Değerli okuyucularım bu hafta “Başımıza İcat Çıkaran Çocuklar ve Gençler “kitabının üçüncü kısmını sizlerle paylaşacağım. Bu haftaki bölüme bakışınızı “Çocuklarımızı Geleceğe Yönelik Nasıl Değerli Kılarız? “Sorusunun cevabıyla karşılaşacağınızı düşünüyorum. Aslında buna şu açıdan bakalım karbon atomunun birbirine farklı bağlanmasıyla (allotrop) grafit ve elmas oluşur. Grafit kalem ucu yapımında kullanılır. Elmas ise değerlidir, özeldir mücevher yapımında kullanılır. Ama sonuçta ikisi de karbondur. Ancak onları(karbonları) birbirine bağlayan bağlar onları değerli (çocuklarımıza yaptığımız katkılar: üst düzey düşünme yaratıcılık ve problem çözme vb.) veya değersiz (sıradan öğrenmeler yani bilgi düzeyinde kalan) hale getiren aslında bizleriz. Onları ne kadar nitelikli yetiştirmek istiyorsak onlara da aynı karbon atomu gibi farklı bağlanmalar yapmalarına olanak sağlamalıyız. Ancak şu da unutulmamalıdır ki elmasa ihtiyaç olduğu gibi grafite de ihtiyaç var! Bu metaforu düşünerek, özümseyerek okumaya başlamanızı rica ediyorum.

Kitabımızda yaratıcılık teriminin kilometre taşı olarak kullanılan kelimelerden bahsediyor. Bu kelimeler risk alma, tersine düşünme vb. Benim burada dikkatimi çeken en büyük husus: "Risk alma ve tersine düşünebilme." Bu iki kavram bizlerin diğerlerinden farklı olmamızı sağlar. Bu kısımda sizinle paylaşmak istediğim düşüncem Sperman ’ın “g” ve “s” faktör kuramı …  “ g “ faktör genel zihinsel yapıyı ifade ederken “s “ faktör ise özel  herkeste olmayan zihinsel düşünceleri ifade eder. Her zamanda her devirde az bulunan değer önem arz eder değil mi? Örnek vermek gerekirse altın az bulunduğu için mali değeri yüksektir ancak bakır da altınla aynı renktedir çok bulunduğu için de mali değeri düşüktür. İşte Mustafa Yavuz Hoca’nın bize bahsettiği yenilikçilik, yaratıcılık vb. ne ile ifade edersek bunlar şuan ki eğitim sisteminin hatalı çıktılarından ayrışanlar mali değeri yüksek olan altını , kendini geliştirmeyip sürekli ezbere dayalı günü kurtarmaya yönelik hareket edenler ise mali değeri düşük olan bakırı anımsatır. Buraya kendimden de bir örnek vermek istiyorum. Bizler 1. Sınıfta eğitime giriş dersi almıştık. Hocamız Kasım Hocamızdı. Bizlere drama görevi verdi. Bana vermiş olduğu kişi Maria Montessori’ydi. Ben o zaman yenilikçilik ve yaratıcılık için ben kendim eşarp kullanmama rağmen peruk takarak o şekle bürünüp gelmiştim. Bu hocamızın çok hoşuna gitmişti ve bu sayede hem özgüven sağladım hem sınıfta öne çıktım. Ancak yenilik amaçlı bu riski almasaydım sınıftaki sıradan biri haline gelebilirdim bu yüzden risk almak çok önemli bir faktör.

Kitabımızda önemli bir söz dikkatimi çekti: “Düşünme üzerine düşünme… “Bu söz yaratıcılık ve yenilik kavramı açısından çok önemli. Bizim eğitim sistemimizdeki en büyük eksik öğrencilere düz düşünmeyi aşılıyoruz. Bu da öğrencilerde tek tip bakış açısıyla bakmalarını sağlıyor. İşte bu benzer düşünceler bizim ülkemizin gelişmesi yönündeki en büyük engel durumundadır. Mustafa Yavuz Hoca, “kendisinin öğretmeni olamayan hiç kimsenin öğretmeni olmaz." diyor. Bu cümle biz RPD okuyup ileride bu işi yapacaklar için çok önemli. Bu sözün karşılığı "farkındalık" kavramıdır. Yukarıda tek tipleşmeden bahsettim. Bu tek tipleşmeye danışmanlar maruz kalırsa biz kendimizin öğretmeni olup kendimizdeki olumsuzluğu bu yaratıcılığı engelleyen bu duvarı yıkamazsak işte o zaman başkasının da öğretmeni olamayız. Bir danışman hem öğretmen olarak destekleyici hem de öğrencilerinin farkındalığı için çalışan görünen bir modeldir. Bu açıdan öğrencilerimizin bize yüklediği sorumluluğu göz ardı edemeyiz.

Mustafa Yavuz Hoca kitapta farkındalık açısından bir örnek vermiş: "Bir parka gidin düz bakın, ters bakın ikisi arasında farkı göreceksiniz. İste bu farklı bakış açısı farkındalıktır."  Hocamızın bu sözü bana derslerimizden bir kesiti aklıma getirdi: Ozan Hocamız mesleki rehberlik dersinde farkındalık kavramını şöyle açıklamıştı: "Diğer öğretmenlik alanları da çalışacak, öğrencilerine yeni bilgiler aktarmak , yeni bakış açıları sunmak için ancak siz onların her alanda farkındalığını geliştirmek için çalışacaksınız. Bunun için de önce kendi farkındalığınızın olması lazım." Yani bize demek istemişti ki: " Siz ne kadar yenilikçi düşünüp ne kadar öğrencilerin problemine yönelik yaratıcı ve çözüm odaklı çalışmalar gerçekleştirirseniz o zaman gerçek psikolojik danışman olacaksınız." Bu ders bizim için önemli bir eşik değeri konumundaydı.

Mustafa Yavuz Hoca kitapta şöyle bir ifadesi mevcut: Okul, öğrenciye içerik boca etmeyi bırakmalı. Bu bence çok haklı bir isyan. Hollanda ve Almanya ‘da eğitim almış üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelmiş arkadaşlarım mevcut. Onlar lise yıllarında gelince matematik ve diğer bir sürü derste çok zorlandılar hatta ve hatta bizim lise 10 . Sınıf müfredatını bile çok zor bulup "Biz bunları hiç işlemedik." dediler. Normalde orada meslek lisesi tarzında bir lisede resim kısmında okuyup onuncu sınıfta Türkiye ‘ye dönmüşler. Oralılar lisede meslek lisesi tarzı yerlerden mezun olup işlerini yapabiliyorlarmış. Bu açıdan aslında yönelmek istedikleri mesleği tam anlamıyla öğreniyorlar. Bizim ülkemizin eğitim sisteminin maalesef en büyük problemi bu: Herkesi üniversiteli yapmaya çalışıyoruz. Bu sebeple de iş bilmeyen üniversiteden mezun olunca iş bulamayan bir sürü öğrenci işsiz oluyor. Halbuki bizde de meslek liseleri önem kazansa ne güzel olur. Şu an meslek liselerine özendirmek için meslek liselerine gidenlere burs tarzı bir uygulama konuşuluyor keşke kabul edilse!

  Bizim ülkemizin hizmet sektörüne ihtiyacı olduğu kadar otomotiv, elektronik bu alanlara da ihtiyacı var. Sanayiye gidiyorsun artık belki bir süre sonra araçtan anlayacak kişi kalmayacak. En önemlisi de bu konuda eğitimle insanların zihin yapısını değiştirmeliyiz. Meslek liselerinin az puanla gidilen bir lise değil tercih edilen bir lise olmasını sağlamalıyız! Aslında bence çok da karlı… Liseden sonra insanlar iş sahibi olup hayata atılsa ne kadar güzel olur.

Sözlerime Hz. Mevlana’nın bir sözüyle son vermek istiyorum. “Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cama bakar, özünü görmek isteyen cana bakar.” Biz cama değil cana bakalım değerli okuyucularım. Cama bakan tek kendi bakış açısı ve kendi zihin dünyasının tutsağı olur. Ancak cana bakan yeni görüşler, yeni umutlar ve türlü yollar bulur. Farkındalığımızın her daim açık olması temennisiyle. Sağlıcakla kalın…