Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, Ebola virüs hastalığının, KKKA’dan farklı olarak çok daha ağır ve ölümcül bir hastalık olduğunu söyledi.

16. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından Antalya’nın Belek bölgesindeki Titanic Deluxe Otel’de gerçekleştirdi. Bilimsel kongreler içinde en fazla ilgi çeken ve takip edilen kongreye 3 bin 250’yi aşkın sayıda hekim katıldı. Kongrede İç Hastalıkları kliniklerindeki çok önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan problemlere ve kronik hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler gözden geçirdi. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, iç hastalıklarında kanıt-hastalık ilişkisi oturumları, klinik ve laboratuvarlardaki güncel konuları içeren sempozyumlar, programın ana başlıklarını oluşturuyor. Kongrede konularında ülkemizde söz sahibi 100’ü aşkın konuşmacı ve oturum başkanı görev aldı.

Kongrenin son gününde Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Güler, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anadalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Kiraz, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol Özer, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Güleç ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğratim Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, basın toplantısı düzenledi.

Kongre hakkında bilgi veren Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serhat Ünal, "Acil Dahiliye’, ’Temel Mekanik Ventilasyon’ ve ’İç Hastalıkları için Tıbbi Onkoloji’ kurslarımız başarıyla gerçekleştirildi. Kongremizin bilimsel programı ve konuşmacıların belirlenmesi uluslararası kongrelerdeki güncel konular ve ülke gerekliliklerimiz gözönüne alınarak TİHUD Yönetim Kurulu, 16. Ulusal İç Hastalıkları Kongresi Bilimsel Kurulu ve Kongre Düzenleme Kurulu tarafından hazırlandı. Kongremize 201’i klinik çalışma, 458’i olgu sunumu olmak üzere toplam 659 bildiri başvurusu yapılmıştır. Bu başvurular 2013 kongremiz göz önüne alındığında toplamda yüzde 9,7’lik artışı yansıtmaktadır. Kabul edilen 578 bildiriden 176’sı Genel Dahiliye, 77’si Endokrinoloji ve Metabolizma, 69’u Hematoloji, 45’i Romatoloji, 44’ü Gastroenteroloji, 36’sı Nefroloji, 34’ü Onkoloji, 24’ü Kardiyoloji, 21’i Enfeksiyon Hastalıkları, 18’i Geriatri, 8’i Acil Tıp, 7’si Yoğun Bakım, 6’sı Göğüs Hastalıkları disiplinlerinin alanındadır" dedi.

"300’Ü SAĞLIK ÇALIŞAN"

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tüm önlemlere rağmen hızla yayılmaya devam eden Ebola hastalığı sebebiyle 11 Ekim itibari ile hayatını kaybeden kişi sayısının 4 bini geçtiğini duyurduğunu belirten Ünal, "Hayatını kaybeden 4 bin kişiden 300’ü sağlık çalışanı. Sağlık çalışanları da dikkatli olmalı. Salgından en fazla etkilenen Batı Afrika ülkeleri Gine, Liberya ve Sierra Leone’de 4 bin 24, çeşitli bölgelerden ise 9 kişinin virüsün bulaşması sonucu yaşamını yitirdiği, toplam sayının 4 bin 33’e ulaştığı bildirilmiştir. WHO açıklamasında şimdiye kadar 7 farklı ülkede yaklaşık 9 bin Ebola vakası ile karşılaşıldığını kaydederken, dünyanın çeşitli yerlerinden Ebola ile ilgili haberler de gelmeye devam etmektedir. Ebola virüs hastalığı, KKKA’dan farklı olarak çok daha ağır ve ölümcül bir hastalık yapmaktadır. 1976’da ilk tanımlandığı dönemden itibaren bakacak olursak neden olduğu hastalığın yüzde 60-80 ölüme yol açtığı görülmektedir. Son salgında ölüm oranı yüzde 50’nin üzerindedir. Günümüzde Ebola virüs hastalığının resmi bir tedavisi yoktur. Hastaların belirtileri uygun yöntemlerle tedavi edilmektedir. Kanaması olan kişilere kan nakli, kanama sebebiyle pıhtılaşma kusuru gelişirse pıhtılaşmayı sağlayacak kan ürünleri hastaya uygulanmaktadır. Ayrıca, hastalığın neden olduğu vücuttaki su ve tuz açığı tedavi edilmektedir. Hastalığın öldürücü olmasından dolayı ABD’de geliştirilmekte olan ZMapp isimli bir ilaç çaresizce hastalığın tedavisinde denenmektedir. Bu ilacın içerisinde virüse karşı etkili olacak çeşitli antikorlar mevcuttur. Ayrıca, Ebola virüsüne karşı geliştirilen aşının güvenlik deneyleri insanda yapılmaya başlanmıştır. 18 Eylül 2014 tarihinde İngiltere’de insan üzerinde ilk kez Ebola virüs aşısı denenmiştir. Şimdilik ciddi bir yan etki gözlenmemiştir. Ayrıca geçtiğimiz günlerde ABD Maryland’deki Uluslar Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü tarafından geliştirilen aşı virüsle yürütülen savaşta kaderin tersine dönmesine yönelik umutları artırdı. Aşı sadece birkaç hafta önce ABD ve İngiltere’deki gönüllülerde de test edilmişti. Ayrıca geçtiğimiz ay maymunlardaki testler de başarıyla sonuçlanmış, herhangi bir hastalık belirtisine rastlanmamıştı" dedi.

TÜRKİYE’DE DURUM VE VİRÜSTEN KORUNMA

Türkiye’de şu anda endişe edilecek bir durumun olmadığını kaydeden Ünal, "Amerika Birleşik Devletleri, vatandaşlarından hayati önem arz etmedikçe hastalık bölgesine seyahat etmemelerini talep etmiştir. Eğer salgın bölgesine gitmek zorundaysanız, Alkol bazlı el dezenfektanları ile elinizi sık sık dezenfekte edin. Özellikle hasta kişilere (ateşli, halsiz, kanaması olan) ve onların çıkartılarına (tükürük, salya, kan, kusmuk, idrar, dışkı vb.) dokunmayın. Hasta kişilerin şahsi eşyalarına dokunmayın. Cesetlere dokunmayın. Özellikle maymun ve yarasa gibi hayvan etlerini yemeyin bu hayvanların ne canlılarına ne de ölülerine dokunmayın. Ebola hastalığının tedavisi yapılan hastanelere gitmeyin. Riskli bölgede yaşarken ateşiniz çıkarsa, baş ağrısı, halsizlik, ishal, karın ve kas ağrısı veya kanama gibi belirtiler ortaya çıkarsa hemen tıbbi yardım için hastaneye başvurun. Eğer bu belirtileri gösterirseniz lütfen kimseye temas etmeden, kimseye dokunmadan hatta mümkün mertebe etrafa dokunmadan hastaneye ulaşın. Eğer sizde de hastalık ortaya çıkarsa son 10 gün içerisinde kimlerle temas ettiğinizi sağlık personeline bildirin" şeklinde konuştu.

BELİRTİLERİ VE BULAŞMA YOLLARI

Ebola’nın insanlarda, kanamalı ateş tablosuna yol açtığını belirten Ünal, sözlerine şöyle sürdürdü:

"Bu açıdan yol açtığı klinik tablo ülkemizde de görülen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) tablosuna benzer. Hastaların vücut sıcaklıkları 38,6°C’yi geçer. Halsizlik, şiddetli baş ağrısı, kas ağrısı, ishal, kusma ve karın ağrısı sıklıkla tabloya eklenir. Hastalığa yakalananların vücutlarının çeşitli yerlerinden kanamalar ortaya çıkar. Kanamalar ağızdan, makattan, burundan veya kulaktan dışarıya kan sızması şeklinde olabileceği gibi; deri altına yaygın kanama deri altında morarma, etkilenen bölgenin şişmesi şeklinde de gözlenebilir. Salgının tam olarak kökeni bilinmiyor olsa da araştırıcılar hastalığın bir hayvandan insana bulaşmış olabileceğini öngörmektedir. İlk bulaşmanın nasıl ortaya çıktığı bilinmese de insandan insana hastalığın nasıl bulaşabildiği bilinmektedir. Hastaların kan, serum, plazma, idrar, sümük, salya, tükürük, gaita, kusmuk ve meni gibi vücut sıvılarıyla direkt temas. Hastanın tedavisi sırasında kullanılan şırınga, iğne ve bistüri gibi ekipmanlarla direkt temas. İnfekte hayvanlarla (maymun, yarasa vb.) veya bu hayvanların vücut sıvılarıyla direkt temas. Hava yoluyla, besinlerle veya suyla bulaşmaz.

İlk insan olgusunun, hastalığı hayvandan kaptığı düşünülmektedir. Bu bulaşmanın muhtemelen hasta hayvanın etinin yenmesiyle olduğu öngörülmektedir. Afrika’da vahşi hayvanların etlerinin yenmesi oldukça eski bir gelenektir. Afrikalılar maymun, yarasa, aslan veya fil gibi pek çok hayvanın etini tüketmektedir. Afrika’dan gelen yarasa, maymun gibi hayvanların etlerinin yenmesi de hastalığa sebebiyet verebileceği unutulmamalıdır. Hasta kişilere hizmet veren yakınları ve sağlık çalışanları hastalık için risk altındadır. Hastalara hizmet verecek kişilerin biyolojik/kimyasal tehditte kullanılması gereken özel malzemeleri kullanması gerekir. Bu malzemelerin kullanılması da eğitimli personel tarafından yapılmalıdır."

2014 YILINDA HİPERTANSİYON TEDAVİSİNDE NELER DEĞİŞTİ

İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kerim Güler ise kardiyovasküler hastalıkların dünyada ve Türkiye’de en sık görülen ölüm nedeni olduğunu anlattı. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada 2005 yılında hipertansiyon ve onun neden olduğu kalp ve beyin hastalığına bağlı olarak 17.5 milyon ölüm görüldüğünü ifade eden Güler, "Yapılan tüm çalışmalara ve bulunan yeni ilaçlara rağmen 2020 yılında bu rakamın 23.4 milyona çıkması beklenmektedir. Hipertansiyon en önemli kardiyovasküler risk faktörüdür. İyi tedavi edilmezse kalp krizi, inme ve kalp yetmezliği gibi ölümcül tablolara yol açar. Bir çok ölümcül hastalık vardır ama sık değildir. Hipertansiyon bunların aksine çok sık görülen bir hastalıktır. Ülkemizde yaklaşık olarak her 3 kişiden birinde hipertansiyon vardır. Tüm çabalarımıza rağmen ülkemizde tedavideki başarı şansı yüzde 54’tür, yani yüzde 46 oranında hasta (hipertansiflerin yarısı) tedavi olamamakta ve kardiyovasküler ölümcül risklere maruz kalmaktadırlar. Tedavide başarısızlığın en önemli nedeni hastaların hipertansiyonu pek ciddiye almamasından kaynaklanmaktadır" dedi.

ÖNEMLİ BİR TOPLUM SAĞLIĞI PROBLEMİ: BEL AĞRISI

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Aanabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli ise "Bel ağrısı olanların yüzde 51,3’sinde ağrı süresi 3 aydan uzun sürmektedir. Tüm gönüllüler içerisinde kronik bel ağrısı sıklığı yüzde 22,7 hastada vardır. Bel ağrısı ve kronik bel ağrısı ile yaş ve cinsiyet arasında ilişki saptanmıştır. Bel ağrısı sıklığı yaşla birlikte artış göstermektedir. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülmektedir" diye konuştu.

AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Kiraz ise Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) ile ilgili bilgiler verdi. Akdeniz havzası civarında yaşayan Yahudi, Ermeni, Kuzey Afrikalı, Arap ve Türk popülasyonlarını etkileyen yaşam boyu süren ateş ve serozit atakları ile karakterli herediter otoinflamatuar bir hastalıktık olduğunu belirten Kiraz, "Moleküler gelişmelere rağmen, ülkemizde oldukça sık görülen ve oldukça önemli klinik sonuçlara yol açan bu hastalığın tanısında hala hatırı sayılır bir gecikme (7-10 yıl) ve tedavi kararı ile ilgili olarak hala önemli problemler yaşanmaktadır. Ülkemizde görülme sıklığı, AAA çalışma grubu raporlarına göre yaklaşık binde bir’dir. Hastalık genetiktir ve hastalığa neden olan genetik bozukluk 1997 yılında iki ayrı grup tarafında aynı anda bulunmuştur. Bozukluğun olduğu MEFV geni ürünü protein Fransız Grubu tarafından ‘Marenostrin’ (Latince Akdeniz), Uluslar arası konsorsiyum tarafından ’pirin’ (Yunanca ateş) olarak adlandırılmıştır" dedi.

Türkiye’de genetik bozukluğu taşıyan kişi sayısı değişik çalışmalarda yüzde 14-20 olarak rapor edildiğini hatırlatan Kiraz, "Pek çok insan genetik bozukluğu taşıdığı halde hastalık belirtisi göstermeyebilir. Hastalığın klinik bulguları periyodik olarak oluşur. Bu döneme atak dönemi adı verilir ve atak dışında hastaların hiçbir yakınması olmaz. Hastalık yüzde 85 hastada 20 yaş öncesi başlar ve 40 yaş sonrası başlaması çok çok nadirdir. Atakta yapılan kan değerlerinde olan yükselmeler tanıya yardımcı olur. Ataklar genellikle 24-72 saat sürer (6-96 saat), Artrit atakları biraz daha uzun olabilir 1 haftada sonlanır. Atak sıklığı tahmin edilemez ve kişide bile değişkendir. Aşırı fiziksel aktivite, emosyonel stres, mens tetikleyebilir. Ataklar kendiliğinden sonlanır. Hastalık tanısı konulamayan ya da düzenli ve etkin tedavi edilmeyen hastalarda korkulan komplikasyon artmış sekonder amiloidoz riskidir. Bu hastalarda amiloid adı verilen madde böbrekler, karaciğer, kalp gibi organlarda birikerek fonksiyonlarının bozulmasına sebep olur. Hastalarda böbrek yetmezliği gelişir ve diyaliz ihtiyacı ortaya çıkar" ifadelerini kullandı.

STATİNLER (KOLESTEROL DÜŞÜRÜCÜ İLAÇLAR)

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Güleç ise şunları kaydetti:

"Bugün Afrika’dan Rusya’ya, Hindistan’dan Avrupa’ya, Avustralya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne dünyanın bütün ülkelerinde var olan sivil sağlık kuruluşları, devletlerin sağlık otoriteleri, kalp ve diyabet cemiyetleri ve dünya genelinde sağlık politikaları üreten dünya sağlık örgütünün hemfikir olduğu bir konu vardır. Bu konu kalp damar hastalığı ve/veya diyabeti bulunanların statin denilen kolesterol düşürücü ilaçları kullanmaları durumunda kalp krizi risklerinin belirgin derecede azalacağı, yaşam sürelerinin de uzayacağıdır. Türkiye’de de başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere halkımızın kalp damar sağlığıyla ilgilenen tüm kuruluşlar bu bilgi çerçevesinde tedavi kılavuzları hazırlamakta ve bahsedilen hasta gruplarında statin kullanımının faydalarını dile getirmektedirler. Hal böyleyken son yıllarda gazete ve televizyonlarda yer alan kişisel görüş niteliğindeki haberlerde Statinlerin baş edilebilir ve hayati olmayan yan etkileri ön plana çıkartılıp, hayat kurtarıcı etkileri görmezden gelinerek bu ilaç grubu halkın gözünde değersizleştirilmiştir. Kalp krizi geçirmiş, by pass olanlar, stent takılanlar ve şeker hastalığı bulunan hastalar da statin ilacını bırakan hastalarımızın azımsanmayacak bir bölümü lüzumsuz yere kalp krizi geçirecek, bazıları ise maalesef zamanından önce ölüm riskiyle karşı karşıya kalacaklardır. Bu kişilerin vebali halkı yanlış bilgilendirenlerin boynunadır. Doktor kontrolünde Statin kullandığı zaman kalp krizi riski azalıp, yaşam süresinin uzadığı bilimsel olarak ispatlanan hastalar."

HEPATİT B VE HEPATİT C

Hepatit B’nin (HBV) bir DNA virüsu olup, dünya nüfusunun yaklaşık üçte birinin virüsle karşılaştığını kaydeden Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol Özer, sözlerini şöyle sürdürdü:

"350-400 milyon kişi bu virüs ile infektedir. Hastalığın doğal seyri çok değişken olup inaktif taşıyıcılıktan, kronik hepatit, siroz ve karaciğer kanserine kadar değişen hastalıklara neden olabilir. HBV ile infekte bireylerin siroz, karaciğer yetmezliği ve hepatosellüler kanser gelişim riskleri artmıştır. Birçok taşıyıcıda HBV’ye bağlı karaciğer komplikasyonu gelişmemesine rağmen, yüzde 15-40 hastada yaşamlarının bir döneminde ciddi sekeller gelişebilmektedir. Dünya genelinde her yıl HBV’ye bağlı son dönem karaciğer hastalığı ve karaciğer kanseri nedeniyle 0.5-1 milyon ölüm gerçekleşmektedir."

DİYABET VE İNSÜLİN

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız da 21’inci yüzyılın salgın hastalığı olarak kabul edilen diyabet rakamlarının ürkütücü boyutlara ulaştığını söyledi.