Amok, Malezya'da konuşulan bir dil olan Malay dilinde “gözü kararmış, cani, öldüren” gibi anlamalara gelmektedir. Psikiyatrik bir hastalık olan Amok hastalığı, bireyde ani şekilde gelişerek bir anda alevlenen bir tür bilinç kaybı ve cinnet geçirme durumudur. “Disosif” de denilen Amok hastalığı ilk olarak 18. Yüzyılda ilkel kabileler arasında ortaya çıkmıştır. Daha çok Malezya ve bazı Afrika ülkelerinde görülmüştür. Hastalığın ortaya çıkışı zorlu kültürel ve çevresel faktörlere bağlanmaktadır. Bunun en önemli sebebi ise, 18. Yüzyıl sonrasında zorlu yaşam koşullarının iyileşmesi ve şiddetin azalması ile hastalığın görülme sıklığının da azalmasıdır. Uzun yıllardır bu hastalığa rastlanılmadığı da bilinmektedir.

Amok hastalığına yakalanan bireylere “Amok Koşucusu” adı verilmektedir. Çünkü bu hastalığa yakalanan kişiler genellikle ani öfke patlaması yaşayarak koşmaya başlarlar ve etraflarında tanıdığı ya da tanımadığı herkese zarar verirler.

“Amok Koşucusu” tabiri bir çoğumuzun hayatına Stefan Zweig'ın “Amok Koşucusu” adlı eseri ile girmiştir. Stefan Zweig, bu kitabında Amok’u şöyle tarif etmektedir: “Amok şöyle bir şey: Bir Malezyalı, son derece sade, son derece iyiliksever bir insan, içkisini içiyor... Orada öylece oturuyor, duygusuz, umursamaz, donuk... Tıpkı benim odamda oturduğum gibi... Ve birden ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor ve sokağa koşuyor... Dosdoğru koşuyor, hep dosdoğru... Nereye olduğunu bilmeden. Yolda karşısına ne çıkarsa çıksın, insan, hayvan, hançeriyle vurup yere seriyor ve kan sarhoşluğu onu daha da öfkelendiriyor... Koşan adamın ağzından köpükler saçılıyor, delirmiş gibi uluyor... Ama koşmaya devam ediyor, koşuyor, koşuyor, artık ne sağda ne solda duruyor, sadece tiz çığlığıyla, elinde hançeriyle öyle korkunç bir halde ileriye doğru koşmaya devam ediyor... Köylerdeki insanlar bir Amok Koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... Onun koşarak gelmekte olduğunu gördüklerinde herkesi uyarmak için bağırırlar. ‘Amok! Amok!’ ve herkes kaçışır.  Ama o koşmaya devam eder, hiçbir şey duymaz, sürekli koşar, hiçbir şey görmez, karşısına çıkan her şeyi yere yıkar... Ta ki biri onu kuduz bir köpek gibi vurup yere serene ya da kendiliğinden köpükler içinde yere yıkılan kadar... “

Sizce de Stefan Zweig’ın anlattığı Amok Koşucusu ile günümüz insanlarının hırsı arasında bir bağlantı yok mu? Günümüz insanı da tıpkı Amik Koşucusu gibi önüne kim ya da ne gelirse gelsin fark etmeksizin, etrafına zarar verdiğinin farkına varmadan, bilincini kaybederek, elindeki hırs hançerini sallaya sallaya ilerlemez mi?

Belki de hastalıklar yok olmuyor, sadece şekil değiştiriyordur...