İslam eşitlik adalet ve hoşgörü gibi birçok güzel ahlakı temel alan bir dindir.  Eşitlik adalet ve hoşgörü gibi kavramların tanımı ise toplumun değerlerine göre değişebilmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim esas alındığı zaman gerçekte eşitlik, adalet ve hoşgörünün tek bir anlamda anlaşılması gerektiği esastır. Toplum olarak okuyup, yazıp çizen bir toplum değiliz. Her zaman işin kolayına kaçar, ulaşmak istediğimize en kısa yoldan ulaşmayı hedefleriz. Ulaştığımız bilgilerin doğruluğunu eleştirmeyecek kadar da kendimizden aciziz. Oysaki bir insan inanışına göre yaşamak istiyorsa ve inanışının gereklerini yapmak istiyorsa, bu inanışın kaynağına ulaşıp bu kaynaktan yararlanmalıdır. İnsanlar okumadan anlamadan birçok şey söyleyebilir. İnanışın kaynağına inmeden araştırmadan inanılan bilgilerle, insanın yanlış yollara fikriyatsızlığa ve cahilliğe sürükleneceği aşikardır. İnsan inancının gereklerini başkalarından duyarak değil araştırarak öğrenip uygulamalıdır. Kültürel Değerler dine etki etmemelidir.

Eşitlik, adalet ve hoşgörü kavramlarını kendimize göre ya da toplum yapısına göre yorumladığımız zaman bu kavramların içini boşaltmış olmaz mıyız? Eşitlik, herkesin aynı haktan yararlanması birinin yapabildiğini istediği takdirde diğerinin de yapabilmesi değil midir?  Adalet,  herkesin aynı hükümler altında yargılanması değil midir? Hoşgörü, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın saygı duymak değil midir?   Ancak bu kavramlardan hiç biri doğru işlemiyor. Çünkü benimsenen kültürel değerler dine etki ediyor. Hem eşitlik, hem adalet hem de hoşgörü bizim standartlarımıza, örf adet, gelenek, göreneklerimize yani kısaca kültürümüze göre şekilleniyor ve tanımlandırılıyor. Bu karmaşık çeşitli yapı ise toplumlar arasında ve toplumların içindeki bireyler arasında huzursuzluğun oluşmasına neden oluyor. 

İnsanların dini inanışları yaşamlarını şekillendirir. Çünkü dini inanışlar insanların yaşama sebebidir. Yaygın ve semavi din olan Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam insanlara bu dünya da uyumlu yaşamayı eşitliği, adaleti ve hoşgörüyü emreder.  Semavi dinler, insanları bu dünya da yaptıklarından sorumlu tutar ve bu dünyada yapılan işlerin hesabının öldükten sonra sorulacağını bildirir.

Toplumun yarıdan fazlasının İslamiyet’e teslim olduğunu söyleyen Türkiye’de eşitlik, adalet ve hoşgörü kavramlarını ele aldığımız zaman, ortaya yine çok çeşitli düşünceler çıkıyor. İslamiyet’e teslim olmak, Allah’ın buyurduklarını öğrenmeyi ve ona göre yaşamayı kabul etmektir. Eğer bir insan ben Müslüman’ım diyorsa bu gereklilikleri bilerek yaşamalıdır. Fakat toplumuza baktığımız zaman ne yöneticiler arasında ne de bireyler arasında İslam-i kaynaklı eşitliği, adaleti ve hoşgörüyü göremiyoruz. Bunun temel sebebi de toplum içinde de yöreden yöreye değişen kültür farklılıklarıdır. Dinin kültürü şekillendirmesi gerekirken, kültür dini şekillendiriyor. Bunun sonucunda da aynı dinde farklı inanışlar yaşanıyor. Dini inanışlar için, her şeyden önce bakılacak olan tek şey dini kaynaklardır. Kültürü dine yadsımak oldukça yanlış tavır olsa gerek. İslamiyet’te insanların yaşantısını şekillendirir. İnsanların yaşantısı İslamiyet’i şekillendiremez. Böyle bir durumdan dinin hiçbir anlamı ve itibarı olmaz, olamaz. Çünkü bu durum dinin doğasına aykırıdır.

Sonuç olarak, değerler ve dini inanışlar birbiriyle karıştırılmamalıdır. İnsan dini değerlerle kültürel değerlerinin ayrımını doğru yapmalıdır. Kesinlikle kültürel değerler, dini değermiş gibi algılanmamalı ve dini değer olarak kabul edilmemelidir.