CHP Karaman İl binasında yapılan toplantıya, CHP Karaman İl Teşkilatı Başkanı İsmail Atakan Ünver, CHP Karaman İl Teşkilatı İlçe Başkanı Onur Irgat, CHP Karaman eski İl Teşkilatı Başkanları ve CHP il teşkilat üyeleri katıldı.

Toplantıda konuşan CHP İl Başkanı Ünver, “Türkiye, 15 yıllık AKP iktidarında iyi yönetilemediği için krizden krize savrulmuştur. Türkiye, bir taraftan içeride ve dışarıda terör belasıyla uğraştığı, diğer taraftan ekonomide yaşanan sorunlar ve ekonomik kriz havasının vatandaşın üstüne karabasan gibi çöktüğü şu günlerde kamplaşmadan uzak, birlik ve beraberlik içinde olmaya en çok ihtiyaç duyduğu dönemlerden birini yaşamaktadır. Bugün yaşadığımız gibi kriz ortamları, bir toplumsal uzlaşı metni olan anayasayı yeniden yapmak veya anayasada köklü değişimler yapmak için uygun değildir. Bu açıdan ele aldığımızda, AKP tarafından, MHP Genel Başkanının desteğiyle Meclisten geçirilen teklif, halkın gündemi ile İktidarın gündeminin farklı olduğunu ortaya koymaktadır.” dedi.

"Anayasada yapılacak değişiklik meselesi kimler için önceliklidir?" diyerek sözlerine devam eden Ünver, şunları söyledi;

“Genel olarak Türkiye'de anayasaya ilişkin beklentilere baktığımızda; Türkiye'de yeni bir Anayasa yapımı konusunda bir beklentinin olduğu söylenebilse de ülkede yeni bir Anayasanın içeriğinin nasıl olması gerektiği konusunda uzlaşı yoktur. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki zorlama ile yapılacak değişiklikler de kalıcı olmayacaktır.

Madem yeni bir anayasanın içeriğine ilişkin temel konularda toplumsal uzlaşı yoktur, o zaman "Anayasada yapılacak değişiklik meselesi kimler için önceliklidir?" sorusuna cevap aranmalıdır.

1-Eğer anayasa ile özgürlükçü demokratik bir ortam sağlamak istiyorsanız mevcut anayasal güvencelerle, anayasayı özgürlükçü şekilde yorumlayarak şimdilik bunu sağlamak mümkün. Dolayısı ile bu bakış açısı ile anayasa meselesi Türkiye ve halkımız için öncelikli sorun değildir.

2-Eğer iktidarı ve gücü tek elde toplayan fiili duruma yani kişiselleşen iktidara anayasal temel arıyorsanız, bu durum anayasanın bugünkü hali karşısında hukuk dışı olduğundan, o zaman anayasa meselesi Türkiye ve halkımız için değil, iktidar için öncelikli sorundur.

Sonuç olarak bugün için; terör saldırılarının, dünyada ve yakın coğrafyamızda süren politik/silahlı çatışmaların piyasalara ve ülkeye olumsuz etkilerinin, ekonomide yaşanan olumsuzlukların, kur baskısının, işsizlik sorununun, ücretlerin yetersizliğinin, tarımsal üretimin negatif gelişiminin, temel tüketim mallarındaki fiyat artışlarının, keşmekeşe dönen eğitim sistemi nedeniyle çocuklarının geleceğinden duyduğu endişenin altında ezilen halkla iktidarın gündeminin farklı olduğu tespitini yapmak hiç de gerçek dışı değil.

15 yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin krizden krize sürüklenmesi ve gelişmişlik düzeyimizin bir türlü yükselmemesi, AKP’nin yönetme/yönetememe anlayışının bir sonucudur. Zira kurumların ve rejimin sürekliliği, devletlerin gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılıdır. Bir başka deyişle gelişmişlik, hükümetten ziyade rejimin ve kurumların istikrarlı olmasına bağlıdır.

Rejimin ve kurumların istikrarsız olduğu devletlerde, hükümetlerin uzun süreli olması gelişmişliği sağlamaya yetmemektedir. Biz bugün bu süreci yaşamaktayız. AKP tarafından istikrarsızlaştırılan kurumlara ek olarak, artık rejim de istikrarsızlaştırılmaktadır.

Rejimin istikrarsızlaştırılmasıyla da hak ve özgürlüklerin, yöneticilerin güdümü altına alındığı toptancı bir toplum tasarımı (totalitarizm) tehlikesi ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin 1808 Sened-i İttifaktan başlayan 200 yıllık anayasacılık deneyimi ve 100 civarındaki hukuk fakültesiyle sahip olduğu birikim, bugün mecliste iktidar partisi AKP ile ona destek olan MHP Genel Başkanlığınca sergilenen anayasacılık anlayışının fersah fersah önündedir. Türkiye’nin bu birikimi şu an devre dışı bırakılmıştır. Böylesine temel bir anayasa değişikliğinin içeriği yanında, uygulanan yöntemi de kabul etmek, mazur görmek mümkün değildir.

Mazur görülemeyecek, Türkiye’nin 200 yıllık birikimini bir kenara iten bu yaklaşımla ne yapılmak isteniyor? Sistem mi, rejim mi değiştiriliyor? İsterseniz bir de ona bakalım:

Egemenliğin devredildiği bir düzenleme söz konusu olduğunda, rejim değişikliği yerine sistem değişikliğinden bahsetmek gerçekleri, yapılmak istenenin asıl amacını gizlemeye yönelik bir girişimdir.

Anayasa Hukukçularına göre dünya üzerinde egemenliğin halk tarafından kullanıldığı demokratik yönetimleri üç başlık altında toplamak mümkün:

1-Parlamenter sistem

2-Yarı başkanlık sistemi

3- Başkanlık sistemi

Bunların dışındaki rejimlerin ve yönetimlerin demokratik sistemler olarak görülmemesi anayasa hukuku öğretisinin ve anayasa hukukçularının genel kabulüdür.”

Sözlerini başkanlık sistemi hakkında konuşarak bitiren İl Teşkilatı Başkanı İsmail Atakan Ünver, şunları aktardı;

“Eğer AKP İktidarı, ABD’deki gibi gerçek anlamıyla demokratik bir başkanlık sistemi önermiş olsa idi bir sistem değişikliği olduğu iddiası geçerli görülebilir, tartışma da “parlamenter sistemin mi yoksa başkanlık sisteminin mi Türkiye’ye uygun olduğu” düzleminde bir sistem tartışması olarak yürütülebilirdi. AKP, ABD’deki gibi bir sistem önerisi getirmiş olsa elbet bu sisteme de özellikle, “eyalet sisteminin Türkiye’ye uygun olmaması” başta olmak üzere, itirazlarımız olurdu. Oysa AKP iktidarı, bugün, dünyada ancak otoriter yönetimlerin ortaya çıkmasına sebep olan, tek adama dayalı bir kişisel iktidar modeli içeren anayasa değişiklik teklifiyle halkın karşısına çıkmış durumda. Üstelik getirdiği sistemin halk tarafından tepkiyle karşılanacağını kendisi de bildiği için bunu, kendi uydurduğu, dünyada örneği olmayan Cumhurbaşkanlığı Sistemi adı altında yapmaya çalışmaktadır.

Tarihsel süreç içerisinde, 1808 Sened-i İttifaktan başlayan, Türk Milletinin demokratikleşme ve egemenliği bizzat kendisi kullanma isteği, 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile neticelenmiştir. 100 yılı aşan bu yolculuk sonucunda egemenlik sarayda oturan monarktan (padişahtan) alınarak millete, cumhura, halka verilmiş ve cumhuriyetle birlikte “egemenlik kayıtsız şartsız milletin” olmuştur. Şimdi ise bu süreç tersine çevrilmeye çalışılmaktadır. Üstelik egemenliğin milletten alınıp tek adama devredilmek istendiği bu süreç, 15 yıldır süregelen AKP iktidarının ülkeyi bizzat sürüklediği açmazlardan Türkiye’yi kurtarmak için, ülkeyi bu duruma getiren AKP’nin ve ileri gelenlerinin yine başat rol üstleneceği ve kurtarıcı olacağı tek reçete olarak sunulmaktadır. Bu yapılmak istenen kurtuluş reçetesi değil, iktidarı kişiselleştirme girişimidir.

Ulu Önder Atatürk, daha cumhuriyeti ilan etmezden önce "Kişisel iktidar gibi zararlı bir örnek bırakarak ölmeyeceğim. Parlamenter bir cumhuriyet kuracağım." diyerek bize, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimi için uygun olan rejimi göstermiş ve uygulaması ile de miras bırakmıştır. Bu nedenle önerilen anayasa değişikliği, bir sistem değişikliği değil, bir rejim değişikliğidir.

Getirilen teklifle AKP egemenliğin gerçek sahibi millete, “egemenliğini 5 yılda bir yapılacak seçimlerde kullanacaksın, 5 yıl iktidara karışmayacaksın” demektedir. Bu anlayışı kabul etmek mümkün değildir. Şüphesiz ki siyasetin en temel sınırlaması sandık olmakla birlikte, bu sınır tek başına yeterli değildir. Sandığın kurulmadığı yani iki seçim arasında kalan dönemde siyasetin sınırı, hukuk ve anayasadır. AKP, bu sınırlamalardan iktidarı arındırmak istemektedir.

Netice olarak geldiğimiz bu noktada, başkanlık dayatmasına "Hayır" demek sadece CHP'lilerin sorumluluğu değildir.

Vatanını seven, cumhuriyete ve demokrasiye inanan, bireysel ve siyasi özgürlüğüne önem veren, üniter yapıyı ve devletin niteliklerini korumayı görev bilen, Ortadoğu gibi bataklığa dönmüş bir coğrafyada Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün açtığı yolda çocuklarına aydınlık ve umutlu bir gelecek bırakmak isteyen sağdan, soldan, merkezden her siyasi düşünceden; hangi siyasi partiye oy vermiş olursa olsun tüm yurttaşlarımızın sorumluluğudur.

Bu referandumda "HAYIR" demek, herhangi bir siyasi partinin veya siyasetçinin kişisel meselesi olmadığı gibi, "kendi rahatı uğruna ‘itaat et, rahat et’ diyenler için değil, çocuklarına onurlu bir miras bırakmak uğruna dik durup itiraz etmeyi becerebilenler için" Türkiye Meselesidir.

Bu nedenle bu süreçte, ülkenin aydınlık geleceği için kader birliği yapacak herkese kucak açmalı, birlikte itiraz etmeli ve hep bir ağızdan “Hayır” demeliyiz.”