Karaman’da CHP İl Teşkilatı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında Atatürk Anıtına çelenk bıraktı.

Atatürk Parkında saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayan program, CHP Karaman İl Başkanı İsmail Atakan Ünver’in konuşmasıyla devam etti.

Günün anlam ve önemi hakkında konuşan Ünver, “93. yaşını kutladığımız Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önderimiz ve Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmet, şükran ve saygıyla anarken; Cumhuriyeti ve kazanımlarını korumaya kararlı siz cumhuriyet sevdalılarını ve tüm vatandaşlarımızı sevgi ve saygı ile selamlıyorum.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir." sözüyle felsefesini belirlediği Cumhuriyeti anlayabilmek için öncelikle, Türkiye'nin Cumhuriyete doğru ilerlediği yıllardaki koşullara bakmak gerekir:

1920'lerin Türkiye’si... Sanayi yok. Savaşlar sadece ekonomiyi değil, toplumu da çökertmiş. Kişi başına düşen milli gelir 70 dolar...

Taş işçiliğinden kuyumculuğa kadar, tüm ustalar diğer milletlere mensup. Ticaret yaşamı da hemen tümüyle onların elinde. Topluiğne bile dışarıdan geliyor.

Sonradan İstanbul Üniversitesi olacak Darülfunun'daki öğrenci sayısı 2100. Okur-Yazarlık oranı %8,16. Kadınlar arasında %1-2.

Şeyhülislamların, "insan ölmeden yer altına inemez" diyerek fetva verip, dünyanın ilk üç metrosundan biri olan İstanbul tünelde ancak hayvan taşınmasına izin verdikleri bir toplum vardır.

O günlerde bir ortaçağ toplumu vardır; ama bir ulus yoktur...

Bu yapı içerisinde Atatürk'ün daha kurtuluşa giden ilk günlerindeki düşüncesi, demokratik bir Cumhuriyet kurmak ve bu sayede toplumun geri kalmışlığını yenmektir. Mazhar Müfit Kansu'nun anılarındaki bir anekdottan Ulu Önderin Kurtuluş Savaşını başlattığı günlerde, kurtuluşla neyi amaçladığını öğrenebiliyoruz. Ulu Önder Atatürk, Erzurum Kongresi öncesinde, 8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu'ya şunları not ettirmiştir:

"Zaferden sonra şekli hükümet, cumhuriyet olacaktır. Bu bir... İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacaktır. Üç, kılık kıyafet değişecektir. Dört, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir."

Atatürk bunları yazdırırken kalem, Mazhar Müfit'in elinden düşüp, Mazhar Müfit şaşkınlıkla "Darılma ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var." dediğinde Ulu Önder gülerek; "Bunu zaman tayin eder, sen yaz... Beş, Latin harfleri kabul edilecek." demiştir. Olayın gerisini Mazhar Müfit şöyle anlatıyor: "Paşam kafi" dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile "Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter" diyerek defterimi kapattım. Cumhuriyeti kuranların bile, hayal olarak gördüğü birçok şey Cumhuriyet ve Atatürk'ün önderliği sayesinde gerçeğe dönüştürülebilmiştir.

Cumhuriyetin ve devrimlerin hedefi, laik-demokratik bir sanayi toplumu oluşturmak idi. İngiltere’de devrim 1688'de başlamış ancak insanların hukuksal eşitliği 229 yıl sonra gerçekleştirilebilmiştir. Amerika'ya ise o düzeye ulaşmak için iki buçuk yüzyıl yetmemiştir. Yasalar önünde eşitlik ilkesi ile yola çıkan Fransız Devrimi bile kendi işçisine oy hakkı vermek için, 59 yıl ve binlerce yurttaşının kanının dökülmesini beklemiştir.

Sanayileşmiş ülkeler Japonya, Almanya, İtalya bile çağdaş demokratik topluma kendi dinamikleri ile geçmemişler; onlara demokrasiyi, savaş yenilgisi getirmiştir.

Peki Cumhuriyet bize ne kazandırdı? 1929-1939 yılları arasındaki on yılda, dünyada sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de %96 arttı. Ekonominin ve toplumun altyapısının temelleri oluşturuldu. İnsanımız, başta kadınlarımız, hukuksal eşitliği, birçok Batılı ülkeden daha önce elde etti. Türk işçisi, ne oy hakkı için ne de işçilik hakları için kan dökmek durumunda kaldı. Anadolu'nun çeşitli şehirlerinden veya köylerinden çıkan halk çocukları, ne feodal yapıdan ne babalarının adından destek almadan, bürokrasinin çeşitli kademelerinde genel müdür, müsteşar, genelkurmay başkanı olarak görev yapma veya siyasete girerek parti başkanı, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olma ve halkına hizmet etme olanağına kavuştu. Yıl 2016, Türkiye çağdaşlığı öyle veya böyle ucundan yakalamış, eksikleri olsa da demokrasiyi yaşayan tek Müslüman ülke.

Ve bütün bunlar Cumhuriyetin ürünü... Ama aynı Türkiye, milyarlarca dolar dış borç yükünün altında. Eğitim birliği yasası ayaklar altına alınmış.

Her gün gelen şehitlerin artık sayılamadığı; şehit haberlerine gazetelerde ve haber bültenlerinde yer verilmediği bir ülke.

1960, 1971, 1980 darbeleri ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile demokrasimizde derin yaralar açılmış.

Bürokrasinin ve devletin bir kesimi, devlet hiyerarşisinin dışındaki odaklardan emir alan ve aldığı bu emirler doğrultusunda halkına  ve devletine düşmanlık eden, silah doğrultan cumhuriyet düşmanlarının sinsi planları ile kuşatılmış durumda.
Ve bütün bunlar da Türkiye'nin son 60 yılına damgasını vuranların, yani Cumhuriyet ve değerlerine karşıtların marifeti...

1930'larda Mussolini Türkiye'yi de içine aldığı izlenimi veren bir tehdit savurduğunda, Mustafa Kemal'in sert tepkisi üzerine, bulduğu ilk fırsatta "O sözlerim sizinle ilgili değildi. Çünkü Türkiye bir Avrupa ülkesidir." mesajını vermek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Atatürk Türkiye'sini ırkçı bir diktatör olan Mussolini bile "Avrupalı" sayarken; Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarının 60 yılda Türkiye'yi getirdiği noktanın ise Avrupalı sayılabilmek ve gelişmiş ülkelerle ilişki kurabilmek için kapı kapı gezmek ve kendimizi anlatmak zorunda kaldığımız gerçeği olduğu herkesin malumudur...

Bugün oturdukları yerden geçmişe bakıp, "Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu?" diyerek, sanki kendileri herkesten çok demokratmış gibi bir algı yaratıp tarihi yeniden, ama bugünden geriye doğru yazmaya kalkanlara da birkaç söz söylemek gerekirse, sordukları soruya cevapla şunu söylemek isterim:

Olamazdı da, onun için... Atatürk Türkiye'sinin çağdaş, olan Hitler Almanya'sında, Mussolini İtalya’sında, Stalin Rusya'sında, Fransa'da, Amerika'da demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla var mıydı ki; ırklar ve toplumsal sınıflar arasında tam bir hukuksal eşitlik sağlanmış mıydı ki o zamanın koşullarındaki Türkiye'de tüm kurum ve kurallarıyla oturmuş bir demokrasi, bugünün demokrasisini arıyorsunuz? Atatürk bir ortaçağ toplumundan yola çıkmış ve Cumhuriyeti kurduktan sonra 15 yıl yaşamıştır O'nun yaşadığı dönemde İtalya 1922, Portekiz 1927, Japonya 1930, Almanya 1933, İspanya 1938 yılında faşist yönetimlere teslim olmuştur. O ise bu dönemde, sınıf-ırk-din ayrımı olmadan, tüm yurttaşlar arasında hukuksal eşitliği sağlamak başarısını, yaşadığı o kısa süreye inanılmaz bir şekilde sığdırmıştır. Atatürk Cumhuriyetin ilanından önce de Fransa Büyükelçisi'ne bir sohbette şöyle demiştir: "Kişisel iktidar gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Parlamenter bir Cumhuriyet kuracağım." (Ahmet Taner Kışlalı, 1994 - Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi)

Atatürk'ün ve Atatürk Dönemi'nin demokrasi açısından değerlendirilmesinde, anlamlı bir örnek de 1924 Anayasası tartışmalarıdır. Atatürk, bazı telkinlere karşın, cumhurbaşkanına hükümeti de kurma yetkisi veren bir "başkanlık sistemi" ni hiç düşünmemiştir. Üstelik O'nun Cumhurbaşkanlığı döneminde yapılan 1924 Anayasası cumhurbaşkanına Meclis'i dağıtma ve yasaları veto etme yetkisi bile tanımamıştır. Cumhurbaşkanına, seçimlerin yenilenmesini sağlamak amacıyla, hükümetin de görüşünü alarak meclisi dağıtma yetkisi tanıyan madde, 130 milletvekilinden 126'sının oylarıyla tasarıdan çıkarılmıştır. Bizzat Atatürk tarafından istenen Cumhurbaşkanına kanunları veto etme yetkisi veren düzenlemeden ise yapılan sert eleştiriler üzerine, yine bizzat kendisi vazgeçmiştir. (Ahmet Taner Kışlalı, 1994 - Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi)

Atatürk Türkiye'si kendi koşulları içinde ve çağdaşları karşısında olabilecek en demokratik yönetimdi. Bunu da sağlayan Büyük Atatürk'ün eşsiz önderliği ile kurduğu ve yön verdiği Cumhuriyettir.

Biz de cumhuriyetçiyiz diyerek Cumhuriyetin kazanımlarını ve kurumlarını yok edip, yeniden bir cumhuriyet kurma sevdasında olanlar tarihten günümüze hep var olmuşlardır. Ulu Önder daha Cumhuriyeti kurarken adeta böyle bir tehlikenin doğabileceğini sezmiş ve Nutuk'ta şunları söylemiştin: "Gelecek kuşakların, Cumhuriyet'e hiç acımadan saldıranların başında, `Cumhuriyetçiyim' diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmayınız! Tersine, Türkiye'nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle 'Cumhuriyetçi' geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini irdeleyip saptamakta hiç de güçlük çekmeyeceklerdir."

Bugün bu topraklar üzerinde özgürce yaşayabiliyorsak, kör topal da olsa demokrasimizi işletebiliyorsak, halk ve halkın çocukları halktan aldıkları oyla ülke yönetiminde söz sahibi olabiliyorsa, bayrağımız dalgalanıyor, ezanımız okunuyorsa tüm bunları Atatürk'e ve Cumhuriyete borçlu olduğumuz akıldan çıkarılmamalıdır. Bugün, özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında, içinde bulunduğumuz sıkıntılardan kurtuluşun yolu da yine Atatürk ilkelerine, Cumhuriyete ve onun değerlerine sahip çıkmaktan geçmektedir.

Bu itibarla bizim tek bir Cumhuriyetimiz vardır o da Atatürk Cumhuriyetidir. Ve yine Ulu Önderin dediği gibi bu cumhuriyet "ilelebet" payidar kalacaktır. Yaşasın Cumhuriyet; var olsun Türkiye !... Bayramımız kutlu olsun...” dedi.

Program, gençliğe hitabe ve gençliğe cevabın okunması ile sona erdi.