İşimiz gereği siyasi konularda yazılar yazmaya pek sıcak bakmayız. Fakat siyaset bizim işimiz değil dediğin gün masonlara teslim olursun da seni parmağında oynatırlar vesselam. Hem şu günlerde siyaset denen mevzu ne yazık ki yediğimiz ekmekten farksız bir mülahaza haline gelmişken… Hele hele ülke insanının kahir ekseriyetle sosyal medya hesapları üzerinden durmaksızın yaptığı salvoları görünce nasıl yazmazsın.

                       Ayşe Osmanoğlu ismini duymuşsunuzdur. Duymayıp da okur okumaz ben hiç duymadım dercesine büzüştürdüğü dudaklarıyla beraber belcesinin ortasına kaşlarını çatıverenler için kısaca özetleyeyim.

                   Merhum Ayşe Osmanoğlu, Sultan II. Abdülhamid’in 1960’da vefat eden kızı. “Babam Abdülhamid” adını verdiği anıları kitaplaştırıldı. Malum “Payitataht Abdülhamid” dizisi son dönemlerde epeyi bir ses getirmişe benziyor. İzliyorum aynı zamanda onunla ilgili yazılmış olan ne varsa okumaya, geç de olsa, olabildiğince Osmanlı Hanedanı’nın bu yiğit sultanını – II. Abdülhamid’i- anlamaya çalışıyorum. Meğer ki bilmediğimiz ne çok şey varmış!

                 Kitapta bir yer var ki “Ah kaht-ı rical” diye inlemekte sultan. Kızının diliyle söylense de Padişah Abdülhamid, düşlediği devlet adamı vasıflarını taşıyan sadrazamı bir türlü tayin edemeyişi yüzünden bu serzenişini dile getirmiş. Kaht-ı Rical… Yani devlet idaresinde görev vereceği adam kıtlığı…

                   Pekâlâ, bu da nereden çıktı şimdi öyle ya. Mehmet Akif Ersoy’un “Asımın Nesli ” diye nitelendirdiği devlet adamlığı sıfatını ziyadesi ile taşıyan Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve onun kurduğu siyasi partide vekil olabilmek için kıyasıya bir mücadeleye girenlerin patlama yaptığı bir zamanda üstelik. Onlar da Asımın Nesli midir acaba?

                    Milletvekilliği için başvuru sayısı ben diyeyim yirmi, siz deyin otuz… Üç vekil kontenjanı bulunan Karaman yerelinde bu sayıya ulaşılmışken seksen bir ilde oluşan rakamı siz düşünün.

                  İyi mi kötü mü bilemedim. Ülke de her iki kişiden birisinin neredeyse düsturu haline gelmişçesine oy verir olduğu bir partiye bu denli teveccühün neresi kötü diyeceksiniz belki. Bu kısmına diyeceğim yok. Lakin beri tarafta gün gibi duran bir mesele var ki durup düşünülmesi gerekmekte.

                 Malum, seçimin iki ayağı olacak ve asıl önemli ayağı ki günlerdir Cumhurbaşkanı’nı alt etmeye azmetmişlerce fazlasıyla önemsedikleri başkanlık seçimi. Geçmiş dönemlerde aşk mesabesinde muhabbet besleyerek kendisine oy verenler yine aşklarından vaz geçmeyeceklerdir. Anketlerin de sokağında dili bunu söylemekte.

                  Fakat diğer ayağı ki bu biraz tefekküre mucip olan vekillik meselesi… Kimler gönülden ve hakiki hizmet niyetiyle adaylık ister ve de vekillik düşler bilemem ama bildiğim bir şey var ki o da kabuğunu kırmak üzere olan Türkiye’nin ya da geri dönen Osmanlı ruhunun yaşaması ve yaşatılması.

              Benim başkanlık seçiminden yana zerre şüphem yok. Lakin vekiller için aynı şey söz konusu mudur benim kafamda soru işareti. Daha önceki seçimlerde “Vekil kim olursa olsun benim oyum Tayyibe” cümlesini diline pelesenk edenler şimdi aynı şeyi söyleyecekler mi çok merak ediyorum. Yani bu sefer listenin en başına yazılacak olan o üç isim -ki onların adaylığıyla girilecek seçime- çok ama çok önem arz etmekte.

                 Neredeyse tüm adaylar(ya da aday adayları diyelim) Erdoğan sevdalısı ve sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa ülkesine, milletine ve değerlerine toz kondurmuyorlar. Siyasetle hemhal olmuş olanlar da var. Bunlar tabi ki güzel şeyler. Ama vekil olacak bir insanın bu hasletleri yanında birazcık yönetme sanatı, en az bir yabancı dil aşinalığı gibilerinden vasıfları olmalı diye düşünüyorum. Orta doğudan, uzak doğudan, Avrupa’dan ve yanı başımızdaki devletlerden yana ciddi mana da haberdar olması gerekir diye düşünüyorum. Dahası Osmanlı nezdinde tarihini bu vesileyle ülkesinden yana oynanan ve oynanmakta olan her türlü oyunu kestirebilmeli diye düşünüyorum. Uzağı görebilsin ki tuzağı görebilsin değil mi?      

                Hem sonra Cumhurun Başkan’ı 25 Haziran’ın sabahıyla birlikte yola revan olacak vekillere derse ki sen sen sen… Olur ya, der mi der. “Türkiye Türkiye’den çok daha büyük artık. Almanya’nın şer niyetinden sen, İran’ın sinsi planlarından sen, Yunanistan’ın içten pazarlıklı halinden sen sorumlusun. Fetö’yü size, Daeş’i de size sevk ediyorum. Afrika’dan gelecek erkek öğrencilerin eğitiminden seni, Suriye’den gelecek kız çocuklarının yetiştirilmesinden de seni mesul tuttum. Sınır ötesinde terörden temizleyeceğimiz yeni şehirlerin sevk ve idaresini sizden, Asya’daki Türkî devletleri sizden, Avrupa’ya çeki düzen verme görevini de sizden sorarım” bla bla bla…

               Yahu o kadar bakanlık çalışanı ve bürokrat varken vekile mi düşer bunlar diyeceksiniz he mi? O kadar derken… Ben Türkiye’nin başındaki Asım’dan bahsediyorum. Cennet mekân Sultan Abdühamid’in yanı başında binlerce adam dururken “Ah kaht-ı Rical” deyişinden bahsediyorum. Ya değilse aday adayı olan herkes ülke ve millet sevdalısı, Karaman aşığı bir de Tayyip hayranı. Zaman duygusallığı öne sürüp bizden, sizden deme zamanı değil, sapla samanı karıştırma zamanı hiç değil. Dünyanın en büyük hava alanını ve ticaret merkezini inşa etmişken... Hem de burnumuzun dibinde çıktı çıkacak bir savaşın arifesinde…