldığımız sonra da hangi akılla ellerine tutuşturuyorsak telef-olan evlatlarımızın çizgi roman sonları. Ku-manda yuva yapmış salondaki söğüt dalına yavrumuzu televizyon kapmış gördünüz mü amanin yandım…

              Dahası kiminin ruhu bedeninin dışında; bedeninin ise altısı içinde altısı dışında yaşantılarımız. Dışı inci kadar küçük içi dünyalar dolusu oda olan hayalden evlerimiz.  Masaldan bir kapısı var sonrası çıkmaz sokak. Kırk yamalı bir bohça karanlıkta dürülü. Duvarları güneşe meydan okur buzdan kayalarla örülü. Tabelasında kos koca “dostlar alış verişte görsün” yazılı o kâğıttan uçak sattığımız naylon dükkânlarımız ve her gün yeni bir yüzle güne başladığımız maskeli suratlarımız. Reisi çok sevdiğimizi her fırsatta haykırıp, dahası en çok oy alan bir partiye oy verdiğimiz için Cennnetle müjdelenmeyi bekleyen bir takım dindar zevatın haram helal demeden her şeyi kendine mübah sayar oluşu.

                Benim namaz kılmadığıma bakma, hele makyajım bozulur diye abdest almadığıma hiç bakma. Sosyal medya da boy boy resimler paylaşır olduğuma hiç hiç bakma. Çocuklarıma örnek bir şahsiyet olamadığıma hiç bakma. “Biz on beş Temmuzda naaptıh biliyonnu…” “Hem reisi seviyom daha ne. Bu sevap yeter baaa.” Al bir sevapta benden olsun elmalı nargilenin tadını merak edip bir kez bile Elmalı Tefsirini merak etmeyenlere. Hatta yirmi yedi kat sevap olsun çocuğu halıya çay döktü diye bağıran, çağıran ve ortalığı ayağa kaldıran ama çocuğunu sabah nazmına kaldırmayan dahası kalkmadı diye bir kez bile bağırmayan ve ayağının altındaki Cennetten haberdar ama Cehennemden bihaber Müslüman Kadınlara.

               Bire bin sevap yazsın Mevlam mübarek Üç çaylar beş çaylar hürmetine oğlum- kızım edepli ol ahlaklı ol hocalarını üzme, oku adam ol deyip de kendisi edebi, hayayı, dürüstlüğü dahası yaratışından gelen saflığı, temizliği ve adamlığı çöp torbasına koyup atıvermiş ben sen o vesaire mümin adamlara. Haksız mıyım? “Daha düne kadar Kuranımıza, Namazımıza, saçımıza başımıza karışıyorlar diye 28 Şubatçılardan dert yanıp bugün hâşâ Allah yokmuş gibi davranıp Âlemi ervahta verdiğimiz sözü; Akabe de peygambere biat edişimizi; veda hutbesinde bize emanet edilen Kuran ve Sünneti unutuşumuzun yıl dönümü kutlu olsun belki de.” Hem süslenip püslenmenin üstüne de güzel bit parfüm sıkıp ortaya çıkmanın, lüks mekanlarda yemek resmi çekmenin, geçer akçe olduğu günümüzde ne mutlu Türküm diyene.

              Sahi çocuğumuzla beraber Kuran okumayı, namaz kılmayı, hak namına iki dakika maneviyat adına sohbet etmeyi yüksünüp, herkeste var benim çocuğumda da olsun deyip güya ona verdiğiniz değerden ötürü alıverdiğiniz ayakkabılar, telefonlar, tabletler, mp4ler ve çarklardan hasıl olan sevabı kabrinizin hangi köşesine dökelim istersiniz, yada döksünler isteriz. Hani şu her hıyar soyanın yanına tuzluk alıp koşuşumuzun netameli misali olan stres çarkı alışımız. Az daha unutuyordum. Tek katlı evlerde büyüdüğü için yükseklik korkusundan(!) dolayı insan konservesi apartmanlarımıza almadığımız ve bu yüzden Huzurevlerinde huzur bulan Analarımızın; bir de iş yoğunluğundan olsa gerek köyde kentte unutuverdiğimiz babalarımızın da canı stres çarkı çekiyor olmasın.

            Sözümüz meclisten dışarı. Lakin mecliste olanlarımızın sayısı da giderek azalmakta. Uzatmaya hacet yok. Mevzu stres. Ana konu çarkımız. Demedi demeyin. Stres denen şey ancak ocağına gider de ağzında üç beş dişi kalmış o nesli tükenmekte olan ninelere tükürttürürseniz geçer. Ya değilse geçmez bilesiniz. Hem bir atasözü derki: “Gördüğün her hıyar soyanın yanına tuzluk alıp koşma. Maazallah sonra ya sende hıyar bibi soyulursun ya da tuzluktan olursun”. Böyle bir atasözü yok tabi ki de. Stres için bir ocağa yüz sürüp tükürtmek ya da stresin çarkına tükürmek diye bir şeyde yok belki ama giderek yapmacık doğruların en sahici yalanlara yamandığı pahalı ama yırtık kot görünüşlü halimizi düşününce bize söylenesi en güzel söz bu olsa gerek.

          Ezcümle. Son bir soru da nefsimize. Stres denen şeyin ne olduğunu bile bilmeyen sekiz on yaşlarındaki çocuklara o çarkı alırken şöyle bir soru sorsak ne cevap verirlerdi acaba. Yavrum sen “Festekim Kemâ Umirte” ne demek bilir misin? Cevap veremezlerse aynen şu cevabı verelim. Evet evet aynen şu cevabı. “Ölümü ve Ruzi mahşeri unutup dünya denen sui mekanla birlikte dönen, hatta ve hatta şu elindeki çarktan daha çabuk dönen biz insanların kaybettiği haslet.” Denemesi bedava. Geçelim aynanın karşısına. Soralım kendimize. Emrolunduğum gibi dos doğru olamayan ben mi daha hızlıyım stres çarkı mı diye? Ben sordum ne yalan söyliyeyim açık ara öndeyim. Keşke sizler gibi olabilseydim?

             Haydi şimdi çıkarıyoruz telefonlarımızı ve iki rekat namaz kılmayıp paso mesaj yazdığımız o kandillerde yaptığımız gibi hep beraber sevabına bir mesaj atıyoruz annelerimize ve babalarımıza. Haa, bir de çocuklarımıza “ Sevgili Anne ve Baba.  Beni doğurup büyütmek için yaşamış olduğunuz stresin çarkına tükürüyor, stres dolu iş yoğunluğundan dolayı gelemeyip ellerinizden öpüyorum.” Oğlunuz…Kızınız… Şimdi de çocuklarımıza tabi ki. “Kıymetli evladım. Seninle manen ilgilenmeye vaktim yok. Çarkına tükürdüğümün dünyasında senden daha önemli işlerim var benim. Hem benim kadar olmasa da hızla dönen çark alıverdim sana. Döndürdükçe bizi hatırla. Dahası milyonlarca insanı hatırla.” Baban…Annen…