Dur be arkadaş ne  kıyameti daha karpuz keseceğiz. Yeni aldığımız eve hele bir oturalım. Arabayı değiştirmeden vallaha olmaz. Telefonumun son sürümünü bile doyasıya kullanamadım. Yazlığın taksiti bitmedi ki kopsun kıyamet. Oğlan askerden dönmeden olacak şey değil. Kızınsa nişanı var daha nere. Hem biz hac yapmadık ki ölelim diyenleri duyar gibiyim.
      Aslında haksızda sayılmazsınız. Dizilerin finalini görmeden. Şampiyonlar Ligini TRT’ de izlemeden. Hükümet kurulmadan. Üçüncü köprünün üzerinden geçmeden. Esed denen domuz  göçüp gitmeden. Karamanın içme suyu Yeşildereden gelmeden ve tüm yolları asfaltlanmadan şuradan şuraya adım atmayız değil mi (!)
     Gönlümüzden geçen tul-i emellerimiz ve onca ironik hayallerimiz bir tarafa bizi gün be gün insanlığımızdan uzaklaştırıp Darwin’i haklı çıkarırmışçasına maymuna döndüren her şeye sahip olma ve de her şeyi göze alarak sahip olmaya çalışma hırsı bir yana, yakın zamanda hayatımıza   giren  ve bizi göz açıp kapayan dek  baştan başa saran  sanal  paylaşım siteleri bizi çoktan öldürmüş de haberimiz yok.
        Öyle ya edep rafa kalkmış sokaklarda. Ahlak bir tek sözlüklerin ilk sayfasında bulunur olmuş gayrı. Vefa hakikaten bir semtin adı diye bilinecek yıllar sonra. İki dakikada arkadaşlık kurar olmuş bir birini ömründe hiç görmemiş insanlar. Ve iki dakika da satar olmuş yıllar yılı dost olanlar. Ulu orta küfürlü konuşmak olmuş delikanlılık denen şey. Herkes herkesi yalan alemde beğenir olmuş. Gerçekte kimsenin çoğu zaman beğenmediği ve kimsenin kimseye eyvallah etmediğini asıl dünya da.
         Bugün onlardan olan bize geçiverir olmuş üç kuruş menfaat için ; bizden olanlarsa tabağı boş göndermeyelim dercesine onlardan oluvermiş işlerine geldiği zaman ve mekanlarda.  Ne sözünde duran var ne borcuna sadık kalan. Yaşadıklarını ya da yaşamak istediklerini imtihan bilmekten çok zevk alalımda nasıl alırsak alalım derdine düşmüş görünüşte insan olan canlılar topluluğu. Her bir şeyimiz yalan olmuş vesselam.
       Derdimiz dünya olunca bi dünya derdimiz olmuş heybemizin gözlerinde. Onun varsa benimde olmalı. O gittiyse bende gitmeliyim. O giydiyse bende giyerim aynısından. O aldıysa alınabiliyor muş. Sattıysa bende satarım işte. Başkasının gözünden dünyayı seyretmeye çalıştıkça gündüz rüya; gece ise hayal görmeye başlayan sözüm ona akıllı sandığımız telefonların esir aldığı  mutsuz, doyumsuz ve huzursuz milyonlar.
     Sahi ne olacak yeryüzüne imtihan için geldiğini unutan. Yaratandan korkmayı kendince saklama kabında unutan.  Namaz’ı  Ramazan ayına bırakıp Kuran’ı cenaze merasimlerinde hatırlayan. İlk aldığı emir oku olmasına rağmen inadına okumayan, sevmeyen, saymayan, kanaat etmeyen, şükretmeyen, sabretmeyen  benim ,  senin, bizim ve onların kıyameti beklerken öldüğümüzden habersiz oluşumuzun resmi. Sahi ne olacak.
    En kötüsü de ben yaptım sen de yap zararı yok ya da Ahmet ağabey yaptıysa bizim yapmamız da normal ; Ayşe paylaştı ise demek ki bir beis yok bunda deyip bir birimizi istemeden ayartır oluşumuz. Ne olacak yediklerimizi, gezdiklerimizi, içtiklerimizi, yattığımızı, kalktığımızı, gezdiğimizi, yaptığımızı, eşimizi, dostumuzu, evimizi, barkımızı, aldığımızı, sattığımızı, söylemek istediklerimizi, aklımızdan geçenleri, yalnız bilmesi gerekenlere söylenesi iken cümle aleme ilan ettiklerimizi sanal alemde boy boy  paylaşmanın akıbeti.
    Ne olacak başkasının sözde mutluluğuna kapılıp o tatile giderde biz neden gitmeyiz bey; onun eşi yaparda sen neden yapmazsın o yemekten be kadın; onun çocuğu kazanırda sen neden kazanmazsın oğlum; onun babası alırda -sen  baba değil misin- sen neden almazsın baba; onun annesi söyler de sen neden söylemezsin ki anne ile başlayan ve eşimizi dostumuzu olmayacak şeylerle sıkıntıya sokar olduğumuz pembe heveslerin ve  kavgayla bitiveren hallerin sonu.
   Ve nasıl geri gelecek yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez bildiğimiz can ciğer dostlarımızla bir zamanlar kalp kalbe , göz göze ve aynı duygular içersinde yapılırken şimdilerde sanal bir pencere etrafında toplanıp gönlümüzden ve dilimizden duyurmadığımız cümlelerle iki satır yazıya terk ettiğimiz ve her geçen gün giderek kısa kesilen duygusuz ve soğuk sohbetlere dönen muhabbetlerimiz.
      Ve ne diyeceğiz bunca pervasız halimize rağmen bizi yalnız bırakmayan ve hiçbir zaman unutmayan, hak etmediğimiz halde her  bir şeyimiz varken yokmuş gibi davranan, olmayınca ağlayan olunca doymayan  bizlere Yüce Mevla, ben sizi hiç unutmadım ama siz beni ve beni sevenleri hep unuttunuz. Sahi niye unuttunuz dediğinde.
     Bilmem ki nasıl desem sanki kıyamet yaklaştı gibi…