Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Bundan sonra hiçbir güç, milli hakimiyetin ve egemenliğin üstünde olmayacaktır. Nihai karar sadece milletin tercihleriyle şekillenecektir. 2014 yılında halkımızın doğrudan Cumhurbaşkanını seçmesiyle bu ilke taçlanmıştır. Bundan sonra da tarihin her kritik evresinde ve istikbale doğru yürürken bu ilkeye sadakatle bağlı kalınacaktır” dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 76. yıldönümü nedeniyle Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından ATO Congresium’da düzenlenen törende yaptığı konuşmada, “Tarihte iz bırakmış liderleri diğer liderlerden ayıran çok bariz özellikler vardır. Bunların en başında bu liderlerin kendilerine duydukları özgüvendir. En zor şartlarda tarihe iz bırakan liderler, herkes ümitsizliğe düştüğü anda, herkesin artık sonuna geldik dediği anda yeni bir başlangıcı hayal ederler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en bariz vasfı özgüvenidir. İşgal donanmaları İstanbul’un önüne demir attıklarında ‘Geldikleri gibi gidecekler’ demiştir ve işgal donanmaları geldikleri gibi gitmişlerdir. İkinci vasıf, kendi özgüvenleri yanında milletine duydukları güvendir. Tarih içinde hareket ettirmek istedikleri, özne kılmak istedikleri halklarına ve milletlerine duydukları güvendir. Bizzat kaleme aldığı şu ifade aslında sadece o günlerin değil gelecek asırların da milli egemenlik anlayışını yerleştirmiştir; ‘Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır’. Bu ifadenin arkasında bir liderin kendi milletine duyduğu güven hissi vardır. Yine bu liderlerin önemli vasfı, üçüncü önemli vasfı tarihin akışını doğru okumalarıdır” dedi.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının yüzüncü yılının idrak edildiğini anlatan Davutoğlu, “Klasik imparatorluk düzenlerinin sona erdiği savaş oldu. Avrasya ana kıtasının ortasında ve klasik devletlerin doğduğu bölgelerde ortaya çıkan imparatorluklar tarih sahnesinden çekildiler. Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu ve nihayet bize aziz bir vatan bırakan Devlet-i Osmani Aliye. 7 iklime hükmetmiş, çok köklü bir devlet geleneğinin ürünü olan Devleti Aliye Osmaniye tarih sahnesinden çekilirken aslında tarihi yeniden okuma zarureti vardı. O dönemde yükselen güçler ise Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan sömürge imparatorluklarıydı, İngiliz ve Fransız imparatorlukları gibi. Büyük devlet alanları, sömürge yapılarıyla yükselen güçler olarak telakki ediliyordu. O sebepledir ki birçok ülkede sömürge yapılarının doğacağı ve yaygınlaşacağına dair kanaat vardı ama Gazi Mustafa Kemal geleceği gördü ve sömürge imparatorluklarının da sonuna geleceğini düşünerek bağımsızlık talep etti. Hiçbir şekilde manda yönetimine razı olmadı” diye konuştu.

“Dördüncü vasıflardan biri zihninde taşıdığı, hayal ettiği, geleceğe dönük olarak milletine vaaz etmeye çalıştığı vizyon ile tarihi realite arasında irtibat kurma kabiliyetidir” diyen Davutoğlu, “Çok güzel vizyonlar geliştirebilirsiniz. Tarihi realite ile alakalı ve o temelde değilse bu vizyonlar hayata geçmez ya da tarihi realiteyi çok iyi okuyabilirsiniz ama eğer zihninizde yeni bir dünya kurmak vizyonu yoksa o tarihi realite sizi tarihin mahkumu, esiri ve nesnesi kılar. Aslında bugün de birçok tartışmaların temelinde bu ayrım vardır. Vizyoner liderler realiteden vizyona doğru yürürler. Realiteyi unutmazlar ama vizyonu zihinlerinde tutarlar. O dönemlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a giderken ve yeni bir ülkeyi, yeni bir devleti cumhuriyet idealiyle zihninde taşırken onun çağdaşı olan ve çok iyi okumuş tarihi realiteyi çok iyi bildiğini düşünen birçok aydın Amerikan mandasını teklif ediyorlardı. Görünüşte de realisttiler, geçici bir dönem mandaya razı olalım diyen aydınlar vardı. Aynen ve benzer şekilde bugün realitelere bu ülkeyi mahkum kılarak ne olmamız tahayyül edenlerin olduğu gibi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk realiteleri gördü ama şunu da biliyordu, önüne lider olarak çıktığı millet tarihte hiçbir zaman bir nesne olmamıştı, hep etken, öncü, hep özne olmuştu. Onun için azla yetinemezdi, realite ne diyorsa onu kabul edelim diyemezdi. ‘Tam bağımsızlık, tam istiklal’ dedi ve yola çıktı. İşte bütün bu yaklaşım içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zihni, siyasi ve o siyaseti teminat altına alacak olan askeri yapısı olan ordusu teşekkül etti. Beşinci vasfı tarihe iz bırakan liderlerin sadece kendi milletleri için değil, başka milletler için de ilham kaynağı olacak bir tutum sergilemeleridir ve başka milletler tarafından da desteklenebilmelidir. Nitekim, o ümitsizler döneminde TBMM toplanıp milli iradeyi hakim kılma ve tam istiklal için harekete geçtiğinde sadece Anadolu’daki ümidi kırılmış halk ayağa kalkmadı, onlarla birlikte bütün mazlum milletler kaynaklarını Anadolu’ya akıttılar. Hindistan’dan, Kuzey Afrika’dan, Orta Asya’dan, Kafkasya’dan son ümit olarak gördükleri Osmanlı devletinin yıkılışından sonra o ümidin kaybolmaması için, İslam’ın çağrısı için bütün mazlum milletler, sömürge altındaki mazlum milletler harekete geçtiler. Afyon’dan İzmir’e doğru yürüyen istiklal orduları sadece Anadolu’daki istiklal ateşinin meşalesini yakmadılar, mazlum milletlerin kalbinde sömürgeciliğe, emperyalizme karşı bir hürriyet meşalesini tutuşturdular” ifadelerini kullandı.

Başbakan Davutoğlu, “İstiklal mücadelesi bütün bir yeni bağımsızlık mücadelesi veren milletlere örnek oldu, ilham verdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün zihnindeki yeni Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti idealini yeni bir saca oturtmak mümkündür. İlkin şunu bilmek lazım ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti konjonktürel şartlarda ortaya çıkmış ve sadece belli bir konjonktüre hitap eden, onun sonucu olan bir devlet değildir. Her bir kurumumuz, hangi kurumumuzu alırsanız alın kökü asırlar öncesine giden bir meşruiyetle izah edilir ve meşruiyet temelinde devletin ana omurgasını oluşturur. Silahlı Kuvvetlerimizin tarihine, yargı organlarımızın tarihine, hangi devlet kurumumuzu alırsanız alın tarihin derinliğinden meşruiyetini alır, meşruiyetini geleceğe böylesine taşır O zaman biz o köklü tarih gelenek için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yeni bir Türkiye olarak inşa ederken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öne çıkardığı üç ilkeye de dikkat etmemizde fayda var. İlkelerden birincisi milli hakimiyet, milli egemenlik ilkesi, ‘hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesi. Bu aslında yine tarihi doğru okumanın ve o tarihi evrenin içinde millet iradesine dayanmadan rejimlerin yok olacağına dair açık işaretleri görmenin bir sonucunda ortaya konmuş açık bir ilkedir. O ilke TBMM’nin açılmasıyla ortaya konduğu için açık bir şeklide tanımlandığı için Cumhuriyetin temelleri Ankara’da Birinci Meclis’le oluşmuştur ve Birinci Meclis kompozisyonu da tam da milli hakimiyeti yansıtacak şekilde milletin her kesimini temsil eden nitelikte dokunmuştur, çok bilinçli bir tercihtir. Toplumun ve vatan topraklarının hiçbir kesimi, bölgesi bu Meclis’te dışlanmamış, ötelenmemiştir. O Meclis ki, Ankara’da mübarek bir günde ilan edilen o Meclis aynı zamanda milli iradenin temsilini üstlenmiş ve kurtuluşun yolunu açmıştır. Buradan alacağımız temel ilke, bugün yeni Türkiye derken alacağımız temel ilke, bir kez daha Ankara’dan o Meclis’in toplandığı mübarek diyardan haykırıyoruz, söylüyoruz ki bundan sonra hiçbir güç milli hakimiyetin ve egemenliğin üstünde olmayacaktır. Nihai karar sadece milletin tercihleriyle şekillenecektir. Bu sebeple daha önce de zikredildiği gibi özellikle 2014 yılında halkımızın doğrudan Cumhurbaşkanını seçmesiyle bu ilke taçlanmıştır. Bundan sonra da tarihin her kritik evresinde ve istikbale doğru yürürken bu ilkeye sadakatle bağlı kalınacaktır. İkinci önemli vasıf yeni Türkiye’yi ortaya çıkaran, yeni Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde duran iktisadi bağımsızlığına bir anlamda ekonomik gücüne sahip olmasıdır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal daha Cumhuriyet ilan edilmeden İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak yeni bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle onurunu koruyabileceğinin işaretini vermiştir. Biz, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına yürürken dünyanın en büyük 10 ekonomik gücü arasına girme vizyonunu ortaya koyarken birileri bunu realist bulmayabilir. Birilerin erken bulabilir, aynen kurtuluş yoluna çıkan Gazi Mustafa Kemal’i birilerinin realist bulmaması gibi ama biz kararlılıkla bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Üçüncü temel ilke ise muasır medeniyet seviyesine ulaşmak. Bu aynı zamanda şudur; muasır medeniyet seviyesine ulaşmak uluslararası toplumda hak edilen onurlu yere sahip olmaktır ve nitekim Türkiye Cumhuriyeti Devleti kısa bir sürede bağımsız bir devlet olarak o dönemlerde, o yıllarda çok zor olan uluslararası itibarını tahkim etme gücünü göstermiştir” dedi.

Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Şimdi bizim hedefimiz Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dünyanın her yerinde temsil edilen, dünyanın her meselesine çözüm getirebilen, çevre ve komşu havzalarda etkinliği artan ama küresel alanda da hürmetle anılan bir ülke haline getirmek. Bunun da çok güzel işaretleri görülmektedir. 1 Aralık’ta G-20 Zirvesi’nin dönem başkanlığını alacağız. Aynı yıl içinde en az gelişmiş ülkelerin toplantılarını yapacağız Türkiye’de. Bir anlamda dünyanın en zenginleriyle en mağdurlarını birleştirme, bir zeminde buluşturma kudretini de Türkiye gösterdi ve nihayet 2016’da tarihte ilk defa gerçekleşecek olan Dünya İnsani Zirvesi’ne de ev sahipliği yapacağız. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına giderken çevremizde ateş çemberi olabilir. Dünya, ekonomik krize girmiş olabilir, birçok yerden karamsar tabloları içeren görüntüler gelebilir olabilir ama bütün bu ateş çemberinin içinde demokratik Cumhuriyeti inşa ederek, milli egemenliği hakim kılmış olan Türkiye, bütün bu ateş çemberinin içinde, küresel krizler içinde ekonomisini 4 misli olarak büyütmüş olan Türkiye, küresel kriz esnasında bu krizin etkilenen tarafı değil, krizin ötesini görebilen bir ülke olarak Türkiye’nin geleceği parlaktır. Buradan bir kez daha Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını rahmetle anıyor, onların bizlere bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parlak geleceğe yürütme konusundaki kararlılığımızı teyiden ifade ediyorum.”