İnsanoğlu var oluşundan itibaren “an” kavramını üzerinde taşır.Bu “an” dünyaya ilk göz açışta alınan ilk solukla başlar ve miadın dolmasıyla verilen son nefese kadar olan zaman dilimidir.

Zaman aslında  heterojen özellik göstermektedir. Her bireyin zamanı kendine özel ve onun doğum ile ölüm arasında çizilmiş bir çizgidir.Kimi bireyin çizgisi hayli uzun kiminin ki ise çizgisi pek kısadır.

Zaman keskin kılıçtır.Zaman kendinden önce ne varsa bir cellat palası gibi kesmekte,yok etmekte; gelecek anlar içinse palasını durmadan bilemektedir.Zaman gittikçe ilerlenen ve dönüşü olmayan yoldur.Zaman öyle pahalı bir hazinedir ki bir salisesine bile dünyanın tüm nimetlerinin denk olamayacağı.

Bir günümüzü, birkaç haftamızı, bir ömrü hatta ve hatta bir ömrümüzü nasıl geçiriyoruz? Bize pay edilmiş o cevheri nasıl işliyoruz?

Zaman ve cevher birbiriyle uyumlu olabilecek ,yek ahenk sağlayabilecek , sırt sırta yürüyen iki dost iki altın kelime… Zaman bir cevher gibi işlendikçe parlayan bir yıldız. O cevher işlendikçe parlayacak ve sonunda parlaklığıyla anılan bir kutup yıldızı olacak.

Ya o cevher işlenmezse… Üstüne zifiri karanlıklar çöreklenirse… Varlığından habersiz bir köşede kendi haline terk edilirse… İş işten geçti artıklar ağızda nağme olarak dolanmaya başlarsa…

Zaman denen o kutlu cevheri öyle bir işlemeliyiz ki,sarrafın eline değer bulan elmas tanesine dönüştürmeliyiz.Cevherin üzerini kaplamış,kişisel gelişimimize ,toplum yararına, değerler sistemimize aykırı tüm külleri,pislikleri, gereksiz ne var ne yoksa bir çırpıda silkeleyip zaman cevherimizi hak ettiği yere , manasının aslına uygun işlemeliyiz.

Ne olur güneşten parlak zaman cevherimizin üzerini artık küllerle örtmeyelim.Vaktimizin kadrini bilelim…