Bir davanın nasıl savunulacağının en iyi örneklerinden biri olan Akif, maneviyatla yoğrulmuş bir mücadelenin  derin manasının eseri olan istiklal Marşımızın büyük şairi, aynı zamanda mücadele aşkının da rehberidir. Akif’i anlamak davayı anlamaktır. Akif’i anlamak çıkılan yolun meşakkatli bir yol olduğu ve dünyevi her tür hırstan, istekten ve dahi beklentilerden beri olunan bir yolda yüründüğünü anlamaktır. Köksüzlüğün ve hissiyattan yoksunluğun dava aşkını yok edeceğini, mücadele azmini kıracağını gösteren milli şair aynı zamanda maneviyattan ve değerlerden kopmuş bir toplumun ucuna gelebileceği uçurumları göstermiştir.




Akif özgürlük mücadelesinin hatipliğini, ümmetin kurtuluşunun mütefekkirliğini yapmış büyük bir aksiyon adamıdır. Akif anlaşıldığında; topyekûn İslam’ın kurtuluş reçetesi ortaya çıkacak, genç nesiller onun heyecanıyla daha büyük bir mücadele azmi içine girecektir. Bu nedenle onun fikirleri, mücadelesi, davaya sahip çıkma gücü, şahsiyeti ve karakteri genç nesillere aktarılmalı, bu büyük dava adamının anlaşılması için daha fazla çaba içinde olunmalıdır.


Merhumu sadece bir nazım ustası, hamasî bir destan şairi bilmek, onu hiç tanımamak demektir. O, Türk Milletini yükselten değerleri ve gerileten sebepleri iyice teşhis eden ve geçici olmayan çareleri gösteren bir mütefekkirdir. Akif, milletimizin ruhunun doktoru idi. Bu millet onu, hastalarının başı ucunda, mezarlıkta, mahalle kahvesinde, meydanlarda, cami kürsülerinde, savaş cephelerinde, meclis kürsülerinde, hâsılı bütün ıstıraplarının yanında buldu. Merhumun şahsiyetini inceleyenler onun, şairlikten başka fikir kahramanı, ruh doktoru, sosyolog ve ahlâk âbidesi bir mürşid olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklarından hiç şüphe yoktur.
Adamlığın Yolu Nerdense, Bul Da Girmeye Bak
Akif inandığı değerleri yaşayan, inanmadığı şeylerden de yüz çeviren büyük bir dava adamıydı. Yalakalık, dalkavukluk ve makam hırsı onun hayatına tersti. Kişiliğini, kimliğini inancıyla bütünlemiş, mütefekkir ve münevver insandı. Gelecek uğruna ideallerinden asla taviz vermedi. Bu yolda çileler çekti, yoksulluğa, saygısızlığa ve hunharca saldırılara maruz kaldı ama asla davasından taviz vermedi. Adam gibi dik durarak Asım’ım nesline bir fazilet örneği oldu.
 
“Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.
Nasihatim sana:
Herzeyle iştigali bırak;
Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.
Adam mısın; ebediyyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecikler sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum; gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.”




Ahlakımız Yükselmeli

Milli şairimizi asıl büyük yapan ise mütevazılığı ve içtenliğidir. Eserleriyle, milli mücadele ruhuyla, evrensel görüşleri ve günümüz de bile geleceğe ışık tutan fikirleriyle devleşen Mehmet Akif, mütevazı kişiliği ile ise büyük bir tevazu örneği olmuştur. Eğer bizler bugün geleceğe umutla bakıyorsak, bunda Mehmet Akif’in emeği çok büyüktür. Milli şair yaşamıyla, farklı bir ahlak anlayışı ortaya koyarak bu anlayışı geliştirmek istediğini vurguladı. Akif’in ahlak anlayışının temelinde, tek tek Müslüman bireyleri ve toplumu ayağa kaldırarak talepkar bir ahlak anlayışını oluşturmak isteği vardı.


İnsanları; genellikle doğu ülkelerinde yaygın olan taassup, batıl inançlar, cehalet, tembellik, sebatsızlık, kendine güvensizlik gibi kötü alışkanlık ve huylardan kurtarıp; adalet, kahramanlık, milli haysiyet, namus, doğruluk, vefa, vatanseverlik, çalışkanlık, ümit, azim gibi faziletleri kazandırmaya çalışan Akif; kötü alışkanlıkları ve faziletsizliği geri kalmışlığın en önemli sebebi görmüş, maddi ve manevi kalkınma için ilim ve teknoloji yanında insani değerlere sımsıkı sarılmayı kesin bir prensip kabul etmiştir. İmanlı bir nesil için gençliği fazilet gıdasıyla beslemenin gerekliliğine inanmış, insanlığın İlahi vahiylerle teyit edilen mukaddes mefhumlarını şiirine konu edinmiştir.


"Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli
Bir halas imkanı var: Ahlakımız yükselmeli!

Çünkü milletlerin ikbali için evladım,
Ma'rifet, bir de fazilet... İki kudret lazım!

Ma'rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer,
Tek faziletle teali edemez za'fa düşer.

Ma'rifet, farz edelim, var da, fazilet mefkuud
Bir felaket ki cemaatler için, na-mahdüd!”



Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez
Akif; tefrikayı bir millet için en büyük tehlike olarak görüyordu. Topun, tüfeğin yıkamayacağı bir milleti ancak nifak tohumlarının yıkacağını anlatmış ve birliğin önemini hemen her şiirinde dile getirmişti.


"Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam, 
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
 
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? 
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,                                              
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez

Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; 
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.”

Yaşadığımız asır, fitne asrını andırmaktadır. İslam ve insanlık düşmanları tefrika yoluyla toplumları önce ayrıştırmakta, birlik sebeplerini değil de sudan bahaneleri öne çıkararak kardeşi kardeşe düşman etmekte; böylece kötü emellerine bu yollarla ulaşmaktadırlar.
Asrın hastalığı ve en büyük tehlike olan tefrika (ayrılık) sorununu çözemeyen; kurumlarını ve fertlerini bir yürek bir bile yapamayan toplumlar, er ya da geç yok olmaya mahkûmdurlar. 
Kur'an–ı Kerim de tefrika hakkında şu ve benzeri uyarılar mevcuttur;
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.


Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak
Akif hiçbir zaman miskinliğe düşmedi. Miskinliği, korkaklığı acziyet olarak gördü. Miskinliğe düşen milletin başka milletlerini maskarası olacağını ve çağın gerisinde kalacağını ifade ederek  bu da Müslüman bir milletin dini inançlarına tamamıyla ters bir durum olarak niteliyordu. Kendisi hayatının her safhasında ülkesi, milleti ve savunduğu idealleri uğruna mücadele verdi. Asımın Nesline de yazmış olduğu şiirlerde hep bu hissiyatla seslendi.
“Başarılı olmak, insanın yaptığı işleri ne olursa olsun azimle, coşkuyla yapmasıyla olur” diyerek seslendi. Başarılı insanları hayattaki engellere takılmayıp azminin peşinde koşanlar; çalışan, çalışmayı seven insanlardır şeklinde tarif etti. Gerçekten bir şeyi isteyen insan zor da olsa onu başarmak için azim gösterir. İstediği şeyi yapamasa bile bu sabır onun kazanmasına yardımcı olur. Yeter ki insanda azim ve sabır olsun. Şairimizin deyimiyle “Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!” sözü istekleri doğrultusunda çalışan insanın çalışmalarının boşa gitmeyeceğini anlatmaktadır.


İnsanda ümit ve inanç çok önemlidir. Yaptığı bir işi başaracağına inanan, ümidi olan insan o işi mutlaka başarır. İnsan kendine güvenmelidir. Kendine güveni olan nisan mutlaka her konuda büyük çalışmalar gösterir. Kendi dertleriyle uğraşmak yerine memleketinin sorunlarını düşünür. Düşünen insansa daima doğru kararlar verir. Şairimiz “Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun” der. Yani dertlerle uğraşmak yerine hedeflerimizin gerçekleştirmek için sabırla çalışmalıyız. Dertleri bataklığa benzeten şairimiz; hedeflerimizi gerçekleştirmek için öncelikle dertlerimizden kurtulmamız gerektiğini anlatmıştır.


“İş bitti… Sebatın sonu yoktur! Deme yılma.” diyerek hedeflerimizi en iyi şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğini, toplumumuzu ayakta tutmak için devamlı çalışan bir toplum olmamız gerektiğini ve çalışmaktan hiçbir zaman zarar gelmeyeceğini ifade eder. Çalışan bir toplum daima kazanır. Şairimiz “Hüsrana rıza verme… Çalış… Azmi bırakma” diyerek çalışmanın önemini en iyi şekilde anlatmıştır.


“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? 
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? 
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? 
Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!



Diğergam Olabilmek
Akif hisli bir gönül adamıydı. Akif; Milletin derdiyle diğergam olan bir içli yürekti. Çanakkale Savaşlarında olsun, Kurtuluş Savaşında olsun milletiyle aynı acıyı paylaştı, milletinin derdine ve acılarına yüreğinden süzülen sözleriyle hisli bir tercüman oldu. 
O fedakarlıklarını unutan ve ummanlara sığmayan ızdırabını bir damla gözyaşına sığdırabilen ve onu da yerinde dökebilmek için ayrı bir ızdırap çeken insandı.


Akifin tek meselesi vardır: Ruhu cesed hâline gelmiş insanların elinden tutup onları his ve duygularıyla ruh hâline getirebilmekti. Hayatı boyunca birisinden kötülük görse üzülmezdi; belki kendine kötülük eden o adama da acırdı. Birisi ona diken batırsa; o gül yaprağıyla dahi onun gönlüne dokunmazdı.
 
“Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok; 
Öyle salgınmış ki me'lun: Kurtulan bir ferd yok! 
Kendi sağlam... Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin! 
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!”


Nur Müellifi Hz.Bediüzzaman(ra) diyor ki:
 İnsan tatmadığını,  yaşamadığını ancak bir yere kadar anlayabilir. Birbirini tamamlayan, insanı kamil mertebeye ulaştıran, ruh olgunluğuna erdiren hasletler vardır. Fedakarlık’ta bunların en önde gelenidir.Fedakarlık:Kâr’ını feda etmektir.İnsanın vazgeçilmez unsurlarını, kıymetli metalarını, inandığı değerler uğruna seve seve terketmesidir.


“Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevlerinde yanmaya razıyım”. derken fedakarlığın en son noktasını göstermiştir.
 Merhum Üstat Akif’te bu düşünceler halkasında yoğrulan ömrünü milletine ve dahi ümmetine feda etti. Aradan nice yıllar geçti ama mefkuresi hala tüm canlılığı hafızalarımızda yeretti. Mühim olan da, bir fani için bu değimlidir? 
Divan şairi Baki’nin de dediği gibi; “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş...”

Ruhun şad, mekanın Adn cenneti olsun Üstat! 
ERDAL DEMİR