Bingöl Barosu Başkanı Av. Abdullah Alakuş, 10 Aralık İnsan hakları Günü dolayısıyla basın açıklaması düzenledi.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni Türkiye’nin 6 Nisan 1949’da onaylandığını ifade eden Alakuş, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, tüm insanların hiç bir ayırım gözetmeksizin yalnızca insan oluşundan dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olduğunu söyledi. İnsan haklarının zaman içindeki gelişimi nedeniyle, hakların gruplandırıldığını belirten Alakuş, "Buna göre, can ve mal güvenliği, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, siyasi haklar gibi geleneksel hak ve özgürlükler, birinci kuşak haklar. Çalışma hakkı, adil ve eşit ücret, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma hakkı ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı gibi bir takım ekonomik ve sosyal haklarda ikinci kuşak haklar olarak adlandırılmaktadır. Teknolojik gelişmeye paralel olarak temiz bir çevrede yaşama hakkı, bilgisayar verilerine karşı özel hayatın korunmasını isteme hakkı, sanat ve bilim özgürlüğü, tüketici hakkı, tıbbi ve biyolojik gelişmelere karşı korunma gibi haklarda üçüncü kuşak haklardır. Onurlu yaşama hakkı, özgürlük, eşitlik, dayanışma, vatandaşlık hakları gibi haklarda adli haklar adı altında gelişmektedir" dedi.

"TOTALİTER BİR DÜNYAYA DOĞRU GİTMEKTEYİZ"

Dünya ülkelerinde güvenlik tedbirlerinin artmasıyla beraber, militarist ve totaliter bir yapıya doğru gidildiğini ifade eden Alakuş, şu ifadelere yer verdi:

"Bu da beraberinde bir çok hak ihlalini getirmektedir. Son zamanlarda yaşanan savaşlar ve şiddet olayları, insanın doğaya aşırı müdahalesi nedeniyle ekolojik dengenin bozulmasından kaynaklanan sel, kuraklık gibi yaşanan doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmış ve bunun sonucunda başta yaşam hakkı, barınma, beslenme sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı olmak üzere bir çok hak ihlali yaşanmaktadır. Ortadoğu, Afrika ve dünyanın birçok bölgesinde yaşanan savaşlar ve doğal afetlerden dolayı yüz binlerce insanın hakları ihlal edilmiştir. Türkiye yeni ve demokratik bir anayasa yapmadığı sürece Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorunları çözülemez. Bu nedenle insan onurunu ve özgürlükleri temel alan yeni bir anayasanın hazırlanması gerekmektedir."

KÜRT SORUNU

Türkiye’nin insan hakları ve demokrasisinin en önemli sorunu olan Kürt sorunun halen barışçıl yollardan çözülmemiş olmasının, insan hakları açısından büyük bir engel oluşturduğunu kaydeden Alakuş, "Ancak son iki üç yıldır devam eden çözüm süreci ve bu sürecin beraberinde getirdiği çatışmasızlık ortamı ve ölümlerin yaşanmaması, yaşam hakkı ihlali açısından son derece sevindiricidir. Hak ihlalleri açısından, Roboski katliamının sorumlularının tespit edilip yargı önüne çıkarılmaması, Bingöl Emniyet Müdürü ve beraberindekilere saldırı yapılması sonucunda yaşam hakkının ihlal edilmesi ve faillerinin halen bulunamaması, Alevi inanışında cem evinin ibadethane olarak tanınmaması, insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımını kaldırmaması, gözaltında kaybolan yüzlerce insanın akıbetinin araştırılmaması, doksanlı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetlerin üzerine gidilmemesi, Birleşmiş Milletler kayıplar sözleşmesine taraf olunmaması, uluslararası ceza mahkemesinin yargı yetkisinin tanınmaması, bir geçiş ülkesi olan Türkiye’de mültecilerin insan ticareti yapan kişilerce güvensiz araçlarla geçişlerinin sağlanması sırasında yaşanan toplu mülteci ölümleri, sanık olarak yargılanan kolluk görevlilerine ait dosyaların güvenlik gerekçesi ile başak illere nakledilmesi, yine maden ocakları ve diğer iş kollarında yaşanan işçi ölümleri, kadına karşı yaşanan şiddet olaylarında, hasta tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerindeki durumlarından dolayı Türkiye’de bir çok hak ihlali yaşanmaktadır. Yine, meclisten geçen iç güvenlik yasası da insan hakları ve özgürlükleri önünde büyük bir engel oluşturmaktadır" diye konuştu.

"İLK MADDE MİHENK TAŞIDIR"

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk maddesinin “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” olduğunu anımsatan Alakuş, açıklamasını şu sözlerle noktaladı:

"Bu ilke bizlere çivisi çıkmış günümüz dünyasının yeniden yaşanılır bir yer olmasının en önemli mihenk taşıdır. Çünkü siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel anlamdaki gidişat insanları kendi türlerine karşı acımasız bir hale getirmektedir. Thomas Hobbes’un ‘insan insanın kurdudur’ cümlesi ile kurguladığı doğal yaşam hayatımızın her yanına sirayet etmiş, bir kurgu olmaktan çıkıp hayatımızın bir gerçeği olmuşken gözlerimizi kapatıp kulağımızı tıkayarak, başımızı kuma gömmemeliyiz. Böyle bir yaşamın cehennemden beter hali vicdanlarımızı harekete geçirip ‘kardeşimden sorumluyum!’ anlayışını bir an önce hakim kılınmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde çevresini cennet kılamayanın kaçacağı her yer bir cehennemden öteye geçemeyecektir. Dolayısıyla insan hakları bağlamında yapabileceğimiz en iyi şey birbirimizin yüzüne bakarak Kabil’in kibri, bencilliği, azgınlığı ve hırsından sıyrılıp onun üstlenmeyi reddettiği sorumluluk ahlakını çıkar gözetmeksizin, karşılık beklemeksizin hayatın en temel değeri haline getirmektir. Her bir insanın kendisini kardeşinin geleceğinden sorumlu tutması tutunacağımız yegane anlayış ve ahlaki prensiptir."