Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Osmanlı Türkçesi dersi tartışmalarının yararlı olduğunu söyledi.

Dijital Çağda Eğitim Konferansı için Brüksel’de bulunan Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı, TRT Haber’de gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Şûra’da alınan kararlarları değerlendiren Bakan Avcı, şunları söyledi:

"Şûra kararları istişari kararlardır, danışma organıdır. Şûra’da alınan kararlar Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eğer şartlar müsaitse uygulamaya konulur veya konulmaz. Şimdi bunu söylediğim zamanda sanki şöyle bir imada bulunuyorum gibi de algılanabilir: Şûra ne derse desin biz bildiğimizi okuruz. Hayır, öyle de değil, tabi ki biz Şûra kararlarını ciddiyetle ele alacağız, her kararı kendi içinde değerlendireceğiz. Çünkü Şûra’da 179 önemli tavsiye kararı alındı. Bu kararlar içerisinden iki, üç tanesi böyle bir siyasi polemik konusu yaparak gündeme getirmek diğerlerini gölgede bıraktığı gibi bu konuların kendilerinin de doğru dürüst anlaşılmasını ve tartışılmasını engelleyen bir hale geldi. O yüzden önce bu tartışmaların arka planında, geçmişinde ne var ona bir bakalım daha sakin bir üslupla, daha derli toplu bilgilerle bunları konuşalım. Onun için Şûra’da, okullarımızda okuma kültürünün arttırılması, yani çocuklarımızın kitap okumaya da özendirilmesi, daha çok okumalarını sağlayacak tedbirlerin alınması gibi bir tavsiye kararı da var. Ona göndermede bulunarak dedim ki, önce biz kendimiz bir okuyalım, mesela bu konuda geçmişte ne olmuş, kim ne demiş? Atilla İlhan’ın Hangi Batı’sını mesela. Bu konuyu tartışan arkadaşlarımız, tartışmak isteyenler, ister köşe yazarı, ister siyasetçi, ister televizyon yorumcusu önce bu konuda yapılmış diğer tartışmaları bir hatırlayalım. Tartışmak isteyenlerin önce asgari bir okuma sürecinden geçmeleri lazım, okusunlar ve Türkiye’de bu konu daha önce nasıl tartışılmış, lehinde, aleyhinde kim ne söylemiş bunları bir bilsinler onun üzerinde tekrar konuşalım".

Osmanlı Türkçesi dersi tartışmalarına da açıklık getiren Bakan Avcı, "Sosyal bilimlerde zorunlu olarak okutuluyordu, daha sonra diğer okullarımızda da Anadolu imam hatip liselerimizde, Anadolu liselerimizde de, zorunlu olmayan seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmıştı ve pek çok öğrencimizde bunları seçmeli ders olarak alıyordu. Şimdi Şûra’da alınan karar diyor ki sosyal bilimler liselerinde zorunlu olarak okutulan bu Osmanlı Türkçesi dersi Anadolu imam hatip liselerinde de zorunlu olsun, diğerlerinde de seçmeli ders olarak devam etsin. Şimdi bir defa bu tartışmaların şöyle bir faydası olmadı değil: En azından Osmanlıca diye hepimizin yabancı olduğu bir başka dil olmadığını, bu Osmanlıca denilen kavramın aslında bizim Türkçemiz, kendi dilimiz olduğu, 1928’e kadar farklı bir alfabeyle yazılan Türkçemiz olduğu, 1928’den sonra Latin Alfabesiyle yazılan Türkçemiz olduğu, ama daha sonra özellikle dilde özdeştirme akımının da etkisiyle pek çok kelimesinin unutulmaya yüz tuttuğu ve bu yüzden milletçe çok sınırlı bir Türkçe dağarcığıyla, çok sınırlı bir kelime haznesiyle düşünmeye, konuşmaya mecbur kaldığımızı söylemeye vesile oldu. Ama Osmanlıca diye Türkçeden ayrı bir dil yok, bizim 1000 yıldır, 1500 yıldır konuştuğumuz Türkçedir. Şimdi beni bu tartışma sürecinde en çok üzen söylemlerden bir tanesi de bir dil Profesörünün sırf siyasi kaygılarla ve muhalefet etmek adına televizyona çıkıp çok ileri derecede bir takım Osmanlıca metinleri eski dönemde yazılmış ağır metinleri okuyup çocuklara bunları mı öğreteceğiz, bunu nasıl öğreteceğiz falan diye sorması. Şimdi bu liselerde okutulan seçmeli dersin veya sosyal bilimlerde okutulan zorunlu dersin böyle çok ağır metinleri okutmak, öğretmek gibi bir derdi yok. Bu gündelik konuşmalarımızda, işte çok güzel verdi onun örneğini Murat Sertoğlu Şıpsevdiyi orijinal harfleriyle ilk yayınlandığı tarihteki harfleriyle okuyabilir olsunlar. Yani bir Hüseyin Rahmi romanını bunun için çok böyle derinlikli, dilsel çalışmaları yapmaya gerek yok. Nasıl Latin harfleriyle basıldığı zaman okuyabiliyorsa veya okuyamıyorsa bazı kelimeler artık tedavülden kalktığı için, kullanımdan kalktığı için. Bakın ben şimdi konuşurken bir tedavül diyorum, kullanım diyorum çünkü biliyorum ki gençlerimizin birçoğu tedavül kelimesini bilemeyebilirler, onun için hemen arkasından onu açıklayan bir kelimeyle eş anlamlı bir kelime kullanmak zorunda kalıyorum. İşte bu olmasın yani çocuklar tedavülü de rahat okusunlar, kullanımı da rahat kullansınlar. Dolayısıyla biz çocuklarımızın her birini Osmanlı Türkçesi konusunda uzmanlaştıracak ölçekte bir Osmanlı Türkçesi eğitimi de zaten uygulamamızda da bugüne kadar o yok, bundan sonra da olmaz, istesek de olmaz. Çünkü, bu ayrıca çok ciddi bir öğretmen birikimini de gerektirir" dedi.

Osmanlı Türkçesi dersini verecek öğretmenler konusuna da değinen Bakan Avcı, "Biz şimdi yetiştiği kadar öğretmenlerimizi işte sosyal bilimler liselerinde veriyorduk zaten. Yine öğretmenlerimizin yetişen kısmını imam hatip liselerindeki derslerimizde de istihdam edebilecek durumdayız, onu yapabiliriz. Daha sonra liselerdeki seçmeli derslerin hepsine yetişemeyebiliriz, yetişemiyoruz. Zaman içerisinde öğretmenlerimizin sayısı da arttıkça, niteliği de arttıkça bu derste, başka derslerde de aynı şey. Bu derste de, başka derslerde de seçme havuzunu genişletebiliriz, burada da yapabiliriz onu, başka derslerimizde de yapabiliriz" dedi.

Her ders için hem sayısal hem de nitelik olarak öğretmen ihtiyacının olduğunu söyleyen Bakan Avcı, "Şûra’nın dört temel konusundan birinin öğretmen niteliğinin arttırılması olması da bunu gösteriyor. Niye böyle bir konu seçtik? Çünkü, her ders için öğretmen niteliğimizin arttırılmaya ihtiyacı var. Orada müzik eğitimiyle ilgili de alınmış pek çok karar var. Türkiye’de çocuklarımızın Türk müziğiyle tanışmaları, Türk müziğiyle yakından ilgilenmelerine yönelik tavsiye kararları var. Aynı zamanda diğer etkinlik derslerinde, serbest etkinlik saatlerinde mesela bence çok önemli bir ders önerisi daha var. Bunun pilot uygulamaları da İstanbul’da yapıldı zaten. Her şehrimizde çocuklarımızın kendi şehirlerini tanıyacakları bir etkinlik saati olsun. Yani Eskişehirli çocuklarımızda Eskişehir’de ne var, tarihi birikim olarak tarihi eserlerimiz nedir, Eskişehir tarihi nedir, Kırşehir’de Ahi Evran kimdir bunu bilsinler, Hacı Bektaş’ı tanısınlar. Oradaki külliyeyi, dergahı görsünler, o dergahta nasıl bir erkan uygulanıyor onu görsünler. Bunlar her ilimizin Van’daki çocuğumuzun da, Diyarbakır’daki çocuğumuzun da bilmesi, tanıması, görmesi ve içselleştirmesi gereken tarihi mirasın içinden geliyoruz. Bu arada Osmanlı Türkçesiyle de okuyup, yazmayı en azından okumayı öğretecek kadar bir çalışma kimseye bir zarar vermez." dedi.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ilkokullarda okutulmasına ilişkin tartışmalara da değinen Bakan Avcı, "Şûrada alınan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilkokullarda da okutulmasına dair tavsiye kararının uygulanabilirliği konusunda bizim ciddi bir çalışma yapmamız lazım. Yani aynı şey burada da söz konusu, öğretmen niteliği. Çünkü üniversitedeki bir adama ders vermenin psikolojik zeminiyle ilkokuldaki çocuğa ders vermenin asgari psikolojik şartları çok farklıdır. Hele din eğitimi gibi veya din kültürü eğitimi gibi konularda, bu Türkçe için de geçerlidir, müzik eğitimi için de, sanat eğitimi için de, yani işin içine kuru bilginin dışında duygunun, psikolojinin de karışması gereken disiplinlerde, alanlarda öğretmenin çok özel yetişmesi lazım. Şimdi biz bakarız, öğretmen havuzumuz buna ne kadar elverişli, müfredatını ona göre oluşturmak gerekir, böyle bir müfredatta ne olmalı, ne olmamalı, bütün bunların ciddi manada çalışılması lazım, ondan sonra bunun kararı verilir" dedi.

Bakan Avcı, Şûra’nın işleyişine ilişkin şunları söyledi: "Şûra Genel Kurulunda şûra kararı haline gelen tavsiye kararları Bakanlığa bildiriliyor, Bakan onayıyla Tebliğler Dergisinde yayınlanıyor. Yayınlandıktan sonra Bakanlığın ilgili birimleri kendilerine düşen tavsiye kararlarını alıp çalışıyorlar. Strateji Başkanlığımızın bu konuda söyleyecek çok sözü vardır. Çünkü Strateji Başkanlığı Bakanlığın kararlarını stratejik değerlendirmesini yapar. Ne demektir bu? Yani olabilirliğini, mali etki analizlerini, böyle bir kararı yürürlüğe koymak için bize ne kadar maddi kaynak lazım, bunun bilinmesi lazım; bunlara bakarız, bunları ölçeriz. Ondan sonra deriz ki tamam, şu tarihten itibaren şu kararı uygulamaya başlıyoruz. Çünkü stratejik planlarımızdaki imkanlarımız bunları gösteriyor ve şu kararı hemen önümüzdeki yıl yürürlüğe koyuyoruz, çünkü bu çok maddi bir ön hazırlık gerektirmiyor, imkanlarımız da müsait. Şimdi okuma kültürü önerisi mesela, bu çok ciddi bir maddi şey gerektirmiyor, çocuklarımıza okuma kültürü kazandırmak için yapmamız gereken faaliyetlerin neler olduğunu biz zaten İstanbul’da, Ankara’da yaptığımız pilot uygulamalardan biliyoruz. Mesela kamuoyunda hiç konuşulmuyor ama, İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğümüzün özellikle çok güzel organize ettiği "Yazarlar Okullarda" diye bir uygulamamız var. Çocuklar yazarlarla yüz-yüze karşılaştıkları zaman, onların sohbetlerini dinledikleri zaman onların kitaplarını daha kolay okuyorlar, daha çok merak ediyorlar. Kütüphanelerimizi yoluna koyuyoruz, Z kütüphanelerimiz var. Aynı zamanda FATİH Projesi kapsamında EBA’ya, yani Eğitim Bilişim Ağımıza yüklüyoruz. Özellikle görme engelli çocuklarımız için geliştirdiğimiz sesli kitaplar var. Dolayısıyla bunların bir kısmı hemen uygulanır, bir kısmı zaman içerisinde uygulanır, bir kısmı hiç uygulanmaz."

Brüksel’de gerçekleştirilen Dijital Çağda Eğitim Konferansı’na katılan Bakan Avcı, "Bütün konuşmalarda beni çok memnun eden, bizim bilmediğimiz yeni hiçbir şey söylenmedi. Hatta onların bilmediği, ama bizim bildiğimiz şeyler olduğunu da bu vesileyle gördüm. Onlar adına üzücü olabilir, ama kendi adımıza doğrusu sevindim. Yani bu konuda biz çok iyi yerde duruyoruz. Çok güzel bir birikimimiz olduğunu ve inşallah bu avantajımızı zaman içerisinde diyelim PISA gibi herkesin sonuçları itibariyle değerlendirdiği süreçlere de yansıtacağımızı ümit ediyorum." diye konuştu.