ANADOLUNUN FEDAKÂR ANALARINA

Ana başta taç imiş her derde ilaç imiş,

Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş.
Bana baktın hazlı hazlı hep okuttun nazlı nazlı, 
Allah olsun senden razı duacıyım anam sana.
 
   Bizim dünyaya gelmemize vesile olan en değerli varlık hiç şüphesiz annemizdir. Bütün acıların ve yoklukların içinde ömrünü çocukları uğruna feda eden en şerefli insandır anne. O Efendimiz tarafından en büyük övgüye layık olan insandır. Bir hadis-i şerifte:
Câhime (R.A), Peygamber’e (A.S)  gelir ve: “Ey Allah’ın Resulü, ben gazveye (cihada) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Annen var mı?” diye sorar. “Evet” deyince, “Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır” buyurur. 
   
    Cennetin ayakları altında olan annelerimizin, Efendimizin bu övgüsüne mazhar olmaları onlara Yüce Allah tarafından bahşedilen güzel hasletleri üzerinde taşımalarından kaynaklanmaktadır.  Daha küçük bir bebek iken dünyada o bebeğe en büyük yardımcı olarak anne görevlendirilmiştir. Anne öyle bir yardımcıdır ki bebeği ağlayınca karnını doyurur, yavrusu uyumayınca saatlerce başucunda onu bekler. Yavrusunun bir yeri acıyınca onun da yüreği yanar, kavrulur. 
 
    En güzel yıllarını biricik yavrusunun büyümesi uğruna feda eden anneler, ak düşen saçlarının her bir telinde cefakârlığın izlerini taşıyan anneler, sizlerin hakkı nasıl ödenir ki? 
   
    Anne yüreği şefkat yüreğidir. İnsan kaç yaşına gelirse gelsin anne onun biricik sığınağı, dertlerinin ortağıdır. Dualarıyla, sevgi menbağı gözleriyle, merhamet membaı elleriyle annelerimiz, başımıza taç, dertlerimize ilaçtır.
   
     Bizler hayatın bu hengâmeleri içerisinde annelerimizin bu sevgisine yeterince layık olamasak ta, onlar hep affedicidir ve kalbi daima bizler için atar. Anneler,  yürekleri dertlerle parça parça olsa da hiçbir zaman unutmaz evlatlarını. Dertlerinin başköşesine evlatlarının derdini koyar ve bütün acılarını bir yana bırakarak evladının derdiyle hemhal olur.
   
   Anne yüreği yufkadır ve gördüğü acı bir olay karşısında un ufak olur. Bu yaz çok büyük bir kuraklık musibeti yaşayan Somali’de yaşanan insanlık dramında, annelerin feryadı bütün yürekleri parça parça eyledi. Her annenin yaşanan bu dram karşısında, yediği her lokma boğazında düğümlendi. Kendileri açlıktan kıvranırken, kucağındaki yavrusu ölmesin diye feryat eden o annelerin çektiği ıstırabı sanki kendileri yaşıyormuşçasına yüreğinde en fazla hisseden annelerdi.   
 
     Kor ateşlerin düştüğü yüreklerin gözyaşları ile ıslattığı bu sessiz haykırışlara ses veren, fedakâr annelerimiz,  kimisi kolundaki bileziği, kimisi bir lokma aşını, kimisi de yüreğinden gelen en güzel duasıyla karşılık vermişti bu sessiz haykırışlara.
   

       Şanlı tarihimiz, annelerimizin fedakârlıkları ve vatan sevgisiyle dolu yürekleri sayesinde kazandığı nice ölümsüz zaferlerle doludur. Çanakkale Zaferi bunun en güzel örneğidir. Çanakkale ve anne fedakârlığı deyince, Zileli Kınalı Hasan ve Anası arasında geçen mektup canlanır hatırlarımızda. Bir annenin evladını vatan savunması için cepheye yollarken tıpkı bir bayram edasıyla saçlarını kınalaması ve “Git oğul var git! Ya gazi ol, ya şehit” diyerek uğurlama hitabı vatan sevgisi ve kutsiyetinin hepimizin yüreğinde destanlaşmasına ve perçinleşmesine vesile olmuştu. Annesi ve Zileli Hasan arasında geçen o destansı mektup diyaloğunu şöyle bir hatırlayalım:
    Üsteğmen cepheye gelen toy delikanlıları kontrol ediyor, bir taraftan da onlarla laflıyordu, “Adın ne? Nerelisin?” gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası kızarmış bir çocuk görür. Merakla:
— Adın ne senin evladım? der. Asker:
— Hasan’ diye cevap verir.
— Nerelisin? der. Hasan:
— Tokat Zile’denim, der.
— Peki, evladım bu saçlarının hali ne? Hasan:
— Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım, der.
— Neden? der komutan. 
Hasan:
— Bilmiyorum komutanım, der:
— Peki, gidebilirsin Kınalı Hasan, diyerek komutan Hasan’ı gönderir.
    O günden sonra herkes ona Kınalı Hasan der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Hasan’ın okuma yazması da yoktur. Arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Hasan söyler arkadaşları yazar:
    “Sevgili anacığım, babacığım ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim. Beni merak etmeyin” diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır. Gururla mektubu bitirir. Neden sonra aklına gelir ve yazının sonunda anasına not düşer: (Hasan’ın kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır.)
   “Anacağım kafama kına yaktın, burada komutanlarım ve arkadaşlarım benimle hep alay ettiler. Sakın kardeşim Ahmet’i başına da kına yakma. Onunla da alay etmesinler, ellerinden öptüm.” diye bitirir sözlerini.
   
    Aradan zaman geçer. İngilizler kesin netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu’ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüşlerdi.
   
    Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayıları da epey azalmıştır. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Hasan’ın komutanı da olayı görüyor yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti... Komutanın bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Hasan ve arkadaşları komutanlarına yalvara yakara oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanlar, bu toy delikanlıların ölüme gittiklerini bile bile çaresizce gönderirler düşmanların üstüne.
 
    Kınalı Hasan’ın bölüğünden kimse sağ kalmaz, hepsi şehit olmuştur. Sıra şehitlerin kimlik tespiti yapılıp köy mezarlığına gömülmesine gelir. Diğer şehitlerle birlikte Hasan’ın da kimlik tespiti için üzeri aranır. Hasan’ın cebinden memleketinden gelen mektup, bir de tamamlanamamış şiir karalaması çıkar. Komutanı buruk ve gözleri dolu dolu, mektubu açıp okumaya başlar. 
   
     Hasan’ın babası anlatır: “Oğlum Hasan nasılsın, iyi misin, gözlerinden öperim selam ederim. Oğlum öküzü sattık paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum, zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin” der. Sonra, “Ananın da sana diyeceği bir şey var” der.
   
     Anası anlatır: “Oğlum Hasan yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma demişsin, kardeşine de yaktım, komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde üç şeye kına yakarlar:
1. Gelinlik kıza, gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye...
2. Kurbanlık koça, Allah’a kurban olsun diye...
3. Askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye... Gözlerinden öper selam ederim,  Allah’a emanet olun...”
   Tamamlanmamış şiirde de Hasan’ın komutanına vereceği cevap bulunmaktadır.

“Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben bu vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım ben İsmail doğmuşum…”

Mektubu okuyan Hasan’ın komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar.
  Yine Kurtuluş Savaşının en çetin yıllarında Batı Cephesinde asker cephane sıkıntısı çekmektedir. Cephede düşmana sıkacak tek bir kurşun kalmamıştır. Cepheye giden bütün yollar düşman işgali altındadır. Acil mermi ve erzak lazımdır. Bunun için en güvenli yol olan İnebolu’dan deniz yoluyla gelen mermilerin acilen taşınması gerekmektedir. Ama mevsimlerden kıştır, üstelik bu kış aylarında Küre ve İnebolu geçit vermez insana. İşte tam bu sırada, fedakâr analar girer devreye. Evlatlar cephede mermi beklerken yataklarında uyumak analara haramdır. Kafileler halinde kağnılarla çıktılar yollara. Kimisi yaşlı, kimisinin kundakta daha kırkı çıkmamış taze gelindi. O çetin kışa meydan okurdular, kalpteki sarsılmaz imanla. Meydan okudular tipiye, soğuğa ve geçit vermeyen dağlara. 
   
Küre ve Ilgaz yolundan mermiler yüklü kağnılarla ağır ağır ilerlerken analar ve bacılar. Pek çoğu açlığa, susuzluğa ve de hastalığa yenik düştü. Küçük yavrular can verdi vatan uğruna. Yiğit Şerife Bacı ve kalan analar mermiler ıslanmasın diyerek biran bile en ufak bir tereddüt yaşamadan,  kundaktaki yavrusunun sırtındaki bezini alıp örttüler mermilerin üstüne. Bu uğurda evlat gider, can gider ama vatan gitmemeli diyerek, karlı dağlarda evlatlar ve de canlar feda edildi. Bu kez de İnebolu’da destanlaştı o elleri öpülesi analar. 
      Bugün bu kutsal vatan toprağında şehit düşen şehit analar! Sizleri rahmet ve minnetle anarken, hatırlarınızın o karlı dağlarda hala yaşadığını duyar gibiyiz.
 
Gittiler!
Elleri Anadolu, yüreği vatan kokan,
Bir avuç ana, bacı, gelin, kız,
Tek vücut olmuşçasına,
Başlar dik, bakışlar yağız.
Gittiler!
Elleri kına, yazması vatan kokan,
Hasret kokan! Toprak kokan!
Gelinler ki! Buram buram gül kokan!
Omuzlarda en ağırından gülleler!
Vatana adanıyor kundaktaki bebeler!
Analar!
Dualı ellerinde yükseliyor Amin’ler!
Cephede direnirken kahramanca Mehmetler!
Dağlarda oğullara mermi taşır anneler!
Boğuk sesle de olsa söyleniyor ninniler!
Analar!
Elleri vatan kokan analar!
Deli boranlarda savrulup!
Karlara sevdasını gömecek kadar,
Cesur! Bir o kadar da kahraman analar!
Matemindedir artık! Gecede yaslar!
Kağnılar!
Mermi yüklü, erzak yüklü kağnılar!
Umut yüklü, derman yüklü kağnılar!
Yürüyor gecede nasıl da, ağır ağır!
İnleme sesini duyuyor! Dağ, bayır!
Bir matem havasında! Yer, gök!
Kuşlar susuyor sanki! Ağaçlar sağır. 
Gittiler!
Uykusuz gözler, geceden yorgun!
Umutlar yollarda sevdalar vurgun!
Analar düşüncede gelinler durgun!
Kağnı gider! Mermi gider! Yol gider!
Vatan için! Ana gider, evlat gider, can gider!
ERDAL DEMİR