CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, 30 yıldır Türkiye’nin mücadele ettiği PKK terörünün önümüzdeki yıllarda Kürt soykırımı olarak ülkenin karşısına çıkacağını belirterek, bu kapsamda Yunanistan’ın, Türkiye’nin İstiklal Savaşında verdiği mücadeleyi Rumlara karşı soykırım yapıldığı iddiasında bulunması örneğini verdi.

Prof. Dr. Güler, Eğitim-İş Kastamonu Şubesi tarafından Şerife Bacı Öğretmenevinde düzenlenen “Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusunun Geleceği İçin Ne Yapmalı, Nasıl Yapmalı?” konulu konferansa katıldı. Konferansta Türkiye’yi bekleyen dört tehlike hakkında geniş bilgiler veren Güler, “Küreselleşme, 1970’li yıllarda yapılan ve neredeyse 7 yıl süren Tokyo Round adlı müzakerelerle başlamıştı. 1980’lerde isim bulundu. Dünyanın yeni düzeni doğuyordu ve bu düzene küreselleşme adı verildi. 2013 yılının Temmuz ayından bu yana, ABD-AB arasında serbest ticaret ve yatırım anlaşması için görüşmeler yürütülüyor. Atlantik Okyanusu’nun iki yakasına yerleşmiş olan bu iki “Batı”, dünyayı üçüncü bir savaşa doğru sürükleyen küreselleşme saldırılarında yeni bir evrenin kapılarını açmaya hazırlanıyor. Hazırlıklar kapalı kapılar ardında yürüyor. Avrupa yurttaşları Avrupa Konseyi’nden bilgi istiyor, demokrasinin beşiği Avrupa’nın konseylerinden “Size ne?” gibi yanıtlar alıyorlar. AİHM’e başvurup “bilgi edinme hakkı”nın gasp edildiği şikayetiyle dava açıyorlar. Olup bitenleri öğrenmeye çabalıyorlar” dedi.

“TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR TARAFI, SAVAŞ ÇEMBERİ İÇERİSİNDE”

Türkiye’nin dört bir tarafının savaş çemberi içerisine alındığını vurgulayan Prof. Dr. Güler, “Küreselleşme bitmiştir. Peki, küreselleşme bitince ne oluyor. İki anlaşmalar çerçevesinde dünya çoklu toplum haline gelmiştir. Artık öyle tek kutuplu dünya falan hiç kimse ağzına almıyor. Bu tarafta eğer becerebilirlerse anlaşmayı Atlantik merkezi oluyor. ABD ile Avrupa Birliği ve bu birlik doğrudan karşısına Rusya ve Çin’i almış bulunuyor. Rusya, çevredeki komşu ülkelere saldırıyor. Eğer NATO ülkelerinden birine saldırı olduğu zaman NATO anlaşmasının 5’inci maddesine göre, üyelerden birine saldırı varsa NATO, o ülkeyi koruma anlamında askeri birlikleriyle karşı saldırıya geçer. ABD, hadi hazırlan Rusya’ya saldırmaya, ayrıca NATO’yu da hazırla saldırı için diyor. Kullandıkları tüm diyaloglara bakıyorsunuz Kaddafi, Saddam Hüseyin yani saldırmak istedikleri ülkelerin belli yönetici figürlerine ne dedilerse aynı şeyleri uyguluyorlar. İnanılmaz bir hazırlık var, bu savaşın ta kendisidir. Eğer Amerika ile Avrupa, bir merkez olarak anlaşmaya varırsa ki şu anda zaten beraber yürüyorlar. Karşılarında artık dünyanın diğer kutupları olarak gördükleri Rusya, Çin, İran ya da Afrika’daki çeşitli ülkeler ve bazı Latin Amerika ülkeleri, bunlar için düşman olarak şimdiden konumlanmış durumdalar. Küreselleşme bitmiştir, dünya artık tek kutuplu değildir. Dünya çok kutupludur, çok kutuplar savaşa hazırlanmaktadır. Türkiye, nerede yer alır. Bütün bunlar Türkiye’yi ilgilendirmez de diyebilir miyiz? Rusya dediğimiz ülke, Karadeniz’in ötesindedir. Irak dediğimiz yer, komşumuzdur. Rusya’yı vuracak olan bir şey, dolayısıyla Doğu Avrupa ülkelerini de vuracak demektir. Bu kapsamda, bizim gerçekten dört bir tarafımız savaş çemberi içerisine alınıyor, Şimdiden düşünmek lazım, herhangi bir çatışma olduğu zaman biz, Türkiye’nin ilerici güçleri, Rusya-ABD çatışması söz konusu olduğunda ne ve nasıl bir tavır alacağız. Küreselleşme çerçevesinde savaş çanları çalıyor. Bu bizim için son derece önemlidir. Buna, bizim mutlaka çözüm üretmemiz lazım” diye konuştu.

“YUNANİSTAN, İSTİKLAL SAVAŞIMIZA BİR SOYKIRIM UYGULAMASI DİYOR”

Yunanistan’ın Türkiye’nin verdiği İstiklal Savaşını bir soykırım olarak tanıyan yasayı İzmir’in kurtuluşu olan 9 Eylül’de kabul ettiğini açıklayan Güler, “Türkiye’nin üzerinde giderek çeşitlenen ve ağırlaşan soykırım suçlamalarıdır. Soykırım suçlamalarının tümü bir emperyalist yalandır. Bizim bu suçlamalar karşısında boynumuzu eğdirecek hiçbir lekemiz yoktur. Durum bu iken, Türkiye’de hem iktidarın hem de muhalefetin, soykırım suçlamaları karşısında kaçak ve köçek tavır takınmaları bu ülkeye ihanetten başka hiçbir şey değildir. Bir soykırım yalanı Ermeni soykırım yalanıdır, 2015 yılına hiçbir şey kalmadı. 2015 yılında bütün diaspora ve bir halı sergisi yoluyla ABD’yi de arkalarına alarak Türkiye’nin üzerine bu kara lekeyi, çıkmayacak şekilde yapıştırma hazırlığındalar. Böyle bir hazırlık olmasına rağmen o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, yarı yarıya özür diledi soykırım meselesi için. Acaba 2015 yılının Nisan ayında ne göreceğiz. İkinci suçlama ise Yunanistan’dan geldi. Yunanistan, bu yıl tam 9 Eylül günü bir kanun kabul etti. Yunanistan dedi ki: “Türkiye Pontus Rumları ile Anadolu Rumlarına soykırım yapmıştır. Yapmamıştır diyene ceza keseceğim Yunanistan sınırları içerisinde” dedi. 9 Eylül, İzmir’in ve Türkiye’nin kurtuluş tarihidir. 9 Eylül günü böyle bir karar aldılar, peki bunu kim kınadı Türkiye’de. İktidar partisi bir şey demedi, ana muhalefet partisi bir şey demedi, MHP sessiz kaldı. Hiç kimse hiçbir şey demedi. Yunanistan, 1918 ile 1923 yılları arasında Rumlara soykırım yapıldığını iddia ediyor. Peki, 1918-1922 yılları arasında ne oldu. Bu tarihler arasında Türkiye, İstiklal Savaşını verdi. Fakat Yunanistan, senin İstiklal Savaşın İstiklal Savaşı değil, bir soykırım uygulamasıdır. Bu ne demek ‘Türkiye, gayri meşru bir varlıktır’ iddiasına doğru yol açmaktır. Biz bunu nasıl sustururuz. Buna ilişkin olarak nasıl dünyayı ayağa kaldırmadık” ifadelerini kullandı.

“PKK TERÖRÜ KARŞIMIZA, KÜRT SOYKIRIMI DİYE ÇIKARILACAK”

Yunanistan’a benzer bir olayın aynı yoldan gidilerek Türkiye’nin 30 yıldır mücadele ettiğini PKK terörüne karşı bu seferde Kürt soykırımı şeklinde çıkarılacağını ileri süren CHP İzmir Milletvekili Prof. Dr. Güler, “Bir suç meselesi olarak üstümüze yıkılacaktır. Soykırım saldırısı, her özelliğiyle bir emperyalist yalanı, önümüzdeki günlerde Türkiye’yi üstelik dünyayı savaşa sürükleyen bir ortamda kendi arzu ettikleri zaman ülkemizi sıkıştırmak için yapılan hazırlıklardır. Biz, bu hazırlıkları bozmak zorundayız. Bu, bizim boynumuzun borcudur. Bizim, babalarımıza, dedelerimize olan borcumuzdur. Vatan bırakacağımız çocuklarımıza olan borcumuzdur. Soykırım suçunu işlememiş insanlar, kendini başı dik savunurlar” şeklinde konuştu.

“LİSEDE OSMANLICA OKUTULARAK, TÜRKİYE’DE HARF DEVRİMİNE KARŞI BİR İLK BAYRAK AÇILMAK İSTENİYOR”

Liselerde Osmanlıca okutulması için bir tartışmanın başlatıldığına dikkat çeken Güler, şöyle konuştu: “Bunu söyleyende biliyor lisede Osmanlıca herkese öğretilemez. Osmanlıca üç evrelidir. Eski Osmanlıca, Klasik Osmanlıca ve Yeni Osmanlıcadır. Yani 15. yüzyıl, 17. yüzyıl ve 19. yüzyıldır. Osmanlıca uzmanını getirin, 16. yüzyıla ait Osmanlıca bir metin gittiği zaman önüne okuyamaz. O kadar birbirinden farklıdır. Liselerde de yapılan eğitimle çocuklara, şimdi hiçbir yerde kullanılmayan tarihte kalmış bir dili, bu üç evresi itibariyle öğrenmek mümkün değil. Böyle bir imkan yok. Hiçbir yerde kullanılmayan bir dili, lise müfredatına koymak çok eski bir pedagolojik ilke nedeniyle anlamlı değil. Çünkü eğitim gelecek içindir, geçmiş için değil. Bugün yaşamayan ve geleceğe dönük olarak herhangi bir şeyi size sunmayan bir unsuru lisede öğretmek yerine üniversitede çalışırsın. Üniversitede Sümer dilinde, Hitit dilinde çalışırsın. Ama lise araştırma alanı değil, yetişme alanıdır ve onunda geleceği hazırlama özelliği olmadığından bununda bir anlamı yoktur. Birde mesele, lisede çocukların kavrama kapasitelerini genişletmek falan değil, Türkiye’de harf devrimine karşı bir ilk bayrak açmaktır. Arapça alfabede elif, baya kitlesel bir alışkanlığı oluşturabilmek için Osmanlıca okutulmak isteniyor. Yoksa eğitimle falan bunun bir alakası yok”

“BAŞKANLIK SİSTEMİYLE, LAİKLİK ORTADAN KALDIRILACAKTIR”

AK Parti iktidarının başkanlık sistemi içerisinde laik esaslara dayanmayan bir rejimi oluşturmak istediğine işaret eden Prof. Dr. Güler, şunları söyledi: “Laik esaslar tarikat, cemaat, tekke ve benzeri örgütlenmeleri dışlar. Eğer laikliği kaldırırsan bu örgütlenmeler sosyal yapının temelleri haline gelir. Şimdi laik devletin yasakladığı ne kadar dini kimlik varsa, bu dini kimliklerin hepsine tüze kişilik ve siyasal özellik vermek isteniyor. Devleti de bunun üzerine inşaa edecek. Ölmüşlerimizin, mezar işlerimizin ve defin işlemlerini de kapsayan doğumdan ölüme tüm yaşam tarzını biçimlendirme hedefi güderler. Bütün sosyal yaşamı bu dini cemaatler, siyasal kimlik vererek onların üzerine inşaa etmektir. Büyük özlem budur. Böyle bir inşaa, dini esaslara dayanan devlet örgütlenmeleri anlamına gelir. Bakanlık sistemiyle, böyle bir şeyi yapmayı mümkün gören Cumhurbaşkanımız var. Kısa bir süre sonra, yetkilerinin de genişletilmesini isteyecektir. Halkın seçimine uygun hale getirelim. Bunu söyleyecek ve şimdiden de hazırlığı yapılıyor. Başkanlık rejimi, mutlaka ortadan kaldırılmış laik zemin üzerine inşaa edilecektir. Laiklik sistemi ortadan kalktıysa dini topluluklara verilmiş kimliklerle onların üzerinde yükselen bir sistemdir. Dini inanç çevrelerine kimlik vermek. Müslüman ya da Müslüman değil. Farklı inançlardan olanların siyasette, idarede, kotalar usulüyle kendilerine yer almaları anlamına geliyor. Laikliğin ortadan kalkış anlamına gelir, ama bununla birlikte millet kavramının da ortadan kalkması anlamına gelir”

“EŞİT VATANDAŞLIK, YURTTAŞA DAYANAN SİSTEMİ ORTADAN KALDIRIYOR”

Türkiye’de millet kavramını ortadan kaldırmak için planlanan tehlikeli bir oyunun daha olduğunu iddia eden Güler, şunları kaydetti: “O da bölücülüktür. Dini cemaatlere siyasi kimlikler vererek, devletin üzerine bunları inşaa etmek fikrindeki AK Parti yönetiminin, Kürtçülerde tüm etnik topluluklara kimlik vererek devleti bunun üzerine inşaa etme yöntemiyle bunu destekliyorlar. Kürtler, eşit ve özgür vatandaşlık istiyorum diyor. Son günlerde Alevi örgütleri de çok beğendi bu terimi onlarda, eşit vatandaşlık terimiyle yürüdüler. Böylelikle sanki Türkiye’de herkes böyle bir anlaşma içerisinde ‘biz, eşit vatandaşlık istiyoruz’ görüşünde gibi gösterilmek isteniyor. Oysa eşit vatandaşlık derken, PKK çevreleri şunları söylüyor. Etnik toplulukların eşitliğinde vatandaşlık istiyoruz diyorlar. Biz, yurttaşların eşitliğinden söz ediyoruz Cumhuriyeti ilan ettiğimizden beri. Bireysel hak ve özgürlükler diyoruz. Benim etnik kökenim ne ise ne. Dinsel inancım ne ise ne. Ben, eğer Türk vatandaşı isem tüm diğerleri ile beraber aynı haklara sahibim kardeşim. Ama bu yurttaşın eşitliğidir. Bireysel eşitlik değildir. Sen, bireysel eşitliği sağladığın zaman eyit vatandaşlık gelmez diyorlar. Eşit vatandaşlık etnik toplulukların birleştiğinden doğar diyorlar. Türklerde etnik bir topluluk ama dilleri resmi dil olmuş diyorlar. Kürtlerde etnik bir topluluk neden dilleri resmi bir dil değildir diyorlar. Boşnaklarda etnik bir topluluk, neden ana dilleri resmi dil olmamış. Lazlarda etnik topluluk, dilleri neden resmi dil değil. Farklı ana dillere resmi dil statüsü vermediğin müddetçe eşit vatandaşlık olmaz diyorlar. Etnik kökenli insanlar, özgürce ana dillerini konuşsunlar. Bizde bunu isteriz. Ama Türklerin dilini resmi dil yapmışsın, Kürtçenin ne eksiği var diyorlar. Sen, bunu gerçekleştirmediğin müddetçe, ben bir Kürt olarak seninle eşit olamam diyorlar. 14 farklı etnik guruptan söz ediliyor Türkiye’de ana dilini yaşayan şu anda. Ana dilleri resmi dil yapınca 14’ü de resmi dil mi olacak. Resmi dil demek, mahkeme demek, okul demek, pazar demek, piyasa demek, muhasebe sistemi demek resmi dil her şey demek. Bütün yaşamı o dillerde ayrı ayrı kuracaksın demek. Böyle söyleyince bu seferde, hepsi istemez diyorlar. Peki bunu isteyen şu anda kim var. Kürtler var. O halde Kürtçe ve Türkçe temel olmak üzere resmi dil olacak. Resmi dili, ana okulundan başlatırsın, üniversite dahil okutursun. Ben, Kürdüm. Çocuğumu Kürtçe ana dilinden başlattım, Kürt lisesine gönderdim, hukukçu olmak istiyor. Kürtçe ders veren Hukuk Fakültesine gönderdim. Buradan da mezun ettim. Sonuçta buradan mezun olan ya avukat ya da hakim ya da yargıç olacak. Bütün terminolojiyi Kürtçe öğrenmiş. Peki, nasıl gidip de Türkçe yargılama yapan mahkemelerde çalışacak. Eşitlik bozulur yine. O zaman Kürtçe dilinde mahkemelere ihtiyaç var. Yani yaşamı parçalamaktan başka hiçbir anlama gelmiyor. Fiilen de uygulanabilirliği yok aslında. Hatta bununla birlikte ülkemizde ne kadar etnik topluluk varsa o kadar sandalyesi olması gerekiyor mecliste. Eğer toplumun yüzde 5’i Boşnaksa, 550 milletvekilinin yüzde 5’ini Boşnaklar oluşturacak. Yüzde 15’i Yörükse, Yörükler kendi aralarında seçim yapacaklar. Ama mecliste yaptıkların yetmez ki, bürokraside de bunları yapacaksın, öğretmen atamalarında da bunları yapacaksın”