Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kobani ile çözüm sürecinin ilişkilendirilmesine tepki göstererek, “Türkiye’deki çözüm süreci, Suriye’de Kobani meselesi yokken de vardı. Ondan önce başladı. O mesele çözülse de çözülmese de devam edecek” dedi. Davutoğlu çözüm sürecinde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını da belirterek, “Mayıs ayında tüm silahlı unsurlar Türkiye’yi terk edecekti. Bu gerçekleşmiş olsaydı, bütün o silahlı unsurlar çıkmış olsaydı, bizim Kobani’ye PYD’ye bakışımız farklı olurdu” ifadelerini kullandı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyeti’yle Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde bir araya geldi. Toplantının açılışında akil insanlara hitap eden Davutoğlu, “Çok yoğun çabalar gösterdiniz size minnettarız. 12 bin kilometre mesafe kat edildi. Sayısız yolculuklar yapıldı. Çok farklı siyasi görüşlere, farklı ideolojilere sahip ama orta vicdani harekete geçirme konusunda aynı zemine sahip heyet olarak size Türkiye adına ve insanlık adına teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Çözüm süreci bu toprakların en önemli projesidir. Sadece bu ülkenin projesi değil. Çevre ülkeler için de ilham teşkil edecek bir meseledir” dedi.

Başbakanlığı sonrasında çözüm sürecine ivme kazandırmak için ne yapılabileceği konusunda çalışmalar yaptığını anlatan Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyeti ile bir araya gelinmesinin nedeninin kesinlikle son yaşanan olaylar olmadığını vurguladı.

“YAPTIĞINIZ ÇALIŞMALAR RAFLARA KALKMADI”

Akil İnsanlar Heyeti’nin yaptığı çalışmaların karşılıksız kalmadığını söyleyen Davutoğlu, “Bölgeler yaptığınız ziyaretler sonrası hazırladığınız raporlar raflara kaldırılmamıştır. 30 Eylül’de Sayın başbakanımızın açıkladığı demokratikleşme paketinde teklif ettiğiniz bir çok unsur yer aldı. Ama devrim mahiyetinde atılan en önemli adım hemen hemen her bölgedeki raporlarda gördüğüm yasal çerçevenin sağlanmış olmasıdır. Haziran ayında düzenleme ile çözüm süreci hukuk sisteminin bir parçası halini almıştır” diye konuştu.

Konuşmasında Türkiye’de yaşanan Kobani eylemlerine de değinen Davutoğlu, “Küreselleşme bireylerin bütün sınırları hukuki kayıtları da rahatlıkla aşabilecekleri geniş teknolojik araçlar ortaya çıkardı. Son yaşanan olaylarda şiddete davet eden bir tweet ‘Silahlanıyoruz ve saldırıyoruz’ diye tweetler var. “Bu gece herkes silahlansın ve şurayı bassın” diye tweetler var. Silahlanma çağrısında bulunan bir tweetin ne kadar konuşursak konuşalım, provokatif bir grup, ‘Türkiye IŞİD’e yardım ediyor’ diye yanlış bir bilgi ile bütün bu çabaları yok sayan, olağanüstü hızda bir bilgi iletişimin kötü kullanan bir sonuç doğurabiliyor. Sonrasında bir şehir yanmaya başlıyor. Bu küreselleşmenin bize getirdiği bir durum” şeklinde konuştu.

TARİHTAŞLIK VE VATANDAŞLIK VURGUSU

Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu toprakların kadim bir geçmişe sahip olduğunu anlatan Davutoğlu, “Bu toprakların şehirleri, sokakları siyasi yapıları en yakın 2-3 bin yıllıktır. Bizde bin yılı devirmemiş şehir yoktur. Bu topraklarda herhangi bir şehir tek bir mezheple, tek bir dinle adlandırılamayacak kadar farklı tarihi tecrübeler yaşamıştır. Şu şehirler Kürt şehri, şu şehirler Arap şehri dediğinizde o şehirleri çok daha birbiri ile bütünleşik yaşamış şehirler olduğun görürsünüz. Diyarbakır’da çözüm süreci sonrasında yaptığım konuşmada kullandığım iki kavram önemli. Tarihtaşlık ve vatandaşlık. Tarihtaşlık bilincini kaybetmiş ulusalcı ideolojiler bir müddet sonra dışlayıcı bir kültüre dönüşüyorlar Modernite görünümünde bir ideoloji tek bir ırka ve mezhebe hitap etmeye başlamışsa bir müddet sonra tıkanır bulanıklaşır. Çevre ülkelerde yaşanan krizleri baktığınızda ister Suriye ister Irak tarihi kültürel fay hatlarının bugün modernite görünümü altındaki ulusalcı ideolojilerle karşıtlık ilişkisine dayalı olarak bölündüklerini görüyorsunuz. Ben Irak’a ilk seyahatimi yaptığımda her Bağdat’a, hem Musul’a, hem Basra’ya, hem Erbil’e gitmiştim. Eğer bir toplumun şehirleri şu şehir şu etkin gruba ait denmekteyse o toplumu bir arada tutmak güçleşiyor. Belki başka ülkelerde sonuç doğurmayacak bir ayrım kadimi yoğun yaşayan bizim gibi toplumlarda ülkeleri birbirlerinden kopardı. Mübadele dediğimiz, şimdi baktığımızda veri olarak görünen nüfus değiştokuşunun nasıl trajedilere yol açtığını biliyoruz. O zaman ‘kadim’ dediğimiz kavrama geri kalmışlık gibi değil bize kadar intikal eden bir kültürel çoğulculuğu barındıran bir tarihtaşlık olarak bakmak lazım. Toplumsal huzuru sağlayabilen toplumlar bu tarihtaşlığı muhafaza edip evrensel hukuka ve özgürlüklere dayalı bir vatandaşlık kimliğini koruyabilen toplumlar olacak. Hiçbir toplumun vatandaşı konuştuğu ana dil, kültürel geçmiş, aidiyet hissettiği kültürel bilinç anlamında dışlanamaz. Kimse kendisine doğuştan verilmiş olan özellikleri dolayısıyla baskı altında tutulamaz. Bunu yapamayan toplumlar Suriye’de, Irak’ta olduğu gibi tek bir baas ideolojisi ile tek bir toplum çıkarayım dediğinde bu birikimi yok ediyorlar” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin sınır hatlarını hatırlatan Davutoğlu, “Ya bu sınırlar barışçıl yöntemlerle anlamsızlaştırılacak ve bütün o akraba topluluklar birbiri ile kaynaşacak ya da çatışmacı acılar yaşanacak. Biz bunu görmüştük. Daha Arap baharından çok önce ortak hükümet toplantıları ile Suriye ve Irak’la bunu barışçıl nasıl yaparız diye çaba içine girdik. Vizeleri kaldırdık. Biran düşünüp bu gerçekleşmiş olsaydı bugün yine Telabyat ve Akçakale arasındaki insanlar her türlü alışverişi yapıyor hale geleceklerdi. Mülteci göçleri değil de ticaret göçleri halinde seyrüsefer halinde olacaklardı. Gelecekte de ya bu vizyon egemen olacak ya da sykes picot’dan daha beter parçalanmalar yaşayacağız. Yapmak istediğimiz şey IŞİD’in bugün yıkma iddiasında bulunduğu sykes picot düzenini, ya da Suriye rejiminin bombalarla korumaya çalıştığı skyes picot düzenine karşı biz aslında barışçıl, ekonomik, kültürel ağırlıklı bir strateji getirdik. Esad ile de Maliki ile de konuştuk. Sonra itilaf ettiğimiz şey onların takip ettiği yöntemin çatışma yöneldiği anda başladı. Yine önümüzde iki alternatif var. Ya barışçıl esaslarla birleştirici bir yol çizeceğiz, ya da yayılmacı, modern görünümlü, aşiretçi baas ideolojisi ile çoğulcu yapılara savaş ilan eden terör gruplarının tesiri altında kalacağız. Tam akil insanlar heyetinin misyonu özel bir önem taşıyor. Bu sivil insiyatif Türkiye’de eğer bunu gerçekleştirebilirsek çözüm sürecinin başarısı bütün bu çatışmaları engelleyecek yegane yoldur” şeklinde konuştu.

“OSLO SÜRECİ BİR KOMPLE İLE DUMURA UĞRATILDI”

Çözüm sürecinin 3 karakterine dikkat çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Birincisi çözüm süreci millidir, yerlidir ve özgündür. 12 yıl içinde buna Kürt sorunu, terör sorun deyin. Bu meseleyi çözüme kavuşturabilmek için her yöntemi denedik. O andan itibaren bir taraftan toplumu demokratikleştirerek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkese ayrımsız vatandaşlık hakkı tanımladık. En doğru yöntem nedir diye sürekli zihin yorduk. Oslo sürecini denedik acaba bir yerde daha soğuk kanlı görüşmeler yapabilir miyiz diye. Bir komplo ile bütün süreç dumura uğratıldı. 2009 yılında Habur’dan girişleri sağlayacak noktaya geldik. Son derece gereksiz adımlarla o süreç de akamete uğratıldı. Şu sonucu ulaşıldı. Ne olacaksa bu topraklar bu topraklar inanları arasında olacak. Oturacağız konuşacağız. İstişare edip yerli milli ve tamamı ile bu toprakların kaderine sahip çıkma hakkına sahip insanlar arasında olacak. 5 sene önce imkansız görünen süreçleri tüm siyasi riskleri alarak devreye soktu. İmarlı ile görüşmelerden tutun da HDP heyetinin görüşmelerine kadar. Herkes vicdani olarak bir sorsun. Hep hükümetten bir şeyler bekleyenler hangi tabuları nasıl yıktığımızı görsünler. Şimdi beraber zorluk yaşıyoruz. Kimse topu başka yere atmaya kalkmasın. Bu yol bu toprak çocuklarının el ele yürüyeceği bir yoldur. Dün Amasya’da Bingöl’de şehit edilen Hüseyin’in evini ziyaret ettim. Tek bir öfke, intikam hissi uyandıran tek bir cümle kurmadı ailesi. ‘Çözüm süreci dursun’ da demediler. 3. Kattan atılan Diyarbakırlı Yasin’in ailesine de bakın. Katledilenin biri Amasyalı Hüseyin, biri Diyarbakırlı Yasindir. Eğer şiddet hakim olursa, vandalizm hakim olursa Kürt-Türk demeden kimlerin katledileceğini gösteren tablolar bunlar. 80’li yıllarda neler yaşandığını herkes biliyor. Hepimiz bu toprakların çocukları olarak bu sürece sahip çıkmak zorundayız”

Çözüm sürecinin bir örgüt ile devlet arasındaki müzakereler gibi gösterildiğini söyleyen Davutoğlu, “Bir örgüt gider başkası gelir. Aynen IŞİD’in durumu gibi. Çözüm sürecinin muhatabı milletin ta kendisidir. 70 belediye bakanımızı ağırladım Ankara’da. Hepsi şunu söylediler ‘çözüm süreci alanda öyle kullanıldı ki tüm Kürtleri sanki tek bir siyasi eğilim temsil ediyor gibi’ Biz böyle bir şey olmaması için akil insanlar heyetinin tüm bölgeleri gezmesini istedik. Bu sürecinin getirdiği ortamdan istifade ederek ‘burada sadece ben hakimim’ dendiğinde hem tarihi kadim ilişki tehdit edilmiş olur, hem modern vatandaşlık ilişkini yerle bir edilmiş olur. ‘Buralar bana aittir benim dışımda siyaset yaparsa partisini bombalarım. Benim dışımda siyaset yaparsa atarım 3. Kattan’ dediğiniz anda en kötü ideolojik zemine dayalı bir anlayışa çözüm sürecini feda edilmiş olursunuz. Buna izin verilemez. Kuşatıcılık ve kapsayıcılık Okmeydanı’nda yan yana yaşayan Sünni ve Alevi kardeşlerimizi de kapsadığı zaman çözüm süreci başarıya ulaşır” şeklinde konuştu.

“KOBANİ MESELESİ YOKKEN DE ÇÖZÜM SÜRECİ VARDI”

Davutoğlu çözüm sürecinin dış etkilere karşı korunması gerektiğini de savunarak, “Uluslararası sistemin şu ya da bu aktörlerinin planlamaları da dış etkidir, Suriye ve Irak’ta yaşananlar da dış etkidir. Bunu söyleyince yanlış anlaşıldık. Biz Kobani ile çözüm süreci arasında irtibat kurulmasın derken ‘Kobani önemsizdir’ demedik. Suriye’deki hiçbir insanın canını, malını, onurunu diğerinden üstün tutmadık ama Türkiye’deki çözüm süreci Suriye’de Kobani meselesi yokken de vardı. Ondan önce başladı. O mesele çözülse de çözülmese de devam edecek. Eğer etkisi pozitif bir yönde etki yapacaksak Türkiye’deki çözüm süreci başarıya ulaştığında çevreyi de pozitif dönüştürür. Geçen sene kasım ayında Mesut Barzani Diyarbakır’a geldiğinde eski tepkilere bakılsa felaket gibi görülebilirdi. ‘Şivan Perver’in türkü okuması milleti böler’ denebilirdi. Kimse hayal edemezdi. Onun kararını verdiğimiz günü bugün gibi hatırlıyorum. Vermek istediğimiz mesaj şuydu. Yurt dışında kalan Türkler Araplar gibi Kürtler de bizim canımızdır, ciğerimizdir, kardeşimizdir dedik. Eleştirildik ama Israrla devam ettik” açıklamalarında bulundu.

“ÇÖZÜM SÜRECİNDE VERİLEN SÖZLER TUTULMADI”

Çözüm sürecinde PKK’nın silahlı unsurlarının çekilmesine değinen ve verilen sözlerin tutulmadığını söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Eğer çözüm süreci sağlıklı bir şekilde bugüne gelmiş olsaydı ve birileri verdikleri sözleri tutmuş olsalardı. 4 Nisan 2013’de toplandık. Mayıs ayında tüm silahlı unsurlar Türkiye’yi terk edecekti. Sizler de Anadolu’ya gittiniz ve ‘merak etmeyin’ dediniz. Ne oldu Haziran’da raporu sunduğunuzda dahi çok az unsurun çekildiğini biliyorduk ama hiçbir zaman topuma deklere etmedik. Bu gerçekleşmiş olsaydı bütün o silahlı unsurlar çıkmış olsaydı bizim Kobani’ye PYD’ye bakışımız farklı olurdu. Ama sen silahlı unsurlarını tutmaya devam edeceksin, ‘Suriye’de verilen mücadeleyi her an Türkiye’ye yayarım’ diye demeç vereceksin, sonra da rejimle işbirliği yapmış bir grupla Türkiye’yi ‘niye bu grubu desteklemiyorsun’ diye eleştireceksin. Birçok eleştiriye rağmen o zaman Dışişleri Bakanı olarak Salih Müslim ile görüşülecek diye talimat verdim. Çözüm sürecine paralel şekilde Suriye’deki unsurlarla da bir demokratik diyalog süreci başlasın istedik. İlk defa muhatap alındı. Çok temel şeyler istedik. Suriye muhalefeti ile işbirliği yapın, rejim suçlarına iştirak etmeyin ve Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olun. O dönemde bize verilen sözler tutuldu mu ki sanki ‘şimdi Türkiye sözünü tutmuyor’ diyebilsin birileri. Aksini yaptılar Suriye rejiminin tüm suçlarına ortaklık ettiler. IŞİD ile bir yıl yan yana yaşadılar. Bütün uyarılarımıza rağmen ses çıkarmadık. Telabyat IŞİD’in eline düşerken, Araplar katledilirken HDP benimle ilgili gensoruyu destekledi. Biz sessiz kalmadık. Kobani’ye de sessiz kalmadık. Tarih neler yaptığımızı yazacak. Kobani’de yeni çıkmış bir problem sebebiyle Türkiye’nin yüz yıllık projesini feda etmeye kalkarsanız iyi niyet sorgulanmaya başlar. Yapmamız gereken şu tam tersini benimsemek. Türkiye’de çözüm süreci ne kadar başarılı olursa Türkiye’nin sınır ötesinde Kürt, Türkmen ve Araplara yardım konusunda uygun bir ortam oluşur.”

“ŞİDDETİN, TALANIN, VANDALİZMİN, CİNAYETİN HER TÜRLÜSÜ İŞLENDİ”

Başbakanlık görevini aldıktan sonra çözüm süreci ile ilgili hızla adımlar attığını anlatan Davutoğlu, “1 Ekim günü Selahattin Demirtaş’ı kabul ettim. O bir ay içinde de takip edilecek yol haritası konusunda her türlü görüşme yapıldı. Belli mutabakatlar sağlandı. Bu mutabakatlar çerçevesinde yepyeni ve olumlu bir ortama giriyoruz. Çözüm süreci büyük bir beklenti kazanılacak derken Kurban bayramının 3. Günü 6 - 7 Ekim’de talanın her türlüsü, vandalizmin her türlüsü, şiddetin her türlüsü, cinayetin her türlüsü işlendi. O zaman samimiyet testinden herkes geçiyor. Hükümet olarak önümüzde bir çok olay söz konusuyken her işi geriye atıp çözüm sürecine odaklanmışken gördüğümüz mukabele bu oldu. ‘Kimse şiddet çağrısı yapmadık sokağa çıkın dedik’ demesinler. Sizinle irtibatta olanların ne tür tweetler attığınızı biliyoruz. Hepimizin oturup iyi bir muhasebe yapmamız lazım. Devletin yanlış uygulamalarının üzerine nasıl gittiğimizi herkes bilir. Şu anda da faili meçhuller var ama bu kez JİTEM değil kimliğin gizleyen ve Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia edilen gruplar tarafından yapılanlar var. Kim ambulansı yaktı. Müzeleri okulları yakmasın nasıl bir bahanesi olabilir. Buradaki hedef sadece Türkiye Cumhuriyeti değildir hedef çözüm sürecinin ta kendisidir. Biz çok iyi biliyoruz. Ne zaman biraz mesafe alsak bir anda ortalık karışıyor. Birileri puslu havayı seviyor. Bizim her bir aktöre söylemimiz şu gelin günlük güneşlik bir havada konuşalım. Geçen sene siz Anadolu’da gezerken İstanbul sokaklarının ne hale geldiğini gördük. Yapmamız gereken puslu havayı dağıtmak. Puslu havayı dağıtalı, günlük güneşlik havada geleceğe yürüyelim” dedi.

“ÇÖZÜM SÜRECİ KAMU DÜZENİNİN ALTERNATİFİ DEĞİLDİR”

Sürecin her halükarda devam edeceğinin altını çizen Davutoğlu, “Bu süreci birlerini memnun etmek için yapmadık, memnun etme zorunluluğumuz yok. Çözüm süreci konusunda siyasi kararlılığımızda en ufak bir akmasa yoktur. Toplumun geniş kesimi çözüm süreci devam etsin diyor. Tek tipte ideolojiyle sadece kendileri gibi olanların olduğu bir hayat kurmak isteyen gruplar hariç genel bir kabul görmüş süreçten bahsediyorum. Çözüm süreci kesinlikle kamu düzeninin alternatifi değildir. Bir süreç başarılı olacaksa kamu düzenin içinde başarıl olur. ‘Kamu düzenini yok edelim sonra oturup müzakere edelim’ denirse burada iyi niyet aranmaz. Birilerin ‘devlet operasyon yapmasın, emniyet güçleri görünür olmasın ama biz şehrin kenarlarında çadırlar kurup insanları tek tek hesaba çekelim ve haraç toplayalım ve yavaş yavaş var olan hukuk düzenini aşındıralım’ derse o zaman niyet çözüm süreci değildir. Bütün valilerimize talimatlar verildi kamu düzeni sağlanacak. Herkes aynı yöntemi belirlemiş olsaydı bu güne kadar Türkiye Suriye’den beter olurdu. Kamu düzenin kalmadığı yerde siyaset konuşulamaz, özgürlükler konuşulamaz. Bizim tutumuzu açıktır. Gerçek anlamda bir çözüm süreci işletilecekse devletin kamu düzenini koruması tartışılmamalıdır” ifadelerini kullandı.