Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Turan Karataş ile Sezai Karakoç'un 80. doğum yılı münasebetiyle Karakoç hakkında söyleştik

Sezai Karakoç'un edebi ve fikri alanda verdiği eserlerden ve hayatından yola çıkarak hazırlanan Doğu'nun Yedinci Oğlu kitabı bu defa Kaynak Yayınları tarafından basıldı. Kitap aynı zamanda Sezai Karakoç üzerine hazırlanmış ilk doktora tezi ünvanına sahip. Biz de Karakoç'un 80. Doğum günü anısına kitabın yazarı Porf.Dr.Turan Karataş'ın görüşlerine başvurduk.

Turan Karataş: Doğu'nun Yedinci Oğlu bir mekteptir;
Karataş;''Bildiğim kadarıyla, Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç kitabı, şairin hayatı, eserleri, düşüncesi, sanatı üzerine şimdiye kadar yapılmış en kuşatıcı inceleme. Karakoç hakkındaki ilk doktora tezi. Epeyce çaba harcanarak ortaya çıkmış bir kitap; ne çok emek verdiğimi en iyi ben biliyorum. Belki şöyle bir şeyden de söz etmek gerekir: Bu çalışmayı sevgiyle ve samimiyetle yaptım. Bu iyi niyet ve sıcaklık, kitabın anlatımında da hissedilir kolayca. Akademik çalışmalara hâkim olan soğuk atmosfer, kuru dil, bu kitapta yok. Doğu'nun Yedinci Oğlu için, ailenin en değerli ağabeyinin/ çok değerli büyüğünün, evin gayretkeş, cüretkâr küçük oğlu tarafından anlatılma çabası da denebilir. Bundan 20-25 yıl önce akademik çevrelerde bir çeşit çekingenlikle, korkuyla bakılan büyük bir sanatkâra ve düşünüre, genç bir akademisyenin ilk kez 'ivazsız garazsız' bakışıdır.
Nüfus kayıtlarına göre Karakoç'un doğum tarihi 22 Ocak 1933'tür. Ne var ki, bizde bilhassa doğumla ilgili resmî kayıtlar hep eksik yahut fazladır. Bu türden yanlışlıklar bazen nüfus memurlarının bilgisizliğinden, kimi zaman da babaların ihmalkârlığından ya da işgüzarlığından kaynaklanır. Her ne ise, eskiden beri resmî kayıtlarımız pek güvenilir değildir. (Kendimden biliyorum. Nüfus kaydım 8 Ekim 1961'de doğduğumu gösteriyor. Hâlbuki doğduğum günlere tanık olan bir amcazadem aynı yılın haziranının son günlerinde doğduğumu söylemektedir.) Sezai Karakoç hatıralarında, annesinden rivayetle güllerin açıldığı ay olan gülân'da (mayıs) doğduğunu söyler. Başka bir husus, şairimize babası Yasin Efendinin koyduğu isim Muhammed Sezai'dir, nüfus cüzdanında ise 'Ahmet Sezai' adı kayıtlıdır. Oysa 'Ahmet' ağabeyinin adıdır, nasıl olmuşsa Sezai'nin önüne yazılmış! Yine nüfus cüzdanına bakarsak Karakoç'un 'doğduğu yer' hanesinde 'Osmaniye' yazılıdır. Bu şimdiki Osmaniye değil, o zamanlar Ergani'nin merkezine verilen isimdir.
Büyük şairin adını ilk kez İmam Hatip Okulu'nun orta ikinci sınıfında iken duydum. O zamanlar gidip geldiğimiz Milli Türk Talebe Birliği'nde beyaz kapaklı kitapları teşhir edilir ve satılırdı. Aklımda kaldığı kadarıyla, şiirleri değil de düşünce kitaplarıydı. Bunların en ince olanını satın aldım ilk olarak, hem okuması kolay olsun diye hem de adı çok dikkatimi çekmişti: İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü. Orta ikiden üçe geçtiğim senenin yaz tatilinde hiçbir şey anlamadan okumaya çalıştım söz konusu kitabı. Belki de ilk birkaç sayfadan sonra okumayacaktım kitabı. Fakat o zaman Yüksek İslam Enstitüsü'nde okuyan bir ağabey, Ahmet Durmaz, kitabı elimde görünce, çok heyecanlandı ve bana takdirkâr ifadeler sarf etti, özendirdi beni. 'Aferin. Bu yaşta böyle önemli kitaplar okuyorsun' kabilinden. Ne ki, dediğim gibi, kitaptan aklımda o zamandan hiçbir şey kalmadı. Bu zamansız ilk karşılaşmadan sonra 5-6 yıl Sezai Karakoç'un kitaplarını bir daha elime alamadım. Ta ki üniversiteye gidene kadar. Üniversitede ise yine kitaplarını okumadım da karşıma çıkan birkaç şiirini okudum; günlük çıkmakta olan Dirilişleri aldım bir süre.
Yüksek Lisansı bitirip (1989) doktoraya başladıktan sonra sanki içimde bir boşluk vardı. Bazı sular içmiştim de susuzluğumu gidersin diye, fakat asıl ulaşmam gereken kaynakla buluşmamışım gibi. O günlerde Diriliş haftalık olarak çıkıyor, ben bazı haftalar dergiyi alıyordum, fakat Sezai Bey'i düzenlice okumamış olmanın eksikliği ve huzursuzluğu vardı içimde. Bir iki yıl sonra tez konusunu belirlemeye çalıştığımız günlerde bir arkadaşımız Attila İlhan'ın şiirini çalışacağını söyledi. Fırsat bu fırsattı. Bütün cesaretimle Hocam Orhan Okay'ın karşısına çıktım, Sezai Karakoç'u ve eserlerini doktora tezi olarak çalışmak istediğimi söyledim. Hocam, ilk önce 'bilmem ki, nasıl olur' gibi temkinli sorular sordu. Ben de Attila İlhan olabildiğine göre, Sezai Karakoç da olabilir diye ısrar ettim. Hocam her zamanki nezaketiyle kabul etti sonunda. Sezai Bey, çalışmaya başladıktan sonra haberdar oldu. Belli etmedi, ama sevindi, anladığım kadarıyla. Elinden geldiğince yardım etti, kaynaklara ulaşmam hususunda. Kendi eserlerinden bir takım hediye etti; Diriliş'in son dönem ciltlerini de.
Sezai Karakoç'un beslendiği kaynaklar, temiz yeraltı suları gibi bugüne kadar gürül gürül akıp duran ve isteyenin susuzluğuna çare olan büyük düşünce ve duygu nehirleri, akpak çağlayanlardır. Asırlarına damgalarını vurmuş büyük mütefekkirler, sanatkârlar. Hemen hatırladığım İbn-i Arabî, İmam Rabbanî, Mevlana, Yunus, Fuzulî, Şeyh Galib, Mehmed Âkif, Said Nursî, Necip Fazıl gibi müstesna insanlar. Başka türlü söylersek O'nu besleyen ana damar İslam düşüncesinin üstün insanları, İslamın şiir anıtlarıdır. Buna ilave olarak Karakoç, Batı düşüncesini ve sanatını da derinlemesine tanımış, gerektiği kadar yararlanmıştır.
Benim görebildiğim kadarıyla, ortaya koyduğu düşünceyle ve siyasî kimlikle 'var olmayı' önemseme, Sezai Karakoç'un son çeyrek asırda daha bir belirginleşen tutumudur. Gerçi başından beri, düşünceyi sanatının/şiirinin yanı başında taşıyan bir sanatkârdır; fakat siyasî tavır, 80'lerin sonuna doğru, 90'ların hemen başında iyice görünür. Bilemiyorum, şairliği, bir 'gençlik hevesi' olarak mı görüyor Sezai Bey. Sanmam. Şiire bu kadar emek vermiş bir insan. Olgunlaştıkça insana fikrin daha bir yakıştığını mı düşünüyor? Bana sorarsanız, onun düşüncesini gelecek kuşaklara taşıyacak olan eserleri başta şiirleri olacaktır. Türkçe var olduğu sürece yeryüzünde, Karakoç'un şiirleri dillerden düşmeyecektir, onların özünü dolduran düşünce de. Hemen aklıma gelen 'Annemin bana öğrettiği ilk kelime/ Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde', 'Göz seni görmeli ağız seni söylemeli', 'Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır', 'Çocuk düşerse ölür çünkü balkon/ Ölümün cesur körfezidir evlerde', 'Artık kendimize bile o kadar yakın değiliz', 'Kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı/ Günlere geldim…', 'Ölürken kiraz koymalı ağızlara' dizeleri, birer büyük düşünce denizini kaynatacak güçte değil midir?

Hocam Diriliş hakkında ki görüşleriniz nedir?

Diriliş, bir mekteptir. Bu kavramın bütün anlamlarını, çağrışımlarını göz önünde bulundurarak söylüyorum, bir okul olmuştur Diriliş. Türk düşüncesine unuttuğu inanış ufkunu açan bir dergidir. Binlerce insanı beslemiş, onlarca şair ve yazarın yetişmesine zemin olmuştur. Diriliş, aynı zamanda bir tutarlılığın, istikrarın, idealin, fedakârlığın da simgesidir. Bir seher yeli gibi uyandırıcı, bahar sağanağı gibi diriltici, yaz yağmuru gibi güzeldir. Onu elinize aldığınızda, bâkir bir vücudun tazeliğini duyarsınız.
Büyük bir sanatkârı tanımanın en sağlıklı yolu, onun eserleriyle uygun zamanda buluşmak ve onları anlayarak okumaktır. Bizim yaptığımız türden çalışmalar, 'anlatmak'tan çok 'tanıtmaya' yarayabilir. İlgi uyandırır; merakları kabartır. Sanatçıya ve eserine giden yolu işaret eder. Eleştirel bir okumanın sonuçlarını sunar, ama bu öznel ya da kişisel olduğu için çok zaman çoğuna göre eksiktir. Unutulmuş bazı hususları kayıtlara geçer. Zamanın üstünü örttüğü birkaç yaşanmışlığı hatırlatır. Fakat hiçbir zaman, ele aldığı şahsiyeti 'binbir köşe'siyle ortaya koyamaz. Bu o kadar zor ki…''


Sayın hocamız Prof.Dr.Turan Karataş Beyefendiye bizleri ağırlayıp zaman ayırdığı için Karaman Gündem ailesi olarak teşekkür ediyoruz.