Karaman Milletvekili Plan ve Bütçe Kurulu Başkanı Lütfi Elvan'ın konuşma metni; 
''Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,
2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine, Grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi, saygıyla selamlıyorum. 
Başta Maliye Bakanımız olmak üzere, 
bütçe hazırlık çalışmalarını yürüten tüm bakanlarımıza, 
Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize, 
bakanlıklarımızın bürokratlarına, teşekkürlerimi sunarak konuşmama başlamak istiyorum.
Öncelikle Sayıştay denetimine yönelik, bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Sayıştay Kanununun çıkarılmasından sonra, Sayıştay tarafından, kamu idareleri nezdinde yapılan denetimlere ilişkin, denetim raporları, bu yıl ilk defa Meclise sunuldu. 
Sayıştay raporları; bir kısım çevrelerce istismar edilmiş ve sanki hükümet, Sayıştaydan; 
bilgi, belge kaçırıyor, 
denetim yapılmasını engelliyor, 
hesap vermekten kaçıyor gibi bir hava yaratılmış, 
ve adeta bir iftira kampanyası başlatılmıştır.
Hükümetimize yönelik yapılan bu değerlendirmeleri ve saldırıları kabul etmek mümkün değildir.  

AK Parti Hükümetleri:
Denetimi, uluslar arası standartlara kavuşturmuş, 
Artık, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamayan 80 yıllık muhasebe-i umumiye kanununu kaldırarak,  Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanununu çıkarmış,
Yine, neredeyse yarım asırlık Sayıştay kanunu değiştirerek, gerçek anlamda bir denetim sistemi kurmuş,
Askeri malların Sayıştay tarafından denetlenmesini sağlamış,
Tüm kamu kurum ve kaynaklarını, Sayıştay denetimine dahil etmiş,
İç ve dış denetim sistemlerini oluşturmuştur.
Çağdaş norm ve standartlarda Denetime yönelik, bu kadar çok düzenleme yapan bir iktidara; “siz denetimden kaçıyorsunuz demek”, sadece ve sadece, abesle iştigal etmek demektir.
Halkımız bizim ne yaptığımızı biliyor; ama sizin de ne yaptığınızı biliyor ve görüyor.

Denetimden kaçtığını söylediğiniz iktidar; 
Kamuda muhasebe birliğini sağladı, 
Cumhuriyet tarihinde ilk defa, tahakkuk esaslı Devletin bilançosunu çıkardı, 
Uluslararası standartlarda  bir mali istatistik sistemi kurdu,
Devletin, toplu iğnesinden ambulansına kadar, çeşitleri bir milyonu bulan, her türlü taşınırı; kayıt altına alan bir sistem oluşturdu, 
Mali saydamlık adına, sayıları 4700’ü bulan mahalli idarelerin, mali verilerini aylık olarak izleyebilen, ve raporlayabilen bir sistem kurdu.
Şimdi soruyorum size; 
hesap vermekten kaçan, ve korkan bir anlayış; 
böylesine her türlü denetime açık, uluslararası standartlarda, muhasebe ve mali istatistik sistemi kurar mı?

Muhalefet tarafından dile getirilen diğer eleştirilere gelince:
1)”Genel Bütçeli kamu idarelerinin mali tabloları yoktur. Kesin hesap kanunu görüşülemez?” deniliyor.
Değerli arkadaşlar,
Kesin hesap kanun tasarısı görüşmelerine esas olan rapor; mali rapor değil, Genel Uygunluk bildirimidir.  
Bu husus Anayasanın 164. Maddesinde düzenlenmiştir. Genel uygunluk bildiriminde yer alan değerlendirmelerin tamamı Kesin Hesap kanun tasarısına ilişkindir. 
Mali rapora gelince; mali rapor,  hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, kurumların yönetsel sorumlukları ile ilgilidir. 
Kurumların Mali Raporlarını, Kesin Hesap Kanun Tasarısı ile ilişkilendirmek mümkün değildir. 
Mali raporlar, bir anlamda kurumlarımıza yol gösteren raporlardır. 
Sayıştay tarafından 358 Kurumun denetimi yapılmış, yapılan her bir harcama, gelir, en ince detayına kadar, en ücra köşedeki birime varıncaya kadar denetlenmiştir.
Genel bütçe kapsamındaki kuruluşların her birinin, ayrı ayrı mali tabloları oluşturması istenmiştir. 
Bu teknik olarak mümkün olmadığı gibi, bu konuda yetkili olan Muhasebe Standartları Kurulunun kararı vardır. Bu karar çerçevesinde, genel bütçe kapsamındaki kuruluşların bir bütün olarak mizan ve bilançosu oluşturulmuştur.
Bir başka iddaa da şu: 
2)”Denetçilerin hazırlamış olduğu raporlar meclise gönderilmemiştir. Raporlar denetim raporu niteliğinde değildir?”
Denetçilerin hazırlamış olduğu taslak raporlar, yasa gereği Meclise gönderilemez. 
Denetçi raporu; sadece denetçinin kanaatini içerir, sayıştay görüşünü içermez, dolayısıyla denetçi raporu sayıştay raporu değildir(6085 md 2). 
Taslak rapor, Sayıştayın ilgili dairelerinden ve rapor değerlendirme kurulundan geçtikten sonra Sayıştay raporuna dönüşür.
TBMM dahil, hiç kimsenin, Sayıştay raporlarının, nasıl ve ne şekilde olacağına dair müdahalesi söz konusu olamaz.
Yasa, gayet açık. Sayıştay bağımsızdır(6085-3). 
Sayıştay ve denetçileri, denetim faaliyetini bağımsız ve tarafsız olarak yürütür. 
Sayıştaya; denetim görevinin planlanması, programlanması ve yürütülmesinde talimat verilemez. (6085 Md.35-c)
Bir başka iddaa:
3)”Mali Raporda kamu zararı ile ilgili hususlar yer almamaktadır? Meclise kamu zararına yönelik bilgiler de gelmelidir.” Deniliyor.
Kamu zararına yönelik Yargılamaya esas raporların, yasa gereği TBMM’ne gönderilmesi söz konusu olamaz. (Sayıştay kanun 48.md).  
Meclis, yargılama makamı değildir. 
Herhangi bir kamu zararı söz konusu ise, o yöneticiyi, Sayıştay’ın ilgili daireleri yargılayacaktır. 
Suç teşkil eden bir husus var ise, yasa gereği Sayıştay Başkanlığı, ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunacaktır.
Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,
İktidara geldiği günden bugüne kadar, sürekli olarak oylarını artıran, 
ve her geçen gün, halkın daha fazla teveccühünü kazanan bir hükümetin bütçesini görüşüyoruz.
Çok partili sisteme geçtiğimiz günden bugüne kadar; bu kadar uzun süreli ve istikrarlı bir hükümet gelmedi.
Türkiye’de 1965 ile 2002 tarihleri arasında, 37 yılı aşkın süre içinde, toplam 28 hükümet göreve gelmiş, bunların ortalama ömürleri 16 ay ile sınırlı kalmıştır (yani, 1 yıl 4 ay). 
Halkımız, hiçbir zaman geçmişini unutmadı, ve hatırlamaya da devam edecektir. 
Ortalama 1.5 yıl bile, iktidarda kalamayan hükümetlerin, ülkemizi ne hale getirdiklerini, halkımız yaşayarak görmüştür. 
Ak parti hükümetleri, her seçimde, ülkemizin güven ve istikrarını, daha da sağlamlaştırarak,  daha da güçlü bir şekilde iktidara geldi.
Burada hepimiz, iktidarıyla muhalefetiyle, bu başarılı süreci samimi olarak analiz etmeliyiz.
Halkımızın yüksek teveccühü, neden hala sürüyor?
Bu kadar, güven ve istikrar nasıl oluştu?
Dünyada kriz yaşanırken; Türkiye'de, neden yaşanmıyor?
Öncelikle belirtmeliyim ki; AK Parti hükümetleri, Millete rağmen siyaset anlayışı değil, millet için siyaset anlayışını hayata geçirmiştir. 
Ülkemizin; asırlık, kronikleşmiş ne kadar sorunu varsa, cesaretle, kararlılıkla, bu sorunların üzerine gitmiş, ve devrim niteliğine reformlar gerçekleştirmiştir. 
Gerek ulusal, gerek küresel ölçekteki, siyasi ve sosyo-ekonomik değişimleri yakından izleyerek değişimin öncülüğünü yapmıştır.
Cuntayı, vesayeti, ve belirli bir zümreyi temsil eden politik anlayışı, Türk siyasetinden men etmiştir.
Hizmette doygunluğu, başarıda rehaveti yok saymıştır.
Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,
Halkımızın demokratik kazanımları, ülkemizin istikrar ve güvenini pekiştirmede, en önemli etken olmuştur.
Bütün toplumsal kesimler; vesayet rejiminin kendilerine dayattığı zorbalıklardan kurtulma imkanını, AK Parti iktidarlarıyla bulmuşlardır. 
Toplum ve siyaset, normalleşip demokratikleşirken, demokrasiden uzaklaşıldığını söyleyenler; maalesef vesayet rejiminin bakiyeleri olarak kalmışlardır.
AK Parti döneminde; vesayet sona erdirilmiş; halk, demokratik siyasetin, en önemli aktörü haline gelmiştir.
Bunun mimarı da; AK Parti, ve onun hizmet gemisinin usta kaptanıdır.

Sayın Başkan değerli milletvekilleri,
Ülkemizin güven ve istikrarını pekiştiren 2. Önemli husus, halkımızın ekonomik kazanımlarıdır. 

Ak Parti döneminde bütçeler; faiz bütçesi, rant bütçesi olmaktan çıkarılmış, asli fonksiyonuna, yani hükümetlerin, politika aracı olarak kullandığı, bir kalkınma bütçesine dönüştürülmüştür 
Son 11 yılda; sadece iki yıl hariç (2009 ve 2012) bütçe hedeflerimizi tutturduk. 
Hatta çoğu zaman bütçe hedeflerimizi aştık. 
Oysa bizden önceki on yılda (1993-2002) tam 7 yıl bütçe hedefi tutturulamamıştır. 
Bütçeler, beklenenin çok üzerinde açık vermiş,  yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. 
Hatta bazı yıllarda toplanan vergiler, sadece faizleri bile ödemeye yetmiyordu. 
Temel kamu hizmetleri, borç almak suretiyle karşılanmaya çalışılıyordu. 
Bütçeler; milletimizin ve gelecek nesillerin sırtında ağır yükler oluşturuyordu.
 Ancak; Ak Parti hükümetleri döneminde, yani ak yıllarda, biz bütçeyi, milletimizin sırtındaki bir yük olmaktan çıkarıp, milletimize hizmet eder hale getirdik. 
1990’lı yıllar ile 2000’li yılların başı, ülkemiz için kayıp yıllar;  Ak parti dönemleri ise Ak yıllar olarak tarihte yerini bulacaktır.
Dünyada hiçbir kriz yaşanmazken, Türkiye’nin krizlerle boğuştuğu kayıp yıllar ile; 
dünyada kriz yaşanırken, Türkiye’de hiçbir krizin yaşanmadığı Ak yılları karşılaştırmak istiyorum.
(G1)Milli gelirimiz kayıp yıllarda yerinde sayarken, Ak yıllarda 3,4 kat artmıştır.
(G2)Kişi başına gelirimiz, kayıp yıllarda yerlerde sürünürken ak yıllarda 11 bin dolara yaklaşmıştır.
(G3)Enflasyon; kayıp yıllarda tavan yaparak hortumculara çalışırken, Ak yıllarda taban yapmış, kaynaklar sahibi ile yani halkla buluşturulmuştur. 
(G4)(G5)İhracatımız küresel krize rağmen Ak yıllarda 4,2 kat artmıştır. Eğer Ak parti iktidara gelmeseydi, 1990’lı yılların performansıyla devam etseydik. Bugün ihracatımız ancak 57 milyar dolar olabilecekti. 
(G6)(G7) Doğrudan yabancı sermaye girişi; kayıp yıllara göre ak yıllarda 12 kat artmıştır. Ülkemizin güven ve itibarı hangi dönemde yüksekmiş hepiniz görüyorsunuz.
(G8) Ak ve kayıp yıllar arasındaki merkez bankası rezerv farklarını görüyorsunuz. Yine burada da kayıp yıllarda merkez bankası rezervleri taban yaparken, Ak yıllarda tavan yapmıştır.
(G9) Faiz yükünü çarpıcı bir şekilde düşürdük. 1990’lı yılların performansı devam etseydi, 2012 yılında 48 milyar lira yerine 131 milyar lira ödenecekti. İşte rantçıların alamadığı bu kaynakları halkımıza hizmet için harcadık.
(G10) Faiz giderlerinde kayıp yıllar ile ak yıllar arasındaki farkı görüyorsunuz. 
(G11) İç borç stoku; Kayıp yıllarda tam 418 kat artmış, Ak yıllarda ise sadece bir kat artmıştır.
Sayın Başkan değerli milletvekilleri,
Halkımız; ak parti hükümetleri olmasaydı, 1990-2002 döneminde yaşadığı kayıp yılları yaşamaya devam edeceğini, adı gibi biliyordu.
Yine halkımız, Ak parti iktidarları olmasaydı; tam 400 Milyar liranın, yatırım ve sosyal harcamalar yerine, faize gideceğini; mutlu bir azınlığın, çalışmadan servetine servet katacağını,  biliyordu.
Halkımız, yine ak parti iktidarı olmasaydı; kendi tankını, kendi insansız hava aracını, kendi savaş gemisini yapamayacağını biliyordu.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,
Halkımızın, demokratik ve ekonomik kazanımlarına ilave olarak, sosyal alanda da, çok önemli kazanımları olmuştur. 
Ak parti hükümetlerinin en öncelikli alanlarından biri de, sosyal devlet anlayışının tesisi olmuştur. 
2002 yılında sosyal yardım ve hizmetler için; 1,3 milyar lira ayrılmışken, bugün yılda 20 milyar liranın üzerinde kaynak ayrılmaktadır. 
OECD verilerine göre Türkiye; AK yıllarda, gelir dağılımını, en hızlı iyileştiren ilk beş ülkeden biridir. 
2002 yılında, 1000 kişi içinde 303 kişi, yoksul olarak değerlendirilirken; 2011 yılında bu oran, 1000 kişi içinde 28 kişiye düşmüştür.
Kalıcı istihdamı sağlama, ve istihdam artışında Türkiye; AB ve OECD ülkeleri arasında, en başarılı ülke olmuştur. Son 5,5 yılda, 5,7 milyon ilave istihdam sağlanmıştır. Yani yılda, ortalama 1 milyon kişi istihdam edilmiştir. 
Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yılda Bütçede en fazla pay, eğitime ayrılmıştır.
AK yıllarda, 408 bin öğretmen atanmış, öğretmen kadroları bu süre zarfında yaklaşık 2 katına çıkartılmıştır. 
Sağlık ve Sosyal Güvenlik alanında Türkiye, tüm dünyaya örnek olan reformlar gerçekleştirmiştir.  
Dünya Bankası, OECD, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar; sağlık ve sosyal güvenlikte sorun yaşayan ülkelere, Türkiye’de yapılan reformları incelemelerini tavsiye etmektedir.
Sadece size vereceğim 2 gösterge bile sağlıkta ne kadar büyük aşama kaydettiğimizi ortaya koymaktadır. 
AK yıllarda yaşam süresi, 71,8 yıldan 76,0 yıla yükselmiştir. 
Kayıp yıllarda, bin bebekten 32’si ölürken, bugün bu rakam 7’ye düşmüştür. 

Sayın başkan değerli milletvekilleri,
Bu başarıların tamamını görmezden gelen kesimler; halkımızdan da umudunu kesmesi ile, 
tek çare olarak, Ak partiyi ve Sayın başbakanımızı, 
“nasıl ve ne şekilde, itibarsız hale getirebiliriz” arayışı içine girmişlerdir. 
AK partiye ve onun güçlü liderine karşı, halkımızın teveccühünden rahatsız olanlara, 
Ülkemizde, demokrasiden uzaklaşıldığını söyleyen vesayet yanlılarına; aşağıda belirteceğim hususları bir kez daha hatırlatmak isterim.
Demokratik yönetimlerde, itibarın ölçüsü halkın teveccühüdür.
Halkın teveccühü olmadan, siyasetin demokratik meşruiyeti olamaz.
Siyasi itibarı; veren de, alan da halktır.
Milli iradeyi hiçe sayıp;  halka, vesayet etmeye alışmış olanlar; 
Süngü iktidarı dışında, bir iktidara sahip olamayanlar, 
Tek parti ideolojisiyle, demokratik siyaset yapılamayacağını artık anlamalıdırlar.
Sayın Başbakanımıza karşı, kin ve iftira ile yürütülen itibarsızlaştırma çalışmaları,
Demokrasi karşıtı güçlerin, geçmiş dönemlerde de başvurdukları, kirli bir oyunun, tekrarıdır.
Nitekim;
Adnan Menderes ve Demokrat Partiyle, demokratik yollarla baş edemeyenler, 
Onu, Doğu Anadolu’yu Sovyetler Birliğine satmakla suçladılar;
Harbiyelileri, kıyma makinesinde doğramakla itham ettiler;
Mahreminden, hayâsızca magazin ürettiler;
Kendi aynalarında gördükleri bütün çirkinlikleri, Menderes ve Demokrat Partiye isnat ettiler.
Hiçbir işe yaramayınca da, darbe yaptılar.
Demokrasiyi katlettiler,
Halkımıza büyük acılar yaşattılar,
Gün ortasında Başbakan astılar. 
Aynı şekilde; millete hizmette önemli başarılara ulaşan, Turgut Özal’ı  da etkisizleştirmek için, kin ve nefretle saldırdılar 
ve kısmen de başardılar.
Turgut Özal’ın şaibeli ölümü sonrası  ise: 
1994 ekonomik kriziyle, halk soyulup yoksullaştırıldı, 
Fail-i meçhuller, devlet politikası haline dönüştürüldü;
Bürokrasi, hallaç pamuğu gibi atıldı.
Akabinde, bin yıl sürme iddiasındaki, karanlık 28 Şubat dönemi, 
karabasan gibi, ülkemizin üzerine çöktü.
Binlerce, on binlerce insanımız; işinden, aşından oldu,
Temel hak ve hürriyetler kısıtlandı,
Öz vatanlarında; ikinci sınıf, vatandaş muamelesine, tabi tutuldular.
Şimdi de;  Milletin teveccühünden ümidini kesen, bu vesayetçi zihniyet; Başbakanımıza karşı, bir itibarsızlaştırma kampanyasını  yürütmeye çalışıyor.
Darbeci zihniyetin kalıntıları ile, 
Halkımızın refahını artıracak, projesi olmayanların, 
Kendi hayat tarzlarını paylaşmadığı için, nefretlerini kusup,
Halka, bidon kafalı diyenlerin,
İnsanlık utancı, ikna odalarını; utanmadan savunanların,
İnsan haklarını, sempatizan hakları olarak algılayanların 
yürüttüğü  bu kampanya; 
kalburla su taşımanın ötesinde bir tesire sahip değildir, olmayacaktır. 
Hakla, ve halkla beraber yürüyenlerin tuttuğu meşaleyi; vesayetçi zihniyet söndüremeyecektir.
Temizlik işçisinden taksi şoförüne,
Ticaret erbabından sanayicisine,
Memurundan köylüsüne,
Gencinden yaşlısında kadar,
Toplumun tüm kesimleri, Recep Tayyip Erdoğan’ı sevdiler.
Recep Tayyip Erdoğan da onları sevdi.
Bu halk; Turgut Özal’ı, nasıl, “dindar, sivil ve demokrat”- olduğu için sevdiyse,
Tayyip Erdoğan’ı da, bu sıfatlarla beraber; 
cesur, hakta sebat eden, zulme karşı direnen, 
“Kenar-ı Dicle’de, bir kurt, bir koyunu kapsa/ Adl-ı ilahi, sorar onu Ömer’den”- sorumluluğuyla, halkına ve ülkesine hizmet eden,  güçlü ama “erişilebilir” bir dünya lideri olarak sevmektedir.


Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri,
Halkımıza tepeden bakan; 
halka yabancılaşan; 
darbelerle halkımıza, büyük acılar yaşatan; bu vesayetçi zihniyetin, 
artık anti-demokratik yollardan vazgeçerek, 
halka hizmet yolunda, bize rakip olmalarını bekliyoruz.
Bizim rakiplere ihtiyacımız var.
Bize RAKİP olsunlar ki, kendimizi daha iyi İFADE edelim,
ve hizmette çok daha yüksek bir HIZA erişelim.
Evet.. Müstakbel… rakiplerimize, HODRİ MEYDAN ..! derken.
Sözlerimi; bir beyit ile sonlandırmak istiyorum… 

“Ey rakibim.., sen.. benim… İFADEM ve HIZIMsın
Gündüz.., geceye muhtaç; bana da.. sen LAZIMsın !”
2014 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum,''dedi.