17 ve 25 Aralık 2013 tarihinde yaşananlardan sonra istifa eden Bakanlar Muammer Güler, Zafer Çağlayan ve Egemen Bağış ile görevinden alınan Erdoğan Bayraktar hakkında, TBMM’de kurulan Araştırma Komisyonu çalışmalarını 5 Ocak tarihinde tamamlayıp sonuçlarını açıklayacak. En azından basına yansıyan ve yansıtılan durum bu…
 O günlerdeki tartışmalar, kamuoyuna sunulan veya sunulmak istenen algı ile bugün gelinen nokta arasında önemli farklılıklar var. Olayın en sıcak anlarındaki durumda hükümetin daha fazla görevini sürdüremeyeceği, yaşanan gelişmelerden sonra AK Parti kadrolarında 28 Şubat dönemine benzer ciddi bir kırılma ve çatlamanın olacağı düşünülmekteydi. Ancak bugün durum, o günlerin beklentilerinin çok uzağında gözüküyor. AK Parti kadrolarında çok küçük bir kırılma yaşanmış, bazı milletvekillerinin ayrılması söz konusu olmuştur. Özellikle 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri sonrasında millet iradesi ile AK Parti arasındaki “toplumsal sözleşme”, geçerliliğini güçlenerek sürdürmektedir.
 İktidarın söz konusu dönemlerden başarılı ve güçlenmiş bir şekilde çıkmış olması, istifa eden ve görevden alınan bakanların hakkında yürütülmekte olan Meclis araştırmasının daha farklı bir motivasyon ile değerlendirilmesini gerekli kılıyor olabilir. Nitekim Komisyon’un çalışmalarını tamamlayıp, sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılmasının biraz ertelenmiş olması, bizim de ifade etmeye çalıştığımız farklı değerlendirmelerin AK Parti lider kadrosu tarafından da yapılmakta olduğu işaretlerini taşıyor. Bu düşüncemizi doğrular nitelikteki bazı söylemler ve lider kadro arasındaki kulislere taşan bazı farklı görüşler bugünlerde çokça tartışılmaktadır. Örneğin Meclis Başkanı Cemil Çiçek, araştırmaya konu olan bakanların Yüce Divan’a götürülmemeleri halinde tartışmaların ve soru işaretlerinin uzayıp gideceğinden söz eden bir konuşma yaptı. Başbakan Davutoğlu’nun da konunun Yüce Divan’da karara bağlanmasının daha doğru olacağını ifade eden bir görüş içinde olduğu yönünde basın kulislerinden edinilen bilgiler var. Buna karşın, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu görüşlerin tersine bir tavır içinde olduğu iddia ediliyor. Yine kulislerden sızan bilgilere göre Erdoğan, 17 ve 25 Aralık sürecinde esas hedefin kendisi ve lideri bulunduğu hareketin olduğunu düşünüyor ve yaşananlara karşı Yüce Divan formülü ile çözüm bulunmasını, kabul edilemeyecek bir “geri adım” şeklinde değerlendirmekte. Çünkü yaşananları, kendisine ve liderliğini yaptığı siyasi harekete yönelik bir “itibar suikastı” olarak görüyor.
 Anlaşılan Bakanların Yüce Divan’a götürülmesi konusundaki görüş ayrılıkları şu ana kadar ortak bir paydada buluşamamış. Öte yandan 17 ve 25 Aralık sürecinde yaşanan olaylar konusunda, AK Parti tabanının bir kısmının “yolsuzluk” kuşkusu ile baktığına ilişkin kamuoyu araştırmalarının bulguları yer almaktadır. Geçen dönem içinde yaşanan iki seçimde de benzer kuşkuları taşıyan bu kitle, tercihini AK Parti’den yana kullanmıştır. Ancak böyle bir kuşku içindeki AK Parti seçmenlerinin %10 civarında olduğunu gösteren araştırma sonuçları, verilecek kararı etkileyecek gibi duruyor. Muhalefetin, Bakanların Yüce Divan’a gönderilmemesi halinde bu olayın üzerine çok daha ısrarlı ve vurgulu şekilde gideceğini tahmin etmek de zor değil. Zaten şu ana kadar geçen sürede “yolsuzluk” konusu, muhalefetin en çok başvurduğu siyasi araçlardan birisi olmuştur. Ayrıca yakın gelecekte iktidar açısından potansiyel siyasi “risk alanı” olarak ortaya çıkabilecek “çözüm süreci” gibi bir tehlike de kapıda beklemekte. Kışkırtıcı ve provakatörlerin sürekli kaşıdıkları ve siyasi iktidarların bugüne kadar kolayca risk alamadıkları bir konu olan “çözüm süreci” ile birlikte “yolsuzluk” konusunun çok daha güçlü bir koz olarak seçim öncesi dönemde AK Parti’yi zorlayacağını düşünebiliriz.
 Yüce Divan konusunda çekincelerin ortaya çıkışına zemin hazırlayan bir başka bileşen ise, bu süreçte AK Parti ve Anayasa Mahkemesi arasında kimi zaman çok belirgin hale gelen gerilimlerdir. AYM’nin yapısının değiştirildiği 12 Eylül 2010 Referandumu sonrasında ilk kez 17 ve 25 Aralık 2013 sonrası dönemde görülen bu gerilimler, AK Parti lider kadrosundaki bazı isimlerin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yüce Divan konusundaki formülün işletilmesi fikrinden uzak durmalarına neden oluyor. Öyle ki, AYM, söz konusu gerilimin yaşanmaya başladığı döneme kadar iktidar tarafından geçirilen yasal düzenlemelere iptal veya yürürlüğün durdurulması kararlarını pek de kolay vermemişti. Oysa bu kısa sürede, AYM, kamuoyu gündeminin de üst sıralarında yer alan birçok konuyla ilgili iktidarın benimsediği düzenlemeyi iptal etti veya yürürlüğünü durdurdu. 17 ve 25 Aralık sürecinden sonraya rastlayan bu AYM kararları, bir anda iktidarın mücadele içinde olduğu güç odakları arasında AYM’nin yer almakta olduğu gibi bir izlenimin doğmasına yol açtı. AYM kararları için doğru ya da yanlış şeklinde bir değerlendirme yapmadan, sadece verilen bu kararların çok hassas bir dönemde üstelik kısa zaman aralığında gerçekleşmiş olması, belirtmeye çalıştığımız izlenimin pekişmesini sağlamaktadır. AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bir yargı bürokratı sıfatının çok ötesinde daha çok bir siyasi kimlik ile yaptığı konuşmalar, adeta muhalif kanat için cephe hattında yapılan “asker takviyesi” gibi olmuştur. Muhalefetin bile beklemediği bir destek karşısında, AK Parti’nin doğal refleksi olumsuz yönde gerçekleşmiştir. Sonuçta, AK Parti, Yüce Divan sıfatıyla AYM’nin yapacağı bir yargılamayı adil ve tarafsız bir yargılama olarak görmekte zorlanıyor diyebiliriz. 
 Bütün bu işaret etmeye çalıştığımız bakış açıları doğrultusunda, 5 Ocak tarihinde Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporu ve sonrasındaki olası Genel Kurul kararı ne yön de sonuçlanırsa sonuçlansın, AK Parti açısından “iki ucu keskin bir kılıç” gibi olacak. Ancak yakın tarih de bize gösteriyor ki, AK Parti bugüne kadar böyle kritik dönemleri hep başarıyla geçebilmiştir. Bekleyip göreceğiz, bu kez neler olacak!
 Sağlıcakla kalın!