Bir kaç dakikalığına ölümü düşünelim. Buna tefekkürü mevt dendiğini biliyorsunuzdur. 

Şimdi farklı bir şey yapalım. Kendi ölümümüzü değil, en sevdiğimiz kişi veya bir kaç kişinin öldüğünü düşünelim. Ne de olsa başkasının ölümünü konuşmak kolaydır derler. Aslında hiçte öyle değil.

Hayat nasıl olur bizim için hiç düşündünüz mü? Annemiz, babamız veya eşimizin öldüğünü düşünelim. Sımsıkı sarıldığınız annenizi soğuk toprağa kendi ellerinizle bırakıveriyorsunuz. Dağ gibi duran, evinizin direği babanız yok artık. Ya evlat acısı çok zor olduğu söylenir. En sevdiklerimizin acısı ve ayrılığı kalbimize ok gibi saplandı galiba. Paylaştıklarımız, acılarımız, sevinçlerimiz. Hayatları ve birlikte geçirilen zamanlar bir film şeridi gibi önümüzden geçti bile. Yakın akraba, komşu veya iş arkadaşlarımız.  Hepsinin ayrı bir yeri var hayatımızda. Kırgın olduklarımızın ölümü bile bizi hüzne boğmuştur. Ah, keşke. Ah! Daha dikkatli olsaydım. Keşke özür dilese idim... Keşke helallik alabilseydim. Tüm pişmanlık cümleleri ve anları zihnimizde bir anda canlanıverdi.

Elde var hüzün. Elde var pişmanlık. Eee neyi bekliyoruz o halde?

Henüz hayali olarak düşündüğümüz kimse ölmedi ama bir gün ölecek. Pişman olmak ve üzülmek için sevdiklerimizi kaybetmemiz mi gerekiyor?

Süre kısalıyor, ömür bitiyor. Giden gelmiyor. Ağızdan çıkan sözcükleri sahibi değil esiri oluyoruz.

Sevdiklerimizi kaybetmeden onlarla kısa veya uzun ayrılıklar yaşamadan da onların kıymetini bilmeliyiz. Hayatı daha yaşanılır ve daha anlamlı kılmak için geç değil. Lütfen sevelim sevilelim. Küçük kusurları büyütmeden kırgınlıkları düşmanlıklara dönüştürmeden birbirimizin kıymetini bilelim. Hayat sandığımızdan daha kısa ve hızlı. Hayatı yavaşlatıp verimli, yaşamak dileğiyle...