Med Cezir...

Bir an gelir gökyüzünü taşıdığınızı sanırsınız göğsünüzde… Tüm dünyanın sizinle anlam kazandığını düşünürsünüz. Mutlusunuzdur çünkü. Çevrenizdekilerin sizi gördüğünde neşelendiğini sanarak her gördüğünüz gülümseyen gözün sahibine sımsıkı sarılmak ister ya insan… Bahar da gelmiştir. Doğanın heyecanı içinizde yankı bulur. Rengârenk çiçekler kelebekler, cıvıl cıvıl kuşlar,  ağaçlar mis gibi rayihalar etrafınızda döner durur. Kırmızı pabuçlarınızı giyip, çocuklar gibi koşmak istersiniz doğada. Hatta rüzgârla yarışa bile varsınızdır umarsızca… Rüzgar karşı çıkar hoyratlığınıza, dolar saçınızı yüzünüze, tökezlersiniz bir an için ama yine de hiç oralı olmazsınız savurursunuz saçlarınızı devam edersiniz yolunuza… Önünüzde hiçbir engel yoktur aşamayacağınız. Buna öyle bir inanmışsınızdır ki aklınızın ucundan bile geçmez en ufak bir olumsuz düşünce… İyi işler yapacak,  iyi sözler söyleyecek hatta söylettireceksinizdir. Yaşamın size sunduğu bütün güzellikleri çevrenizdekilerle paylaşıp onların da sizin aldığınız hazdan tatmalarını umacaksınız, en az sizin kadar mutlu olabileceklerini hayal ederek…

Bir dağın zirvesine çıkıp içinizdeki enerjiyi haykırarak paylaşmak isteyeceksiniz öyle delice bir heyecanla…

Her şey bu kadar güzel giderken,  bir anda bir şimşek çakar yer yarılır adeta… Tüm güzellikler, iyi niyetler sizden uzağa düşer. Hiç beklenmedik hadiseler, sizi bile yabancılaştırır kendinize… Yaşamı sorgulamaya başlarsınız sonrasında… Ne için varım? Ne yapıyorum? Ne kazanıyorum? Nedenli niçinli sorular uzadıkça, verdiğiniz cevapların anlamsızlığı da o denli uzar gider bir zincirin halkalarına takılırcasına…

Gitmek istersiniz, gittiğiniz yerde bulacaksınız bütün anlamları ya!  Kaf Dağı’nın ardındadır hem de bütün cevaplar… Bedeninizin ağırlığı vız gelir, kalbinizin ruhunuzun ağırlığının yanında… Sarsılarak acı çekerek kanayarak ilerlemek, bir yanınıza sızı verirken diğer yanınız sevinecek kayıtsızca…

Ruhunuzun medcezirleri yetmezmiş gibi, beyninizin, kalbinizin çatışmaları başlayacak coğrafyanızda… Aralarını bulmaya çabalarken siz, onlar yine bildiğini okuyacak ve kalakalacaksınız bir girdabın ortasında…

Git diyecek içinizden bir ses. Git nereye olursa! Karşınızda öyle afilli durmaktadır ki gitmek, elinizi uzatıverseniz değecekmişsiniz gibi yakın ama ne kadar ilerlerseniz ilerleyin bir türlü ulaşamayacağınız uzaklıkta göz kırpar umutlarınıza…

Kelimelerden aman dilersiniz, sıkışır kelimeler ard arda boğum boğum olur… Siz çözmeye çalıştıkça nefessiz bırakır ciğerlerinizi, yakar boğazınızı, göz pınarlarınızdan taşar kucağınıza…

Kendinden kaçarken insan, içine sıkıştırdığı kelimeleri çözse ne çıkar…

Kelimeler de sessizleşti… Onlar olmayınca ebemkuşakları nasıl anlatılır… Dağın etekleri rengârenk kır çiçekleriyle bezenmişken,  prenses edasıyla salına salına selamlarken yeryüzünü, dillere destan o muhteşem güzelliği kim anlatır kuşlara arılara…

 Kelimeleri yitirince insan, hayatına kastettiğini ilan eder. Konuşmaz, bakmaz, görmez, yaşamaz adeta…