Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Hele ki son zamanlarda iyiden telefon bağımlısı olmuş, her gün yeni bir paylaşımın, resmin, sözün ve videonun hülyalı dünyasında kaybolup giden şükürsüz, çağdaşlık budalası olmuşların. Evim, arabam, maaşım, tatilim, kârım, kazancım, yarınım, kariyerim derken ömrünü musallaya cüzdanının içinde sunanların... Neredeyse dün nerede ne yaptığını, en son kiminle hasbihal ettiğini unutur olduğu halde iki de bir sosyal medya denen kaypak ve bir o kadar second lıfe sahnede unutmadık unutturmayacağız aforizması savuranlar. Bugün o günlerden birisi... 28 Şubat’ı unutmadık unutturmayacağız hikayesinin ısıtılıp lalettayin biçimde ikram edilişinin bilmem kaçıncı yıl dönümü.

Sizi bilemem ama benim 28 Şubat’ı değil unutmamak etraflıca bir hatırlamaya ihtiyacım var. Ne yalan söyleyeyim unuttum. Sincan’ı da, tankların homurtusunu da, Merve Kavakçı’nın yaka paça Meclis salonundan kovuluşunu da, üniversitelerin ikna odalarında zihninin ve hayallerinin tabir yerindeyse ırzına geçilen kızların göz yaşlarını da, kol kola yürüyün diye isyana çağıran Lütfi Oflaz’ı da, Erbakan Hocam’a pezevenk diyen subayı da... İnanın çoktan unuttum. İstiyorum ki bu kardeşinize birisi, bir Müslüman, bir kanaat önderi, bir hace, bir ağır abi çıksın da hatırlatsın o günü ve o günleri bize reva görenleri, hem de bize reva görülenleri.

Ama sen olma hatırlatacak olan. Sakın ha sakın sen olma. O yıllarda işini gücünü bırakıp bütün derdi dindar akademisyenlerin önünü kesmek olmuş devrin firavunları, mukaddesat düşmanı müptezel rektörlerin sultası altında ezim ezim ezilirken; şimdilerde Anadolu’nun kabul olunmuş duası mesabesindeki muhafazakar rektörleri beğenmeyen, rektör adayı olduğu gün diğer aday olan eski dostlarını pervasızca karalamaktan geri durmayan, ayağına kadar gelmiş gençliğe sahip çıkmak yerine kapısını kapatıp akademik teşvik uğruna, puan toplamak uğruna, unvan üstüne unvan yapmak uğruna, daha çok ders, daha çok para uğruna kibrin, gururun, titrin, enaniyetin esiri olmuş akademisyen dostum sen bir geri dur hele. Sen olma bana 28 Şubat’ı hatırlatacak olan.

Sen de olma bacım. O kahrolası günlerde başındaki yaşmağı Fransız askerlerinden farksız biçimde emir kulu polislerce çekip alınırken, tertemiz bedeni turnikelerin arasında başörtüsü düşmanı yöneticilerce kirletilirken, kıyafeti yüzünden hor görülüp, okuduğu yüzünden linç edilirken, yazdığı yüzünden mahkûm edilip, kıldığı yüzünden okulundan ihraç edilirken; şimdilerde rengârenk marka eşarpların ve en afilisinden tuniklerin altında kamusal alanda yarım yamalak kıyafetiyle özgürlüğün sefasını süren; çantasından sözüm ona güzellik kremleri satanların gösterişli kataloglarını eksik etmeyen; makyajım, başörtüm bozulursa diyerek abdest alamaya hele ki namaz kılmaya imtina eden bacım, bacımın kız kardeşi, ablacım, ablamın yakın arkadaşı sen de bir geri durasın.

Doksanlı yıllarda, o vazgeçilmez oyunun oynandığı zamanda irtica furyasıyla, giydiği gömleği yakasız, konuştuğu laikliğe aykırı diyerek yalan yanlış, düzmece iftiralarla çağdaş murakıpların, madrabaz müftülerin, günlerce arkasında masal kahramanı gibi saf tutan vicdansız müfettişlerin tacizine uğrarken; bugün ek ders almaksızın cemaatine, mahallesinin çocuklarına iki satır Kuran okutmayı kendisine zül gören, kafeste kuş misali bir an evvel namazını kıldırıp iş takibi için müteahhit dostunun mekanında soluğu alan, rahlesini önüne alıp Allah için iki kelam etmeyen, uyarmayan camisinin kapısını dükkan misali olabildiğince kapalı tutan din görevlisi, imam, müezzin kardeşim kurban olayım sen de uzak durasın hele.

Ve sen... O karanlık günlerde parmağındaki yüzüğü yüzünden soruşturma geçirirken, öğrencilerine dini terbiye veriyor diye şikâyet edilirken, eşi başörtülü diye, evinde sohbet ediliyor diye gece yarısı jandarma tarafından ifadeye götürülürken; şimdilerde elinden düşürmediği telefonuyla maaş gününü, fazla ücreti, hafta sonu kurslarını, her beş yılda bir alıp sattığı lüks arabasını, dönem biter bitmez tatile gideceği otelin rezervesini düşünen, bir yönetici olabilme sevdası ile sınav kitapcıklarına gömülen, kıyafet özgülüğünü iliklerine kadar yaşayıp,  fazlasıyla sivil haliyle saçı sakalı karışmış olan öğretmen, müdür, müdür yardımcısı dostum, sen sen ol, bana 28 Şubat’ı hatırlatan olma sakın!

Hele ki siz... Bütün hayalleri kapalı kapılar arkasında tezgahlanan oyunlarla, bir masa başında yıkılıp, alaşağı ediliveren Erbakan Hocam’ın Milli Görüş gömleğini kimselere bırakmayanlar. Hocamı biti kadar sevmeyen, ellerine geçirseler bir kaşık suda boğacak olanlarla kol kola girip ittifaka giren, onların ekmeğine göz göre göre yağ sürenler. Bir de daha dün Erdoğan ki bizi düştüğümüz bu bataklıktan çekip çıkartan adam, o bizim başımızın tacı derken şimdilerde domates, biber, limon hesabı yapıp iki dakikada Erdoğan'ı satan, vatan ve mukaddesat sevdalıları. Siz, hiç ama hiç olmayın bana 28 Şubat’ı hatırlatacak olan...