Karaman Fotoğraf Sanatı Derneği (KARFOT) eski ismiyle Gödet olan Güldere Köyü'ne Fotoğraf Gezisi etkinliği gerçekleştirdi.
Soğuk hava şartlarına rağmen köyü gezen fotoğrafçılar köyün yaşantısına, mimarisine, doğasına, insanına dair bir çok fotoğraflar çektiler.


Gezi yazısı;
''Bir Kış Hikayesi,

Dinlenmek denilince ne anlarız. Hele birde günlerden Pazar ise. Haftanın yorgunluğunu atan uzun bir uyku uyuyabilir ya da kahvaltı masasına kurulup Televizyonda “Ayna “ , “Gezelim, Görelim “  türünden Belgeseller seyrederek günümüzü geçirebiliriz. Lakin bu durum bizde  “TÜRK KASI” nev’inden kasap malzemesi bile olamayacak işe yaramaz yağlar oluşturur. Erkekler için durum böyle iken Kadınlarımız acaba ne yapar dersiniz? İkindi zamanı “Batırıktır kadınların Alayı, bulgur küpü yine buldu belayı “ türküsü eşliğinde harmanlanan bol salçalı ve baharatlı Batırığa yumulurlar. Akabinde yalandan yürüyüşe çıkılır. (Güya kilo vermek için) Akşam adam eve gelip yemek hazır mı, sorusuna : “ne çabuk acıktın bilmem “ cevabı yapıştırıverirler. Çünkü hem evin Hanımı henüz acıkmamış, hem de yemek hazır değildir.

KARFOT derneğinin Facebook’taki Gödet (Saklı Cennet ) Etkinliği ile ilgili nazik davetine (Aralık ayında buz gibi havada bir Pazar günü ) icabet ettik.

Sabahın sekizinde dumanı tüten taze ekmekleri fırından alıp tam bagaja koyacak iken Serap Hanım’ın muhalefetiyle karşılaşıyoruz: “Ekmekleri çift poşete koyalım, değilse kurur! “ Ekipten tık çıkmıyor, yarı mahmur gözlerle minibüse biniyor ve yola koyuluyoruz.

Feyzullah Bey, yol güzergâhında Fotoğraf çekilecek güzel mekânların bulunduğunu, havanın güneşli olmasının bir avantaj olduğunu belirttikten sonra “Keşke kar yağmış olsaydı “ diyerek hayıflanıyor, Ufuk Bey kaptan koltuğunda (Koltuğun hakkını vere vere ) şakalar yapıyor uykumuzu açıyordu.

On beş, yirmi dakika geçtikten sonra şehri terk ediyoruz. Derken karşımızda Güneş, altından kolyelerini bozkırın gerdanına dizip arz­-ı endam ediyor. Bir koyun sürüsü ince kepek gibi serpilmiş bembeyaz kar taneleri arasından sabah kahvaltısını temin etmekle meşgul vaziyette. Minibüsün kapısı açılır açılmaz, biz fotoğrafçılar “Zemherideki Kurt Sürüsü “ gibi koyunlara saldırıyoruz. Garibim sürüdeki hayvanlar boyunlarında bir acayip aletle üzerlerine gelen Tim karşısında tabana kuvvet kaçıyorlar. Biraz ilerledikten sonra Hanya’yı, Konya’yı anlıyor, arabadan görülen güneşin ne kadar aldatıcı olduğunu hissediyoruz. Derken uzun boylu, kara yağız, gün yanığı yüzünde gülümseme eksik olmayan bir çobanla tanışıyoruz. Ustası, acemisi yöresel kıyafet giymiş çobanımızın karizmatik Portresini çalışıyoruz. Çalışıyoruz çalışmasına lakin Çobanımız : ” tıraş falan olsaydık iyi olurdu “ deyip havaya giriveriyor. Bir süre koyun, merkep ve arazi üzerinde Fotoğraf çalışması yaptıktan sonra arabamıza dönüyoruz. Ekmeğin ne kadar kutsal olduğunu çobanlık yapan yağız Anadolu evladının lisan-ı hâlinden bir kez daha öğreniyoruz. Bu arada sakin görüntüsü altında muntazam bir bilgelik taşıyan Kadir Bey’den fotoğraf çekmeye dair tüyolar alıyoruz.

Az gidip, uz gidip dere tepe düz gittikten sonra nihayet köye ulaşıyoruz. Taştan evler, dar sokaklar… Pencereler, kapılar kadrajımıza yepyeni dünyalar açıyorlar. Kırmızı yanaklı köy çocukları bütün şirinlikleri ile pencerelerden bize poz veriyor. Biraz nazlanan Nine ve dedelerimiz, mekânla bütünleşen yöresel kıyafetleriyle benim diyen mankenlere taş çıkartırcasına, tamamen natürel pozlar veriyor, ruh dünyamıza yeni yeni güzellikler katıyorlar. Köylü büyüklerimizin “Guzum bizden geçti “ diyen sahte serzenişleri onlara olan sevgimizi bir kat daha artırıyordu.

Eğer ekibinizde Bayanlar varsa sırtınız yere gelmez. O soğukta bir yudum çay için neler verilmez ki derken, Tuğba Hanım sesleniyor: Buraya gelin, madeni buldum. Bu işaret fişeği iki anlama geliyor: Birincisi bir köy evinde iç mekân çekimi, ikincisi çay demek. Taş merdivenden taş eve doğru kıvrılırken yapının doğallığı ve kullanılan ağaçların mukavemeti dikkatimizi çekiyor, biraz daha yüksek bir yerden köye bir kez daha bakma fırsatı buluyorduk. Ahşap kapının eşiğinden önce aralığa ( Hol ) daha sonra çıtır, çıtır odun yanan odaya girdiğimizde iki Pîr-i Fâninin güler yüzüyle karşılaşıyoruz. Bir köşede Ninemiz, diğer köşede Dedemiz belki de hayatın en olgun, demini almış en duru haliyle bizi karşılıyorlar. Yüzlerindeki riyâsız gülümseme bizleri sımsıcak sarıyor, sanki yıllardır bu mekânın bir parçasıymış hissi veriyordu. Sadete geliyor; nur yüzlü Dedemiz ve Ninemizin sayısız Fotoğraflarını çekiyor, onları tatlı bir yorgunluğa sevk ediyorduk.  Fakat hepimiz aynı oyunun bir parçası olmaktan duyduğumuz mutluluğu da gizleyemiyorduk. Evin genç hanımı ve oğlu bizlere çay ikram ediyor, sobaya yeni atılan odunların çıtırtısıyla mest oluyorduk. Evin mefruşatının sadeliği bizleri özümüze götürüyor, muşamba motifleri, Ayetlerin yazılı olduğu cam çerçeveye iliştirilmiş gurbetteki canların fotoğrafı, işlemeli askılık ve ahşap dolap kadim bir medeniyetin izlerini taşıyordu.

Güldere’deki sokak hayatı ve kültürünü anlatan resimler çekmek üzere tekrar yola koyuluyoruz. Evlerin pencerelerindeki çocuk silüetleri bizleri cezbederken, birkaç dakika sonra ekibimizin talepleriyle uzmanlaşan çocuklar tam bir Foto Model oluveriyorlar. Bu arada ekibimizde bulunan 6.sınıf öğrencisi sevgili Semanur’un Foto Model olarak bize yapmış olduğu katkıyı Fotoğrafları incelediğimizde daha iyi anlayacağımızı umuyorum.

Öğle vakti henüz geçmek üzereydi ki Saklı Cennet’e doğru harekete geçiyoruz. Soğuk hava iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Sonbaharla birlikte renklerinden arınmış Cennetin kıyısına kampımızı kuruyor uzun süre alsada kamp ateşini yakmayı başarıyor, çocuklar gibi seviniyoruz. Ufuk Bey’in sucuk ziyafeti ayaz bir gün için biçilmiş kaftan oluyor. Üstelik üzerine bir de Semaverde kaynamış çay ziyafeti düşman çatlatıyordu.

Yemeğimizi yedikten sonra Cennetin Sırlarını aramak üzere yola koyuluyoruz. Zaman zaman tabiatın bize sunduğu güzellikleri deklanşörümüze nakşederken zaman zaman da ekip arkadaşlarımızın modelliğine başvuruyoruz. Yüksekçe bir tepeden Köy evlerini resmederken vaktin daraldığını havanın daha da soğuduğunu hissediyoruz. Köy sokaklarına geri döndüğümüzde neredeyse herkes bizi tanıyor, Poz vermemek bir taraftan gülümsüyor, bir taraftan kaçışıyorlar. : )

Akşam evlerimize dönerken bir taraftan Ufuk Bey’in: Gün henüz bitmedi akşam Müzik Proğramına davetlisiniz şakasına gülüyor bir taraftanda üzerimizde oluşan tatlı yorgunluğun verdiği hisle şehre doğru ilerliyorduk.

Hayatımız boyunca unutamayacağımız böyle bir güzelliği bizlere yaşatan Karaman Fotoğraf Sanatı Derneği’ne teşekkürlerimizi sunuyor, darısı bir sonraki etkinliğin başına diyoruz.

Sağlıcakla… Bir Kış Hikayesi, Abdurrahman BOYACI