Mevsimleri hayatın evrelerine benzetmişimdir hep. Yeni doğmuş bir bebek düşünün sarıp sarmalanmış kundağına, mışıl mışıl uyur ana kucağının sıcaklığında, dünya afetlerine bulaşmamış,  hayatın çirkefliğinden bihaber, yaratılıştaki temiz fıtratın kokusu üzerinde etrafa gülücükler saçıyor, karnı doysun altı temizlensin başka şey istemez. Hani kış mevsiminin soğuğundan sarınıp sarmalanır ya insanlar işte onun gibi,  sonra bebek başlar emeklemeye, yürümeye koşmaya,  oynamaya gençleşip hayata meydan okumaya,  ilkbaharda filizlenen bitkiler, rengarenk  açan çiçekler, fışkırıp coşan sular, ılık ılık  esen rüzgarın eşliğinde aheste aheste yağan yağmurun şaire ilham vermesi gibi duygu yüklü, ölümün hesabını hiç yapmaz, çünkü her yer hayat doludur onun için. Sonra evlenip çocuk dünyaya getirir, yaz mevsiminde ağaçların meyve verip olgunlaşması gibi, daha sonra da yaşlanmak ve hatta ölmek. Artık gelmiştir sonbahar her şeyin sonu gelir yaprak dökümü başlar. Evet adı üstünde sonbahar yani hayatın sonu demektir. Diyeceğim o ki! Mevsimler aslında hayatın ta kendisi her biri ayrı bir güzellik, her birinin ayrı bir özelliği var.
 Ancak benim için sonbaharın ayrı bir özelliği vardır. Hazan mevsimi, hüzün mevsimi diye anılır genelde. Çoğumuz istemeyiz gelmesini. Önceleri sonbaharın gelmesini ben de istemezdim çünkü gelince içimi bir hüzün kaplardı. Aslına bakarsanız o hüzün yine de kaplamıyor değil ama o hüzün; mevsimin gelmesinden değil acı gerçekleri görmekten kaynaklanıyor. Niye mi? Sonbaharda sararıp, sonra da düşen yaprakların rüzgarın önünde bir oyana bir bu yana savrulması kaderin acımasız çukurunda tepetaklak  yuvarlanarak acı çeken  insanların çaresizliğini hatırlatıyor yazılan yaşanır  dercesine.  İlkbaharda fışkırıp coşan suların sonbaharda durgun akması, güneşin bulutların koynundan çıkmaması, mehtabın sönük,  yıldızların doğmaması yaşlanmış insanlar gibi yapmak isteyip te yılların yorgunluğunu taşıyan bedenlerinin buna izin vermemesi gibi. Göçmen kuşların göçtüğü yere vefa göstermeyip geldiği yere tekrar dönmesi, Haktan Geldik Hakk’a Gideceğiz dercesine ölümü hatırlatıyor insana. Hani o ilkbaharda filizlenen bitkiler, hani o rengarenk açan çiçekler, hani o göz kamaştıran pırıltılı hayatlar, hani o yazın olgunlaşan meyveler, hani o teni sımsıcak sarmalayan sıcaklar, hiç bitmeyecek sandığımız güzel günler nerede, hepsi geçti gitti, masallardaki gibi bir varmış bir yokmuş. Hepsi geçici değil miydi zaten dünyanın faniliği gibi. Şunu da yapayım derken bir de bakmışsınız yaşlılık gelmiş dayanmış kapıya arkası kara toprak. Dün yapılan hataları düzeltmeye bile zaman kalmadan yolun sonu görünüveriyor. Keşkeler, eyvahlar pişmanlıklar ise hiç fayda vermiyor. İşte o an ey insanoğlu diyorum ne idin ne oldun.
 Düşünüyorum da dün yaşanan o mevsimlerin hepsi koca bir yalan hem de insanı oyalayan,  tek gerçek var o da sonbahar, çünkü sonbaharda gerçeği buluyor insan. Ama esas güzellik burada eğer ki bakmasını bilirsek, Mevlana’nın hamdım piştim yandım sözünü en güzel  şekilde idrak  etmiş  oluruz. Her günün ilkbahar gibi geçmesi ama her anın sonbahar olacakmış gibi hatırlanması dileğiyle SAYGILAR