Televizyon yok, tabii ki çizgi filmde…

Tüm hayal dünyamız anne, baba veya büyüklerimizin uzun kış günlerinde anlattıkları masallarda şekilleniyor.

Ama, ne masallar…

Hala, unutamadığımız, aklımızın bir kenarına koyuverdiğimiz, yine orada canlanıveren masallar.

Anneannemin anlattığı kendi şivesi ile “madünüs çıkısı” hala aklımda, Kahraman’ları çocukluğumun idolü olarak şu anda bile gözümün önünde canlanmakta, olmayan bir insanı yanımda hissettirmekte ve yaşatmakta.

Masallar içerisinde en çok sevdiklerimden bir diğeri  ise, “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” olsa gerek. Yedi ayrı karakter, rengârenk giyecekler ve cıvı cıvıl bir yaşam.

Bir de o Pamuk Prenses yokmu?

Yardımseverliği, hoşgörüsü ve insanlara iyi niyetli yaklaşımı ile yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kuran bir kahraman.

Tabii, masal olduğu için anlatılanları kafanda tasarlıyor, kendine yakın insanlar ile karşılaştırıyor, kahramanların yerine onları oturtuveriyorsun.

Ta ki, ”Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” filmi çekilene kadar.

Hayal ettiğin kahramanlar, rengi, şekli, sesi ve hareketleri ile karşına gelecek ve bugüne kadar dinlediklerini, oturduğun koltuktan izleyeceksin.

O dönem için çok büyük bir olaydı bu.

Ve çoluğu, çocuğu ile bütün insanlar bu filmi bekliyordu.

Yeni sinemaya ilk geldiği günler insanları saatlerce kuyrukta bekleten bu merak, izledikten sonra da kimisini hayal kırıklığına uğratıyor, kimisini ise oldukça memnun ediyordu.

Kafasında tasarladığı Kahraman’ları öyle görememek hayal kırıklığının birinci nedeni oluyordu.

Ama, olsun yine de çok güzeldi.

Pamuk Prensesi, Neşeliyi, Bilgin’i, hepsini görmüşlerdi.

Ama, bu filmin Karamanlılar için ayrı bir önemi vardı.

O da, filmin sürükleyicisi, Yedi Cüce içerisinde en önemli rolü üstlenen ve sempatisi ile herkesin beğenisini kazanan Neşeli rolü ile izlediğimiz, Tayyar Yıldız’ın Karamanlı olması.

Boyalı köyünde çiftçi bir ailenin oğlu olan Tayyar, küçüklüğünde başlayan yaşam mücadelesine okuyup meslek sahibi olma ilkesini yerleştirmiş, yaşam denen yolda belirlediği bu  ilke doğrultusunda dosdoğru gitmeyi hedef olarak seçmişti.

Azimli idi.

Çünkü, okumaktan ve çalışmaktan başka çıkar yolu yoktu.

Fiziki durumunda olan değişiklik  onu hiç üzmüyordu. Allah’ın takdiri olduğunu kabulleniyor, her zaman durumuna şükrediyordu.

İlkokulu köyde okumuştu.

Ortaokulu ise ilk senesini okumuş, ikinci senesinde Tercüman Gazetesi de gördüğü ilan  ile tüm yaşamını etkileyecek bir karar almıştı.

Çekilecek “Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler” filminde, Zeynep Değirmencioğlu’nun yanında rol alacak Yedi tane Cüce aranıyordu. Tüm koşulları uygundu. Hemen boydan ve profilden çektirdiği fotoğraflar ile özgeçmişini anlattığı yazıyı Tercüman Gazetesi’ne gönderecek, sonucunu merakla bekleyecekti.

Cevabi yazının gelmesi çok uzun sürmemiş, hemen İstanbul’da bulunan Film Şirketine çağrılmıştı.

Başvurusu kabul edilerek, yedi Cüce arasında yer almış, anlaşmalar yapılmış, kendisine Neşeli karakteri verilmişti.

Çok mutlu idi, ama azda olsa içinde ki hüznü saklaması mümkün değildi.

Çok istediği öğrenimi yarım kalıyordu.

Henüz 13 yaşında ekmeğinin peşinde koşmaya başlamış, köyünden, arkadaşlarından, okulundan ayrılmak zorunda kalmıştı.

Ama, olsun diyordu kendi kendine, nasıl olsa dönecek, okuluna, yaşama kendini en iyi şekilde hazırlayacaktı.

Çetin günlerdi onu bekleyen.

Bu duygular ile gitti O koca şehir İstanbul’a. Görgüsü ve aldığı aile terbiyesi onun İstanbul’un büyülü havasına karşı koymaya yetmiş, sadece işini ve geleceğini düşünen bir yaşam tarzını benimsemişti. İlk önce PAMUK PRENSES ve YEDİ CÜCELER filmi çekilmiş, çok beğenilmişti. Özellikle NEŞELİ karakteri ile çok başarılı olması, tüm gözlerin ona dikilmesine neden olmuştu.

Artık, film yıldızı idi.

O’nu en çok duygulandıran olaylardan birisi de, filmin ilk gösterimlerinin olduğu Zaman’lar kendisinin Boyalı Köyünde Anne ve Babası ile hasret giderdiği günlere denk gelmesi idi. Karaman’da Yeni Sinemada filmin ilk gösterimi yapılması nedeni ile biletler günler önceden alınmış, filmin başlayacağı saatler bekleniyordu. Dönemin Kaymakamının da filme ilgili olması nedeni ile özel aracını göndererek köyden kendisinin alınması ve ilk gösterime Kaymakam ile birlikte gitmesi hala unutamadığı Anılar arasında yer almıştı.

Çektikleri bu film çok tutmuştu. İkinci film hemen düşünülmeye başlanmış, hazırlanan senaryo ile çekimlere başlanmıştı.

Adı “PAMUK PRENSES ve SİHİRLİ CÜCELER” idi.

O da, en az ilk film kadar ilgi gördü.

Alışmıştı artık.

Kamera önünde Nasıl davranması gerektiğini, iyi bir oyuncunun sarf edeceği çabanın boş gitmeyeceğini biliyordu. Her iki filmde de başarılı bir performans sergilemiş, arkadaşları arasında öne çıkmayı bilmişti.

Hemen üçüncü filmin senaryosu hazırlanmış, Meksika’da çekimlere gidilmek üzere gün sayılıyordu.

Bu arada okul ortamı da burnunda tütüyordu. Arkadaşları, ailesi ve köyü aklından hiç çıkmıyor, okuma isteği hiç bitmiyordu.

Ya sinema, ya okul diye iki seçenek çıkmıştı karşısına.

Okul dedi haykırarak.

Ve sinema macerasına noktayı koyarak, öğrenimine kaldığı yerden devam etmeye başladı. Ortaokula ara verse de çok zorluk çekmeden dışarıdan bitirmiş, ileriye dönük hayallerini gerçekleştirme yönünde sağlam bir adım atmayı başarmıştı.

Kendisini, ileride çok zorlu bir yaşam beklediğinin farkında olarak adımlarını ona göre atıyor, küçük yaşta aldığı sorumluluk bilincini hoyratça kullanmadan, olgun ve sakin düşünüyordu.

Bu düşünce ile Liseyi hangi okulda okuyacağına karar vermek için fazlaca zorlanmadı.

Yeni açılmıştı Karaman’a.

Mesleki eğitim veriyor, çocukları geleceğe daha hazır bir şekilde yönlendiriyordu. Mezuniyetinden sonra Yüksek Okula da gitmesi de çok zor olmuyor, o dönemde öğrenimin son noktasına kadar kapılarını açıyordu.

Tam ona göre bir okuldu Ticaret Lisesi.

Kararını bu yönde kullanarak, üç sene sürecek Lise Yaşamına adımını atmıştı.

Ortaokula başladığı gibi değildi.

Okulda popülaritesi yüksek, herkes tarafından tanınan ve arkadaş olmak için can atılan bir Tayyar YILDIZ vardı.

Tüm Okul ve Karaman, onu NEŞELİ olarak tanıyor, yolda, sokakta parmakla gösteriliyor, özellikle çocukların ilgisi ona çok büyük moral oluyordu.

Ama Tayyar’ın mütevazi yaşam tarzı burada da kendisini göstermişti.

O, okumak ve bir an evvel iş yaşamına atılmak üzerine yaptığı planlarını yaşama geçirmeyi kafasına koymuştu.

Kafasına koyduğunu yaptı da.

Liseden sonra, Bankacılık ve sigortacılık Yüksek Okulu’nu da zorlanmadan bitirerek Türkiye İş Bankası’nda ki memuriyetine başladı.

O, gördüğü aile terbiyesi ve sağlam kişiliğinin verdiği çalışma şekli ile sevilen, sayılan memur olarak tanınıyordu artık.

Düzgün ve dürüst çalışmasının sonucunu, Türkiye’nin en genç emeklisi unvanını alarak, 36 yaşında emekli olmuştu.

Evlenip, biri kız, biri erkek iki evlat sahibi oldu.

Güzel günler geçirdiler.

Altı sene öncesine kadar yolunda giden evliliği birden bozularak, iki çocuğuna hem annelik, hem de babalık yapmak zorunda kalıyordu.

Hiç zoruna gitmedi, severek de yaptı.

Kızı Endüstri Meslek Lisesinden mezun oldu, geçtiğimiz sene dünya evine girdi.

Oğlu ise üniversite son sınıfta, mezuniyetini bekliyor.

Şimdi ise çok sevdiği yurdunu gezerek, her karışını tanımak, her toprağını adımlamak istiyor. Bu yüzden, sıkça gezilere katılıyor, yeni arkadaşlıklar, yeni dostluklar kuruyor.

Tek sorunu, yanı başında bir ses, omuzunda bir nefes.

Yani, yalnızlık.

Onu da aşacaktı, tüm zorlukları aştığı gibi.

Çünkü, şu söze çok inanıyordu;

“Yalnızlık Allah’a mahsustur”

Rıza Duru