Ölüm… Ne soğuk bir kelime. Duvar gibi… Kutuptan kopmuş da dilimize inmiş en katı buz tanesi. Bitmek, tükenmek bir yerde… Başkalarının ‘Buraya kadarmış’ demesi ve giden için anlamsız iki kelime.
Ölüm… Bir çukur, iki kazma,iki kürek… Yeşiller içinde ,göğüs hizasında denk durma musalla üzerinde. Sıra sıra insanlar üzerinde elden ele gitmelerle…
Ölüm… Mermer soğukluğu. Kabristanlar bu yüzden mi bembeyaz , boy boy, irili ufaklı mermer sütunlarla dolu?
Evet… Öleceğiz istesek de istemesek de. Öleceğiz bir gün bilmem ki nerede? Evet öleceğiz kaçış yok,verilecek o son nefes belirlenmiş bir vakitte. O vakti biz bilemesek de.
Kimler ölmemiş ki biz ölmeyeceğiz? Yoksa ölmek için miydi Adem ile Havva atalarımızın cennetten yeryüzüne indirilişi? Nuh (a.s.)’ın 1000-1500 yıl nefes alıp sonuncusunu veremeyişi…
Ya o iki cihan serveri… Kainatın yaratılma sebebi. Okyanusların mürekkep olsa kalemlerin yazmakla bitiremeyeceği en sevgili… 63 yılın sonunda kendisi için yaratılanı terk edip O’na yönelişi…
Ya Kanuni… Onun tabut dışında vasiyet ile tek eli dışta gidişi. Bu neyin ifadesi?
Biz bizden biri… Belki annemiz, babamız, dedemiz, ninemiz, komşumuz, en değerlilerimiz. Gittiler… Hala gitmemişlerse gidecekler kaçış yok geri. Vakti tayin olunmuş bir günde(?)
Ölüm… Bitirici kelime. Ölüm… Hevesleri kursakta koyucu kelime. Ölüm… Boğazda en kirt düğümleri çifter çifter atan kelime.
Öleceğiz… Kalmayacak geride,ne varsa fanilik dairesinde. Ölüm… Son perde. Sonun başında ilk perde. Neler kalmayacak ki geride?
O evimiz… Yıllarımızı feda ettiğimiz tek dikili direğimiz. O araba… Tek çiziği ile bizi uyutmadığı gecelerle birlikte. O makamlarımız, mevkilerimiz… Merdiven misali tırmandığımız zirvelerimiz… Toprağın iki metre altına gebe oluşunu bilemeyişlerimizle. O yemekler, çeşit çeşit içecekler, takılar, elbiseler, cıvıl cıvıl evlatlar, torunlar… Evet kalacaklar geride.
Ölüm… Tek gerçek kelime. Ölüm bir mana üzerine işlenmiş dört kelime:
‘NASİHAT OLARAK ÖLÜM YETER’
Mehmet BAŞTUĞ
Eğitimci-Yazar