Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı Sezai Karakoç, parti genel merkezinde yaptığı konuşmada toplumun ciddi dönüştürüldüğünü ifade ederek, buna karşı ciddi bir direnmenin olmadığını ifade etti.

Sezai Karakoç'un partisinin İl Teşkilatı'nda 5 Ocak tarihinde yaptığı konuşmanın tam metni:

Günlük tabi konuşulacak konular çok. Fakat bunlar gelip geçici. Yani, basında yeni yeni ortaya atılan ve tartışmalara sebep olan konular var tabii. Bunlar her zaman konuşulabilir. Zaten yazıyorlar, çiziyorlar. Değişmeyen gibi görünen konular var. Memleketin meseleleri. Fakat tüm bunlardan daha önemlisi, geçen konuşmalarımda da söyledim; bunların da ana fonu olan, sebebi olan, derinlikte değişmeyen akımlar, akışlar var. Asıl bunların üzerinde durmak gerek. Ben birkaç haftadır bu şekilde bir rota çiziyorum konuşmalarıma. Günlük polemiklerin içerisine girmiyoruz. Ama asıl bütün hadiselerin ana kaynağı üzerinde durmaya çalışıyoruz.

Bunlardan biri de, zaman zaman siyasetçiler de söylerler ama geçilir üzerinden, dönüşüm olayıdır. Yani toplumumuz dönüştürülüyormuş. İddia bu. Ve bunu artık zaman zaman da açıkça söylüyorlar. Pekiyi, neye dönüştürülüyor? Niçin dönüştürülüyor? Nasıl dönüştürülüyor? İşte bu meçhul kalıyor. Aslında bu çok eski bir proje ve devam ediyor. Tanzimat, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi dönemi ve şimdi de sessiz sedasız, ve yavaş yavaş onun da ötesinde, yeni bir dönüşüm hadisesi.

Bildiğimiz gibi bizim dinde bir takım terimlerimiz vardır. Mesela Müslüman olmayan bir kişi, müslüman oldu mu ona ihtida etti deriz. Eski tabiri, deyişi bu. Yani Müslüman oldu. Müslüman oldu ama ihtida etti kelimesinde ne vardır? Hidayete kavuştu. Hidayet nedir? Hidayet, kurtuluştur. Kurtuldu, hakikati buldu anlamınadır. Müslüman oldu demek hidayete erdi demektir. O kurtuldu. Kurtuluşu buldu demektir.

Diyelim ki Avrupa Birliği’ne girdik...

Hidayet, kurtuluştur. Manevi manada bir insanın kurtuluşudur. Şimdi, dönüştürülen - tabii, yüzyıl içinde dönüştürülen - bir tarih dönemecinde, birisi Müslüman olsa, ona hidayete erdi diyebilecek miyiz? Diyelim ki Avrupa Birliği’ne girdik. Birisi Müslüman oldu, hidayete erdi diyebilecek miyiz? Diyemeyeceğiz.

Çünkü ona, sözde, teorik olarak karışmıyorlar. Bir insan dinini değiştirebilir. Hristiyan olur veya Müslüman olur ama bunu bir değerlendirme olarak koyamazsınız diyorlar. Hidayete erdi diyemezsiniz.

Pekiyi, Müslümanlıktan çıkan birisi için ne denirdi geçmişte? İrtidat etti. Eski kelime bu. Dinden çıktı, irtidat etti. İrtidat etmek, yani Müslümanlıktan önceki durumuna dönmek. Müslümanlıktan önce ne vardı; putperestlik...

Ve hidayete eren bir insan, yani Müslümanlığa giren bir insan için, işte kurtuluş kelimesi kullanılıyor. Bu ahirette de kurtuluş anlamına gelir ki asıl anlamı da budur zaten. İrtidat eden de, dinden çıkan da, yani Müslümanlıktan çıkan da, bir nevi bir yaptırıma tabi olurdu eskiden.

Yani normal bir olay kabul edilmez, o kişi, bir takım yaptırımlara, hatta bugün için çok ağır kabul edilecek yaptırımlara uğrardı.
Tabii şimdi böyle bir şey söz konusu değil. Birisi Müslümanlıktan çıkmışsa, Hristiyan olmuşsa ona bir yaptırım uygulanmıyor. Ama bu, dinin kabul ettiği bir şey değil. Yani diyelim ki dinde birtakım otoriteler “Eskiden böyle idi. Dinden çıkan için böyle yaptırımlar uygulanıyordu. Ama şimdi gerek yoktur” diye bir fetva yayınlayabilirler mi? Böyle bir şey ortaya atıldı mı? Atılabiliyor mu? Konuşulabiliyor mu?

Bunu yapamazsınız zaten. Çünkü bunun arkası gelir. Dinin de ana özü zedelenir. O yüzden bunlar hep sükûtla geçirilen konular bugün için. Ama ileride bunlar konu olacaktır. Yani bir toplumun, hani dönüştürüldüğü söylenen bir toplumun, ileride karşılaşacağı büyük ana konulardır.

Bu dönüştürme meselesi tabii Hristiyanlıkta da var. Birisi Hristiyan yapılırsa, konversiyon (convert) denirdi ona. Yani dinini değiştirdi, döndü, bize döndü. Onlar da onu kurtulmuş kabul ederler. Ve bunu da dönüşüm kelimesi ile ifade ederler.
Şimdi bizim toplumumuzun dönüştürüldüğü iddiaları, hatta övünmeleri karşısında; bunun o din değiştirme kelimesi ile Fransızca’daki veya Batı dillerindeki konversiyon kelimesi ile aynı olması insanı düşündürüyor.

Yani biz dönüştürülürken neye dönüştürülüyoruz acaba?

Gerçekten de bir Tanzimat öncesi toplumumuza baktığımızda, hafif bir dönüşüm olmuş. Neye dönüşmüş, Avrupalı görünüm yavaş yavaş başlamış, ruhen de biraz, hafif hafif dönüşmüş. Meşrutiyet’te biraz daha dönüşmüş, Cumhuriyet’te ise, böyle çok köklü bir dönüştürme yapılmış, inkılaplar adı altında. İnkılap; devrim, değişim ve büyük değişim anlamına geliyor. Yani bir toplum yenilenebilir, buna tecdit denirdi eskiden, yabancı dilde de innovasyon, novasyon falan gibi kelimeler kullanılır. Yani yenilenme, yenileşme kelimeleri vardır, kavram olarak bu normaldir. Dinde de tecdit vardır. Hatta her yüzyılda bir müceddit gelecek denir. Bu müceddit ne yapacaktır, yapacağı dini yenileme anlamında değildir. Ruhları yenileme, tazelemedir. Çünkü insanlar hemen alışır, alışkanlıklar da insanları adeta ölüme sürükler. İşte bunları canlandırmak, ki bizim diriliş görüşümüze uygundur bu, insanların ruhunu diriltme anlamına, adeta ölüm haline gelmiş toplumun katılaşmış kurallarını yumuşatarak daha canlı daha dinamik yaşama şeyi vardır. Ama bu, ne dini kökten değiştirmektir, ne insanı ne de toplumu. Sadece, toplumu canlandırma, yenileme ve eğer şartlardan dolayı da bir takım gereksinimler varsa, onlar da gereklidir ve olabilir. Bizde de, işte denmiştir, mesela yenilenme nedir; mesela mezheplerin ortaya çıkışı, tarikatların ortaya çıkışı, bazılarının zannettiği gibi olumsuz şeyler değildir aslında. Bunlar olumlu şeylerdir. Çünkü zenginleştirmiş, çekirdek ağaç olmuş, büyük çınar ağacı olmuş. O yüzden medeniyetin gelişmesi gibi, bu yenilenmeler, bu çiçeklenmeler, bu yeni tecdit dediğimiz veya işte yenilenme dediğimiz, ruhun canlanması, dirilişi dediğimiz olaylar, normaldir.

AK Parti de, yeni hızlı bir dönüşüm devrine girdik diyor


Fakat başka bir topluma, başka bir medeniyete dönüşüm, bu biraz düşündürücü bir noktadır. Ama Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, daha sonraki bu Demokrasi denen dönem gibi bir dönem ve şimdi henüz belirsiz fakat ilk çizgilerini gösteren bir yeni dönem var. Hani 2023, Cumhuriyet’in 100.yılı deniyor. Bundan sonra bir dönem bekleniyor, birşey hazırlanıyor gibi, ve onun ilk çizgileri görünüyor bunun. Belki ilk görünen şeyler, genellikle pozitif işaretler olur, fakat tabi bütünüyle düşünmek lazım. Dönüşüm denilen bu şeyin üzerinde, toplumun yazarları, düşünürleri, bilim adamlarının çok durması gerekir. Ama ne yazık ki, bu kelime söylenip geçiliyor. İşte transformasyon deniyor veya dönüşüm deniyor, Türkçesi söyleniyor. Mesela Özal da kullanıyordu, transformasyon dönemine girdik, yeni bir transformasyon diyordu. Bu AK Parti de, yeni hızlı bir dönüşüm devrine girdik diyor. İlk etapta, hani toplumda, daha yakın geçmişte görülen olumsuzluklardan kurtulma anlamına gibi kullanılıyor. Diyelim ki, işte askerî vesayetten kurtuluyoruz, bilmem işte daha demokrasiye doğru gidiyoruz gibi pozitif yanlar var bu kelimede. Halbuki Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir siyaset ortamı da var, bizi Avrupa Birliği’ne sokmak istiyorlar, muhalefetiyle iktidarıyla, burada bir ihtilaf yok aralarında. Yani daha somut söylersek, CHP de, MHP de, AK Parti de, bizim Avrupa Birliği’ne girmemizde ittifak halindeler. Bir takım farklarla söyleyebilirler belki, ama esasta aralarında bir ihtilaf yoktur. Bu Avrupa Birliği’ne girebilmek için de, tabi onların bize ileri sürdüğü şartlar var, bu şartları yerine getirme olayı var. Yani bu askerî vesayetten kurtulma da, şu da, bu da, ona dahildir. Ondan farklı bir şey değil yani, onun istediği bir şeydir. Bunun toptan adı transformasyon veya işte bilmem dönüşümdür. Türkçesi gibi, çok da tabi soyut bir ifade olduğu için, ilk anda insanların dikkatini çekmiyor.

Halbuki biz işte Avrupa Birliği’ne girmek istiyoruz. Bize, üç şart beş şart ileri sürebilir. Fakat bize dönüşümü, transformasyonu, toplumun değişimini, dönüşümünü ileri süremezler. Ama bunu zaten sürmesine gerek yok adamların, şimdi ben onları kınamıyorum, bunu söylemelerine gerek yok. Çünkü siz zaten Tanzimat’ta buna girmişsiniz. Daha Avrupa Birliği falan lafı yokken ortada, Avrupa Birliği’nin sizden istediği dönüşümü, siz, onun, Avrupa Birliği sözünden 100 sene, 150 sene evvel onu yerine getirmeye başlamışsınız. Sonra Meşrutiyet, arkasından Cumhuriyet’te ise, bilmiyoruz ama, herhalde Avrupalıların, dahi tahayyül edemeyeceği, düşünemeyeceği kadar kökten bir dönüşüm değişim, devrim demişler, inkılap havasına girmişiz. Mesela işte yazımızı atmışız, Batı yazısını almışız. Şimdi Batı rakamlarını almışız ve Batı yazısını almışız. Batı rakamlarıyla Batı yazısı arasında fark var. Nasıl mı? Aslında o rakamlar, Batılıların. Yazı, Latin yazısı. O yazı ve rakamlar da Roma’dan alınmadır. Fakat Roma rakamlarıyla işi yürütememişler. Kalkmışlar onu terketmişler ve Müslümanların rakamlarını almışlardır. Yani bizim şu anda kullandığımız rakamlar da, değişmiş bir şekilde bizim rakamlardır. Rakamlarda fazla sorun yok. Çünkü onların kullandığı rakam bizim rakamlardır. Hafif değiştirmişler. Bir (1) mesela bir birdir; elif, birdir. Bunlarda da bir birdir işte. Bizden almışlardır. Yoksa Romen rakamları ile zaten ne matematik yapılabilir, ne cebir, ne de başka bir şey. Onun için Müslümanlardan almışlar. Şifir - darab derler rakamlarına yani. Arap rakamları. O bakımdan bir sorun yok. Bizden almışlar, biz de şimdi onlardan geri aldık. Kahve, kafe gibi. Şimdi biz Avrupalılardan kafeyi geri aldık. Kafe diyoruz kahveye. Halbuki, zaten onların kafe dedikleri şey, bizim kahvedir, bizden almışlar kelimeyi. Bu bir türlü garabet ifade eder. Ama yazı, Latin yazısı, tamamen bir dönüşüm olayıdır. Kökten, kendi kökünden, kendisinin mensup olduğu büyük camiadan, İslâm camiasından koparma hadisesidir. Yani Cumhuriyet devrimlerini yapanlar, inkılabını yapanlar, doğrudan doğruya Türkiye’yi, Türk halkını, neyse buradaki halkı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti halkını kastediyorum, kökenlerinin hepsi Türk olmayabilir, bu halkı, Müslüman camiadan, ki biz ona İslâm Milleti diyoruz, ondan koparıp, İslam coğrafyasından koparıp, Batı’nın bir uydusu yapmak için o devrimler, tam bir dönüşüm, dönüştürme dedikleri, transformasyon dedikleri olaydır. Yani bunu, tabi gizli görüşmelerde, liste halinde verdikleri de söyleniyor. Fakat buna gerek yoktu. Esasen, maalesef, o zamanki aydınlarımız ve idarecilerimiz, belki de 1. Dünya Savaşı’nın dehşetinin tesiri altında kalarak, bunu gönüllü yapmışlardır. Kraldan ziyade kralcı olarak, bizim toplumumuzu bu dönüştürme hadisesine sokmuşlardır. Sonradan, 2. Dünya Savaşı’nın sonucunda ve onun havasında, bunda bir takım revizyonlar yapılması gerekmiş, bu dönüşümün aynı şekilde devam etmesi mümkün görülmemiş ve bu sefer yeni gelen, batıdaki yeni idareciler, yeni iktidarlar, bizden daha değişik, daha önce yapılanın başka versiyonlarını, işte demokrasi denilen versiyonlarını uygulamayı istemişlerdir. Onu da, biz işte tabi yine yüzümüze gözümüze bulaştıra bulaştıra, devam ettirdik. Kaç darbe yapıldı arada falan, işte sözde demokrasi.

Şimdi 2000 yılından itibaren batı, işte Avrupa ve tabi Amerika, bütünüyle Batı, bizde yeni bir dönüşüm versiyonunu sahneye koydu. Bu nedir, henüz beyaz bir sayfa gibi görünüyor. Pek belli değil, görünmüyor ama burada, daha kökten bir değişim, yavaş yavaş, sessiz ve biraz da, bayağı üzerinde çalışılarak, toplumumuzu bir daha İslâm Dünyası’na, İslam alemine dönmeyecek bir şekle sokmak, insanımızı değiştirmek, ruhumuzu değiştirmek amaçlanıyor. Bunu yapamadılar çünkü. Yani en katı, en sert inkılapları yaptıkları zaman, halk içine kapandı ve kendini kapattı. Bilinçaltından olsun, şu veya bu şekilde olsun, bir nevi direnişe geçti. Ve işte onu, demokrasi deneyimiyle biraz çözdüler. Halka bir takım haklar vererek biraz çözdüler, konuşma, biraz eleştiri, biraz başka şeyler gibi. Fakat tabi bu, hem Batı için yeterli olmadı, hem bizim için mutlu bir gidiş olmadı. Arada darbelerle yeniden bizi dizayn etmek istediler.

Batının payı büyüktür o darbelerde


Arkasında hep Batı vardır hepsinin. 27 Mayıs’ın da, 12 Mart’ın da, 12 Eylül’ün de, 28 Şubat’ın da arkasında, hepsinde Batı vardır. İçerde de Batılılaşmış insanların payları vardır. Ve biraz da tabi Batı vardır derken, mesela 70’li yıllarda tabi Rusya da vardır. Çok arka planda şimdi Çin de vardır, bütün bu olayların içinde. Yani bir dış ayağı var bu işin, bir de iç ayağı vardır. Ama asıl bütün bunların temeli, toplam ifadesi, değişmeyen yanı değişmiyor. Versiyonlar değişse bile, görünümler değişse bile, değişmeyen yanı, dönüşüm dedikleri hadisedir. Nedir bunun dindeki karşılığı, konversiyondur. Bir Müslüman Hristiyan olsa, ona işte, o dönüştü, dinini değiştirdi denir, bunu konversiyon kelimesiyle ifade ederler. Onun da Türkçesi, dönüşümdür. Yani giderek, sanki böyle bir Hristiyanlaştırma, ama bu 150 yıldır devam eden bir hadisedir ve devam ediyor. Bu sefer ne olacak o zaman, hani 2000 yılından sonra, zaten Papalık da ilan etti 2000 yılında, üçüncü bin yıl başladı diye. Bu yüzden bir zafer gerekli, Hristiyanlık için, Papalık için. Bu da işte, İslâm alemini dönüştürme projesidir. Tabi Papalığın buna yetecek gücü yok. Kendini kurtarması bile problemdir Papalığın. Batı tabii ki Papalık’tan ibaret değildir.

Eskiden dikkat edilirdi, şimdi böyle bir şey yok

Batı medeniyeti, Avrupa Birliği’ne girme adı altında ki, Avrupa bunu kabul etmez, bu dönüşümü gerçekleştiriyor. Dönemin kullandığı kavramlar liberalizm ve özgürlüktür. Bu kavramlar adı altında bu dönüşüm gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Burada en büyük rolü medya oynuyor. 50- 60 yıldan sonra, birden bire 90’larda, sayısız kanal açıldı. Bu kanallar 24 saat kesintisiz yayın yapıyor. Canı isteyen, canının istediğini, istediği gibi söylüyor. 50’lı yıllarda on sayfa çıkamayan gazeteler şimdi kuşe kağıda seksen sayfa basılıyor ve elli kuruşa satılıyor. Bunlar hep dönüşümün araçlarıdır. Şimdi bir de internet var. Herkes istediğini söyleyip istediğini yazabiliyor. Eskiden dikkat edilirdi, şimdi böyle bir şey yok. Şimdi muazzam bir kaos yaşanıyor.
2023’ten sonra halkımızı, Müslüman toplumu, kendi değerlerinden soyutlayıp, soyut bir toplum haline getirecekler. Sonra yeni bir dizayn düşünüldüğünü sanıyorum. Buna karşı ciddi bir direniş yok, eskiden vardı ama şimdi o da yok. Önüne gelen istediği medya alanında istediğini söylüyor. Çeşitli kanallarda çıkıp, bilimsel ortamlarda konuşulması gereken konular tartışılıyor. Halkın kafası karışıyor. Yarın diyecekler ki bu İslam da ne idiğü belirsiz bir şeydir. Baksanıza herkes farklı bir şey söylüyor. Birçok konuda farklı görüşlerin olması doğaldır. Herkes yetişme şartlarına ve kişiliğine göre farklı düşüncelere sahip olabilir. Ancak bunları TV’lerde uluorta tartışma hakları yok. İslam zaten gayet açıktır ve anlaşılmıştır. Yeni teorileri olanlar varsa, bunlar bilimsel ortamlarda tartışılmalıdır. Bir makale yazılabilir. Bir kitap yazılabilir. Bunların bilimsel ortamlarda tartışılmadan, ortalıkta tartışılması yanlıştır. O kişiler kışkırtılıyor. Onlar da bilerek ya da farkında olmadan onların ekmeğine yağ sürüyor. Kendilerini küçük düşürüyorlar. Halbuki halk bilginine saygılıdır. Toplum bilgiden arındırılmış bir toplum haline getiriliyor. Yönetimde de bu böyledir. Her alanda bu böyledir. Sessizce toplum İslam’dan arındırılıyor. Geç kalınırsa, artık bir şey yapılamaz. Tanzimat’ın, Meşrutiyet’in, son olarak da Cumhuriyet’in yaptığı yıkımların altından kalkamamışken, bu yeni durumla, ki bu daha tehlikelidir, nasıl başa çıkılacak? Hele İslam’a sıcak baktığını söyleyen bir iktidarın onlarla paralel işler yapması?…

Günlük gazeteler kuşe kağıda basılıyor. Kağıt önemli, kağıt ormanlar kesilerek elde ediliyor. Ormanlar Allah’ın nimetidir. Yazılanların, kesilen o ağaçlara değmesi gerekir. Yok edilen ormanlar buna alet edilmemelidir. 24 saat insanları meşgul eden, kendinden, tarihinden koparan medyaya, Allah’ın nimetleri alet edilmemelidir.

Avrupalılar Doğuyu da dönüştürmeyi düşündüler

Çin’de manastırlar, kiliseler kurdular. Ama başarılı olamadılar. Hindistan’ı işgal etti bildiğiniz gibi İngilizler. Ve bunlar oralarda da hem milleti Hristiyan yapmak, hem de toplumu kendi benliğinden çıkartmak için çok çaba sarf ettiler. Çok işler yaptılar. Ama bugün görülüyor ki, bunda büyük bir başarısızlığa uğradılar. Nasıl oldu bu, mesela Hindistan kovdu İngilizleri ve bugün kendi hayatlarını yaşıyorlar. Hiçbir şekilde ki, İngilizler devamlı olarak çok çabalar sarf ettiler, orada darbeler yaptırdılar, suikastlar yaptırdılar ama Hindistan’ı tekrar kendi emellerine alet edemediler. Hindistan yine az çok kendi kültürünü kendi benliğini yaşıyor. Çin hadisesi bambaşka bir olaydır. Sözde komünist oldular falan ama bu işin dış görünümüdür. İç yüzü ise Çin hiçbir zaman artık Batı’nın peyki olmak durumunda değil. Hatta tam tersine büyüyüp gelişip Batı’yı da tehdit eder bir havaya doğru gidiyor. Yani Çin de Hindistan da hatta Japonya da böyledir.

Japonya’yı da biliyorsunuz, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra işgal ettiler. Fakat oradan çıkmak zorunda kaldılar. Bugün bu ülkeler, en azından uzun bir süre için, Batı’nın onları dönüştürme, esir etme, köleleştirme durumundan çıktılar ve hatta bir nevi Batı için de bir tehdit olarak ayakta duruyorlar. Rusya için de biraz söylenebilir. Gerçi Rusya zaten bir yönüyle Avrupalıdır, bir yanıyla Asyalıdır.

Fatih’e bunu teklif ettiler ama kabul etmedi

Fakat İslam aleminde, dönüştürülmeye en çok maruz kalmış olan toplum, maalesef bizim toplumumuzdur. Halbuki dünyada, en dönüştürülemeyecek toplumun, bizim toplumumuz olması lazımdır. Çünkü İslam’ın temsilcisi olan bir toplumuz. Osmanlı devleti, İslam’ın son büyük devletlerinden biriydi. Bu devlet, asırlarca Batı’nın karşısında durmuş, İslam alemini korumuş, fakat sonunda yıkılmış gibi görünüyor. Bu yıkıntının tekrar dirilişe çevrilmesi lazımdır, çünkü biz bunu hak etmedik. Eğer öyle olsaydı zaten, diyelim ki Fatih’e teklif etti Batılılar, Hristiyan ol, bütün Avrupa senin emrinde olsun dediler. Fatih’e bunu teklif ettiler. Fatih kabul etmedi. Doğu Roma İmparatoru ünvanını da verdiler. Bizans’ın yerine geçmiş oldu. Sen Hristiyan ol, Bizans senin, Doğu Roma sensin, hatta bütün Avrupa sana tabi olsun dediler. Fakat hayır tabii ki onlar, İslam’ı Avrupa’nın ortasına kadar götürdüler ve asırlarca bütün İslam alemini korumuş oldular. Yani bu sonucu hak etmedi Osmanlılar. Atalarımız, milletimiz bunu yaptı tabii. Sadece padişahların yaptığı bir şey değil. Bunu bu millet yaptı. Bu millet bunu hak etmedi. Batıya karşı asırlarca direndi, İslam alemini korudu. Şimdi tekrar ayağa kalkması ve İslam alemini tekrar ayağa kaldırması lazım. Milletimize layık olan budur, bize düşen görev budur ve bunu da yapmaya da Allah’ın izniyle muktediriz. Yeter ki bu hadiseleri görelim, içine girdiğimiz olay, ne halkın kendi kendini yönetmesidir, ne demokrasidir. Bu sözlerin, bu propagandaların hiçbir değeri yoktur. Demokrasi denen şey, aslında Batıda da, Amerika’da da halk yönetmiyor. Bu seçimler yapılır, halkın kamuoyu oluşturulur. Bunlar hepsi sadece halkı ikna içindir, halkı oyalamaktır, halka kendi kendini sen yönetiyorsun dedirtmek için düzenlenmiş şeylerdir. Bunlarla bizim kazandığımız bir şey yoktur. Dönüşmemizi gerektiren bir şey yoktur. Tekrar aslımıza dönüp kendi kültürümüze, kendi kültür temellerimize, kendi bilinçaltımıza dönüp, bunu ortaya net olarak koymak ve İslam alemine dönmek, onunla bütünleşip, onunla birlikte yenilenmek şarttır. Tecdit dediğimiz, yeni mücedditlerin çıkması lazım ama bu, reformcu dediğimiz veya işte Batılılaştıran dönüştürücüler değildir. İslam aleminde de böyle bir takım kişiler var. Hep bunların propagandası yapılır. Bizde de işte şimdi televizyonlara fırlayıp da sözde gerçek İslamı öğretecekmiş gibi davrananlar değildir. İslam’ın gerçek düşünce adamları, gerçek idealistler, gerçek aydınlar, ortaya çıkıp, çok köklü derinden hadiseleri inceleyip, bu dönüşüm nerede başladı, ne gibi safhalardan geçti ve nereye vardı, ne şekiller aldı, bunları inceleyip, ortaya koyup, bize tez olarak yeni projeler sunmalılar ve biz de, kararlı bir şekilde, toplumuzla, İslam alemiyle birlikte, bütün İslam alemini de ilgilendiren şekilde, ortaya bir hareket koymalıyız ve bu hareket, bu değişimi, dönüşümü, ama kendimize dönüşümü, Batı’ya Batılılaşmaya dönüşümü değil, kendi kendimize tekrar dönüşümü gerçekleştirmeliyiz. İşte bir nevi yenilenmeyi gerçekleştirmeliyiz. Sanırım o zaman bizim için, İslam alemi için, yeni bir çağ başlamış olur. Dünya için de tabii. Çünkü bu çağın, bu önümüzdeki çağın İslam çağı olması, yeniden İslam çağı olması lazım. Bu olmadığı takdirde daha önceki konuşmalarımda da belirttiğim gibi insanlığı bir felaket bekliyor. Çünkü doğu kendini batıdan, batının etkisinden ve bir nevi esaretinden kurtardı. O büyük kapışmaya, büyük hesaplaşmaya hazırlanıyor. Batı da öyle, mecburi olarak dünya hakimiyeti için doğu ile böyle bir kapışmaya hazırlanıyor. İslam aleminin, ayaklar altında ezilen karınca, devlerin ayakları altında ezilen karınca durumuna düşmemesi lazım. İslam alemi, doğululardan çok daha kişiliklidir. Batılılardan da çok daha kişiliklidir İslam alemi. Nasıl olur da şimdi kendini bırakmış olur ve bu dönüşüm denilen alçaltıcı, insanı alçaltıcı şeyin esiri olur. Mesela yazı bunun en somut örneğidir. Japon yazısı bir yerde okuduğuma göre, 20.000 klişeden oluşuyor. Yani 20.000 işareti tam öğrenen Japon yazısını öğrenmiş oluyor. Çin yazısı ise 200.000 klişeden oluşuyor. Bizim zor dedikleri güç dedikleri alfabemiz ise 32 harften ibaretti. Osmanlı alfabesi dediğimiz 32 harfti. Aslında Arapların 28 harf, acemlerin İranlıların 30 harf, Osmanlılarınsa 32 harften ibarettir. Bizim geçmiş yazımız budur. Buna karşılık Çinlilerin 200.000 klişedir. Bir insanın Çin yazısını tam olarak öğrenmesi için alim olması gerekiyor. Yani ilkokul mezunu bir çinli, yazının bir kısmını öğrenmiş oluyor. Lise mezunu ondan daha fazla yazıyı biliyor. Üniversite mezunu daha fazla, ama en fazla bilen bilgin oluyor artık. 200.000 klişe. Böyle olduğu halde ve sözde komünist oldukları halde adamlar yazılarını değiştirmediler. Bu kadar zor ve bu kadar çetin bir yazıyı muhafaza etiler. Japonların da buna yakındır, 20.000 klişedir yazıları. Kimse yazısını bırakmadı. Rusların dahi kendine göre Kiril alfabesi var, gerçi onların batıyla bir ortak yanları var. Hem dilleri ortak, hem medeniyetleri de bir derece ortak. Bizim kalkıp ta yazımıza veda edip, Latin harflerine geçişimiz, akılla kabul edilecek bir şey değildir. Zaten diğer devrimler de bundan farklı değil. Bizim kendi benliğimizi, kişiliğimizi, şahsiyetimizi, değiştirmeyi gerektirecek bir husus yoktur. Yenilgilerimiz vardı. Batı’ya savaşlarda yenilgiler vardır. Bu yenilgilere çareyi başka türlü bulmaları gerekir. Yoksa bunun sebebi olarak, o üstün insan biz geri insandık da ona benzeyerek biz de kendimizi kurtaracağız gibi bir felsefe akıl almaz bir felsefedir. Böyle bir şey yok. İslam insanı, bizim insanımız, hiçbir bakımdan ne batı ne doğu insanından geri kalır. Onlardan üstündür. Toplumumuz da onların toplumlarından üstündür. Fakat kaderde olabilir. Onlar bazı sahalarda kendilerine göre bir şey yapıp, üstümüze geldiler. Zaman zaman yenildik. Buna karşılık, tabi, bir şey yapmamız lazımdı bizim. Fakat onu yapamadık, onun yerine kendi kimliğimizi, bütün bir yüz elli yıldır, iki yüz yıldır, devamlı terk ettik, devamlı... Tabi bunu Avrupa da sezdiği için, o buna bir şekil verdi, bir plan, proje yaptı, buna bir dönüşüm dendi. Bizimkiler zaman zaman Batılılaştıkça, ona övünüyorlar işte. Biz dönüşüyoruz, dönüşüm hızlandı deniyor, transformasyon diye bir kelime kullanılıyor. Bu, bir nevi, kendi kendini inkâr ve değişimin yanlış yorumudur.

Bizim, bu gidişi durdurmamız lazım. Mutlaka dediğim düşünürlerin ortaya çıkması, bilim adamlarının incelemeler yapması lazım ve bir hareket olarak, her yönde, düşüncede diriliş demiştik, bir zamanlar. Öyle yazılar, başyazılar yazmıştık Diriliş'te de. Düşüncede diriliş, inançta diriliş, edebiyat ve sanatta diriliş, tabi siyasette de diriliş ve İslam aleminin bütünleşmesini, gerçekleştirmek için bir hareket lazım ki, işte bizim diriliş hareketi o harekettir. Ancak bunun gelişmesi lazımdır, öyle sözle olmaz tabi. Bu hareketin büyümesi, her cephede gelişmesi gerekir, sadece siyaset cephesinden değil. Yani her tarafta örgütlerini kurması ve bir takım provokasyonlar yaparlarsa da, o oyunlara gelinmemesi, gereksiz bir takım eylemler, taşkınlıklar yapılmadan hareket edilmesi gerekir. Bir yandan düşüncede, diğer yandan bilimde, ruhta, inançta, ahlakta, sanat ve edebiyatta, mesela sinemada gelişmek gerekir. Geçenlerde söyledim, bugün bizim 1. Dünya Savaşımızın bir filmi yok ortada. Halbuki dünya çapında film yapılabilir. Şimdi Kanuni Sultan Süleyman filmi için o kadar şeyler yapılıyor, halbuki böyle bir gerçek film olsa bütün dünya seyreder. Kanuni Sultan Süleyman devrini anlatan gerçek bir film olsa... Tabi bunu bir yazarın yazması lazım önce. Önce edebiyatta bu devrimin olması lazım. Mesela, diyelim ki, Ruslar hani bildiğimiz gibi 'Harp ve Sulh'te Tolstoy, Rusya'nın işgalini, Napolyon'un işgaline karşı Rusya’nın direnişini anlatır. Bir edebi eser olarak. Ve onun filmi de oldu. Aynı şeyi 2. Dünya Savaşı için de yazdılar. mesela, Doktor Jivago, nobel aldı mesela onun yazarı. Ve Durgun Akardı Don yazıldı mesela. Yani herkes kendi çapında, bir şey ortaya koyuyor. Bizim şimdi, neden yani Osmanlı devrini anlatan dünya çapında filmlerimiz olmasın? Ama o filmleri sadece yönetmen veya oyuncu yapmaz. Onun önce yazılması lazım. Yani edebi olarak bir kere o eserler yazılmalı... I. Dünya Savaşı'nda bu milletin çektikleri, bütün cehpelerde; bunun film olarak da, roman olarak da ortaya konması lazım. Bu sadece edebiyat konusu değil, önce düşüncede gelişimler, düşünürlerin ortaya çıkması lazım. Yeni İslam, kendine göre İslam, sanki hiç bilinmeyen bir şeymiş gibi İslam görüşleri ortaya atılacağına, her sahada düşünce eserleri ortaya konması lazım.

Ondan sonra bizim kendimize özgü bir medyamız olması lazım. Bu kanalların bu şekilde oluşu gerçekten çok üzücü, çünkü dönüştürüyor işte toplumu, kimse farkında değil. En önce çocukları dönüştürüyorlar, o çizgi filmler, çocuk şeyleri, hepsi çocuğu daha yeni yeni gelişirken hep Batı tipine çeviriyor. Çocuk orada daha kendi Türkçe isimleri bilmeden yabancı isimleri öğreniyor. Yabancı -sözde- kahramanlar, yabancı şeyler... Bizim yok mudur yani? Masallarımız yok mu? Bizim geçmişimizde sayısız eser vardır, türkülerimiz, masallarımızın yanında bir de sayısız eser var geçmiş klasiklerimiz var. Bunların hepsinin medyaya dönüşmesi lazımdır. Yani kendi kendimize dönmemiz, kendimizi yenilememiz ve İslam alemi ile bütünleşip, İslam aleminin de bu kendisini ayağa kaldırma çabasına katkıda bulunmamız, böylece yeni bir çağ açılması şarttır. Yoksa İslam aleminin bu durumu, doğrusu utanılacak bir durumdur. Doğu'nun, Batı'nın ve Rusların karşısında bizim bu şekilde bir nevi esaret, kölelik devrine doğru gidişimiz, veya kendimizden sıyrılıp Batı'nın bir uydusu haline gelmemiz, ülkelerimizin de işgal edilmesi, bir nevi, parça parça -daha sonra belki bütünüyle işgal edilecek- bir duruma düşmesi, bizim için utanılacak bir şeydir. Onun için bir nevi hadiseler, bence bir alarm sesini, duyacak kulaklara duyuruyor. Ama kimileri de bu medya yüzünden bir nevi sağırlaşmış durumda. Uyanmalıyız ve diriliş hareketi muhtevasına kavuşmalı. İçi dolmalı. Şimdi içi o kadar dolu değil, ana hatları var. Yani temeller atılmış fakat içini doldurmamız lazım. Daha somut hale gelmemiz, güç bulmamız, tarihin içinde yeni bir hareket olarak belirmemiz lazım. Kurtuluş burada, yoksa ne yazık ki eğer bu olmazsa, gelecek iyi bir manzara çizmiyor.
Hepinize hayırlı akşamlar. Yine görüşürüz inşallah."