BAŞIMIN TATLI BELASI GENÇLİK YILLARI
 
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
 
                           Cahit Sıtkı TARANCI
Çocukluk yılları hoyratça harcadığım oyunlar ve kırık dökük hayallerle bir yel misali geçerken, hayatımın yeni bir safhasına adım atmanın farkındalığı ile başladım gençliğe. Önceleri her gün önünden geçerken bir türlü bakma ihtiyacı duymadığım eski aynaya, ilk defa o zaman dönüp bakar olmuştum. 
   

Babamın liseye başlamamdan dolayı aldığı ilk potin ayakkabının benim için anlamını tarif etmek imkânsızdı. Zira yıllarca kış günleri ayak parmaklarımın donduğu, yazları ise sıcaktan vıcık vıcık olduğu bizim oralarda Cizlavit ya da soğuk kuyu denen o lastik ayakkabıyı artık giymeyecek olmanın sevincini yaşıyordum. İçimde büyüyen benliğim artık her şeyi fark ediyordu. Ağustos ayı hep lise günlerinin hayaliyle geçti. Bana abimden miras kalan takım elbisemle, siyah potin ayakkabım kim bilir üstüme nasıl da yakışacaktı. Heyecan içinde başladı ilk lise maceram. İlk günler sınıfa ve öğretmenlerime alışma faslıyla geçti. Liseye alışmak zor oldu benim için zira bu ortam hiç de ortaokula benzemiyordu. Lise öğretmenlerim,  daha resmi ve daha soğuktu.  Daha ilk günlerden sıkı bir disiplin uygulandığı sınıf ortamı yine de çok kalabalık olması nedeniyle yeterince başarılı olmamıştı. Sınıfımızda köylerden  sırf çocuklarımız okusun diyerek gelen pek çok öğrenci vardı. Zira o yıllarda ilçede tek genel lise bizim okuduğumuz bu lise olması nedeniyle on şubenin tamamı da dolup taşıyordu. Bizim sınıf yaklaşık altmış kişi civarındaydı. Sınıfta gerçekten zor şartlarda tek düşüncesi okumak ve başarılı olmak olan, sırtında eski bir ceket bile zor bulan nice arkadaşım vardı. Bunun yanında baba zoruyla okula devam edip,  dersi kaynatıp sınıfın huzurunu bozmak isteyen zengin esnaf çocukları da vardı. Bu şımarık öğrenciler yüzünden çok sıkıntılar çekmişizdir. İlk yılımda en sevmediğim fen dersleri olmuştur. Fen derslerinden, o kadar çok sevmeme rağmen ortaokulda bu derslerin öğretmenleri olmadığı için boş geçen her dersle birlikte temelim zayıf düştü. Bu nedenden dolayıdır ki oldum olası bu derslerden hep zorlanmışımdır. Sırf bu nedenden ötürü lise ikinci sınıfta zorlanmadan başarılı olacağımı düşündüğüm edebiyat bölümüne geçiş yapmıştım. Bu sınıfta da kalabalık nedeniyle ders dinlemenin sıkıntısını içimde hep yaşadım. 
      

Yalnız yeni başladığım bu bölümde bir öğretmenim vardı. Sonradan hiç unutmadığım ve her zaman hayırla yad edeceğim. Bu değerli insan edebiyat öğretmenimiz Suzan Hanımdı. Suzan Hocam, mesleğine olan hayranlığı ile beni çok etkiledi. Suzan Öğretmen, sonradan öğrendiğime göre okula yeni atanmıştı ve ilk öğrencileri bizdik.  Daha ilk günlerden itibaren güler yüzü, tatlı diliyle ve de en önemlisi insana verdiği değeriyle gönlümüze girmeyi başarmıştı. Mesleğe atılmanın heyecanını yaşayan o güzel insanında hayat hikâyesi bizimkinden farklı değildi. Küçük yaşta babasını kaybettiğini ve devletin verdiği burslarla ve yatılı okullarda tamamladığını anlattığı ve içerisinde nice acıların bulunduğu bu hayat hikayesi hepimizi gözyaşına boğmuştu. Kendisi zorlukları bildiği için bizlere her konuda yaşadığı tecrübeleriyle destek veriyordu. Sınıfıyla bütünleşmiş o örnek şahsiyet,  bizlerin bu çetin yıllarında en büyük direnç kaynağı olmuştu. Her öğrenci kaybedilmeyecek bir değer olarak bakardı. Sınıfta gelmeyen bir öğrenci olduysa gelmeme sebebini sorar, ertesi gün derste görünce de kendisinin hal ve hatırını sorardı. En yaramaz öğrenci bile onun dersini keyifle izlerdi.  Öğle aralarında öğrencilerin anlamadığı kısımları ek ders yaparak tamamlar vakitlerini dolu dolu geçirirdi. Şiirin her çeşidini çok sever, Türk edebiyatına da hayranlık derecesinde bir sevgisi vardı. Bizlere her dönem sonunda bir kitap hediye eder, tatilde de mutlaka okumamızı isterdi.
   
Üzerimizde çok emeği olan o örnek şahsiyet sayesinde kalan yıllarım sonradan çok başarılı geçmişti. Biz mezun olmadan o çok sevdiği annesinin rahatsızlığının artması ve onun tedavi olması için İstanbul’a zorunlu olarak tayin istemişti. Veda günü hepimiz buruk ve de gözyaşları içerisinde onu uğurladık.  Alışmak zor oldu yokluğuna. Bizlere sık sık mektup yazar, derslerimizi sorardı. Sonradan Ali öğretmenin dediğine göre annesi Hacer Teyze vefat edince, İstanbul’dan memleketi Eskişehir’e tayin almış. Adresi ve telefonu bulunmadığı için o gündem sonra bir daha kendisinden haber alamadık. Onun anne acısı kendi acımız olarak kalbimizde yer etti. Suzan Öğretmenim anılarıyla kalbimizin en müstesna köşesinde daima yaşadı. 
 
Sıkıntılarla süren bu yıllar sona doğru gelirken,  bu seferde gelecek kaygısı yavaş yavaş kendisini göstermeye başladı. Lise son sınıfta bizim için önemli bir dönemeç olan üniversite sınavı yaklaşmıştı. O zamana kadar test sistemi hakkında hiçbir fikir sahibi değildim. Bu tür sınavlara girmemenin toyluğu vardı üzerimde. iki aşamalı olan bu sınavların ilkinde barajı aşmıştım. O yıllarda ikinci sınavdan önce tercih sistemi vardı. Ben tercihlerimi yaparken en başa çok istediğim hukuk fakültelerini yazmıştım. Sınav sonuçları pek parlak değildi benim için. Sonuçlar açıklandığında aldığım puan benim tercih ettiğim o yerlere yerleşmem için yeterli olmamıştı. Bu yanlış tercih sonucu yerleşememem büyük pişmanlıklar bıraktı ruhumda.  İlerleyen aylarda bu boşluk bende tarifsiz bir hüzün ve kırılganlığa sebep olmuştu. Zira ben okumayı çok seviyor ve yüksekokula devam etmeye çok arzuluyordum. Bu sıkıntıların üstüne birde çevremde bana ait başarı ve başarısızlık kıyaslamaları kırılganlığımı iyice arttırmıştı.

Bu kırılganlıklar ve moral bozukluğu içinde yeni başlayan yılda da çok çalışmama rağmen yine hiçbir yeri kazanamadım. Üniversite hayali yavaş yavaş kül misali sönerken içimde,  bense üçüncü bir deneme daha yapmayı istiyordum. Kaygı dolu bu yıllarda benim için hiçbir şeyin tadı yoktu. Ne o saatlerce top oynadığım mahalle mutlu ediyordu beni, ne de o çocukluk yıllarında çok sevdiğim lapa lapa yağan kar... Oysa ne çok severdim karda kızak kaymayı, kardan adam yapmayı… Keşke hep çocuk kalan yanımı hep korusaydım ve delicesine yine hep top oynasaydım sokaklarda. Ama büyüdükçe dertlerde büyüyor çığ misali artıyormuş bizlerle.  


O yıl pek çok arkadaşım ilde dershane imkânı bulup kayıt yaptırmışlardı. Akrabalarımın ümidini kestiği, “Sen boşa çalışıyorsun, ders çalışacağın yere git bir çaycıda çırak ol, babana destek ol.” Dendiği zamanlarda, kendisinden ümidini kesmeyense bir tek ben ve ailemdi. O zamanlar sınavlara hazırlık dergileri vardı. Hayatımızı zorluklarla idame ettiren babama bir dergi almak istediğimi bildirince o şefkat timsali babam; ” al oğlum yeter ki sen oku.”  diyerek son parasını da bana verip destek olduğu anı hiçbir zaman unutamam. 

O yıl büyük bir azimle başladım sınava hazırlanmaya. Yalnız kışın tek odasını kullandığımız evimiz benim çalışmama engel oluyordu.  Evimizin müsait olmaması nedeniyle ilçede bulunan kütüphaneye gitmeye karar verdim.  Çok zaman ödev yapmak için gittiğim kütüphane ortamı sessiz ve çalışmaya müsaitti. Kulakları çınlasın kütüphanede görevli Yüksel, Mustafa ve Mevlit ağabeyler bana çok destek oldular. Ben bir okul misali günlerimi kütüphanede geçiriyordum. Öğle aralarında evden getirdiğim yumurtalı sıkma ekmeğini büyük bir iştahla yerdim.   Kış günleri yanan sobanın karşısında oturduğum masa, boş vakitlerde okuduğum romanlar ve dostlarla içtiğim tavşankanı çaylar hep bir hatıra olarak kalbimin en müstesna köşesinde yaşamaktadır. En sıkıntılı anlarımın tek şahidi bir Yüce Allah(c.c.) bir de orada bana yardımcı olan o görevlilerdir.

O yıl yoğun bir tempoyla zaman su misali nasıl akıp gitti doğrusu bilemedim. Bütün dergileri adeta hatmederek heyecanla sınavıma girdim. Artık kendine güvenerek girdiğim o son sınav, benim için çok güzel geçmişti. Sınavın ağırlığını üzerimden atmanın rahatlığı ile uzun bir aradan sonra ilk defa baharın tadına vardım. Doyasıya köyümü gezdim, çocukluğum geçtiği kekik kokan yayları turladım, çamlar arasında kuş seslerini dinledim. İlçemde arkadaşlarla yine eskisi gibi dışarıda futbol oynadım, babama inşaat işlerinde yardım ettim. Büyük bir umutla, girdiğim sınavın sonucunun açıklanması gününü beklemeye başladım. Kaybetmeyi asla düşünmüyordum ama yine de hep o yalar vardı kafamda. Sınavın açıklanmasına yakın o son günlerin gecelerinde uykularım kâbusa dönmüştü. İçimde ya yine kazanamazsam!  Bu defa da olmazsa? Şüpheleri beynimi bir kurt misali kemiriyordu.  Ama bu kez “İnşallah olacak” diye bir his vardı içimde. Çünkü bu yıl çok daha emek vermiştim. Biliyordum ki Allah (C.C.)  azimle çalışmamım karşılığını verecekti. Cevaplara baktığımda sözel bölümden üç beş yanlış soru dışında, cevaplarımın tamamı doğru çıkmıştı. Ama sayısal soruları yeterince yapamamıştım. Bu nedenle gençlik hayalim olan hukuk eğitimi, benim için çok uzaklarda kalmıştı. İkinci hayalim olan öğretmenlik bölümlerinden birini kazanırsam bu benim için çok değerli bir sonuç olacaktı. 
   

Sınav sonucu açıklandığı gün kırtasiye önleri dolup taşardı. Temmuz ayının ortalarında sınavın açıklanacağı gecenin uykusuz Pazar sabahında heyecanım en üst safhadaydı. Erkenden evden ayrılıp koşarcasına kırtasiye dükkânının yolunu tuttum.  Benim gibi heyecanlı üç beş sınıf arkadaşımla önceden sözleştiğimiz gibi o yerde buluşup o izdihamın içinde güçbela bir gazete almayı başarmıştık. Doğruca kırtasiyenin biraz ilerisinde bulunan Ramiz Ağabeyin aile çay bahçesinin sandalyelerine oturduk. Heyecan en doruktaydı o anlarda. Arkadaşlar sırasıyla bakmaya başladı sonuçlarına. Sınıf arkadaşım Yılmaz Niğde sınıf öğretmenliğini kazanmıştı ve sevinçten adeta göklere uçuyordu. Halil ve Murat ise kazanamamıştı. Korku heyecan içindeydim. Murat ve Halil’in yaşadığı o hüzünle karışık hayal kırıklığını ömrümde iki defa yaşamıştım içimde. O duyguları yaşayan biri olarak onlara çok üzülmüştüm onlara. Acaba Yılmazın biraz önce yaşadığı ve o güne kadar tadamadığım o mutluluk anını bende yaşayacak mıydım? Bu duygular içerisinde,  derken bakma sırası bana gelmişti. Korka korka önce numaramın ön rakamlarının olduğu bölümü buldum.  Kazananların arasında benimde olduğumu görünce dünyalar benim olmuştu.      
Heyecanla Yılmaz’a sarılıp birlikte sevincimizi paylaştığımız an unutulmazdı. Kolay değil üç yıldır bu numarayı gazete sayfasında görmeyi beklemiştim. Numaramı gazetede gördükten sonra neresi olduğu umurumda bile değildi. Zira artık üniversiteli genç bir öğretmen adayıydım. Derken kazandığım yerin “ Kastamonu Eğitim Yüksekokulu sınıf öğretmenliği bölümü” olduğunu gördüm. Bu heyecanın vermiş olduğu sevinçle ve de kaybeden arkadaşlarımın üzüntüsü karışan yüz ifadesiyle arkadaşlardan ayrıldım. Beni heyecanla bekleyen aileme müjdeyi vermek için evini yolunu tuttum. Annem yolda, meraklı bakışlarıyla yolumu bekliyordu. Gülen yüzümde, çektiğim onca sıkıntıların ardından yutkunarak ta olsa tek kelimeyle, sadece kazandım! Diyebildim anneme. Annemin sevinçe karışmış gözyaşı dolu o halini hiçbir zaman unutmadım.
   
Kazanmak zor şartlarda olunca kalbimde o kadar çok değerliydi ki. Başarı zorluklarla yılmadan mücadeleyle gelince büyük anlam kazanmıştı. Ben bu sınavı tırnaklarımla adeta kazıyarak kazanmıştım. Bu emeğin, alın terinin ve de o yıllarca süren özlem ve umudun yoğurduğu bir başarı hikâyesiydi.  Sıkıntılar karşısında pes etmeden ve de ezilmeden dik durmak;  acılara, yokluklara sonsuz bir inançla yürümekti çabam. Gelgitlerin her gün biraz daha olgunlaştırdığı benliğimde, sıkıntılarla elde edilen bu başarı hiç unutulmazdı. Hayatta emekle kazanılan her şey değerli ve ana sütü gibi helaldir. Arkasında;  benden aldığı o en güzel yıllar kalsa da... 
  
 
 Tıpkı üstat Cahit Sıtkı’nın dediği gibi, bugün şakaklarda erimeyen karlar ve o gençlikten kalan eski resimlerim şimdi benden çok uzaklarda kaldı. Zaman;  gözümün yaşına bakmadan gençliği çalmışken bende o günden bir kalem kaldı,  birde Suzan Öğretmenimin hediye ettiği roman. 
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
 
“Her şey için sana sonsuz teşekkürler,  Suzan Öğretmenim!”

ERDAL DEMİR