Düşünsenize. Şehrin en müstesna mekânlarından birisinde gül kokulu davetiyenin peşine takılıp ama –aslında- efendimize olan aşkımızın ve muhabbetimizin hürmetine (!) gittiğimiz bir programdasınız. Öyle böyle değil kelli felli kutlu doğum programı hem de. Önde az evvel aşk ilen güllü lokum yemiş olmanın hararetiyle üç yudumda su içmeye hazır protokol, en arkada ise  girerken eline tutuşturulan Çin malı yapmacık gülü “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” hadisine hürmeten alıp koklayarak sevaba girmenin zannında “zehabe-i güzin” efendiler. Kürsüdeyse her biri yirmi dört ayar bir birinden berceste sözden oluşan övgüler, methiyeler, naatlar. Sevgili…Eeeyy Sevgili…Ennn sevgili… 

           Sonra birden bütün ışıklar gidiveriyor. Her yer kap karanlık. Fırsattan istifade tam eller cep telefonuna uzanıp,  “Face’ bir bakak, gene ne yazmış bizim başkan Twetter’a böyle. Whatsap…” demeye fırsat kalmadan  sahnede bir beyaz ışık hüzmezi. Allahüekber ! Peygamberimiz bizi ziyarete mi geldi yoksa? Yok yok korkmayın. Bu kadar aklında televizyon, elinde telefon , dilinde avon, gönlünde milyon ortaya karışık çilingir sofrasını andıran ve de abdestsiz bir vakit yere basmayan(!) kızlı erkekli bir din(leyi)ci topluluğun içerisine değil peygamber iki adım geçmişten İskilipli Âtıf Hoca’yla,  Sütçü İmam bile gelmez. Rahat olun.

           Bu ışık da neyin nesi öyle ya. Rahmetli(!) Muhterem-Sihirbazımız(!) Mandrake’nin ölmezden evvel sahnede unuttuğu alevli sopasının sönmeden önceki son flaşlarıdır muhtemelen. Bizim gibi saçları fön, her hali jön; ama İslam ve Sünnete uygun Müslüman’ca yaşam  ile ilgili bir çok konuda bön olan Din bezirgânı satıcıların; sihirbazdan âlâ çerçici alıcısı olacaktır elbet. Yalan mı? Allah için sende koştur dediğimiz, ama evlerinde “ bi kırgınlık var depresyondayım” diyen kadınımız kızımız, gelinimiz  maşallah alış veriş merkezlerinde yeni şarj olmuş çim biçme makinesinden farksızken; hayrına elli lira istediğimiz ve hafta içi , işler biraz durgun be abi demekten bıkmayan ağabeylerimiz ; hafta sonu Sertavul’da duran işleri düzeltme modunda.    
          Olsun. Yine de kutlu olsun,  üç tane evi olup da düşmüş Afganlı, Suriyeli muhacir kardeşine birini hayrına - ya da bari uygun fiyata - vermeyip yedi yüz lira kira alan ve aldığı kira parasıyla sünnete uygun uzattığı sakalını boyatan hacı emminin kutlu doğum haftası. Kutlu olsun hafta içi Allah’ını bir vakit hatırlamazken millet gidiyor diye  Cuma’yı kaçırmayıp; millet yapıyor deyip vergi kaçıran falan yerdeki  esnaf abimizin kutlu doğum haftası. Kutlu olsun her nerede varsa hafta da bir saatini ya da bir saatlik kazancını  edep ve ahlak timsali öğrencisi için ayıramayanların kutlu doğum haftası. Kutlu olsun kuaföre, makyaja ve en afilisinden kıyafete milyonları dökerken değil fakire fukaraya kendi çocuğunun ahlakı için on lira vermenin hesabını yapanların kutlu doğum haftası.

          Kutlu olsun yazdırdığı borcunu aylarca ödemeyip her ay altın gününe giren Ayşe ablanın; Ahmet abi’nin kutlu doğum haftası. Kutlu olsun bu vatanın evlatları için bende en azından hafta sonu şunu yapayım demeye tenezzül bile etmeyip; unuttuğu sabah namazının üstüne öğlene kadar yatıp; sonra da televizyon başında “ne olacak bu memlakatın halı arkadaş, gidişat heç eyi değil” demenin garabetinde ki “koltuk paraziti siyaset yatırları”nın kutlu doğum haftası. Kutlu olsun her Nisan Ennn Sevgili…Eyyy Sevgili şiirlerini dinlemeyi borç bilip; yıl boyunca değil sevgili komşusu ve akrabası; yanı başında ki sevgili eşinin derdiyle; sevgili kızının ahlakıyla ve sevgili oğlunun edebiyle ilgilenmeyi aklına bile getirmeyenlerin kutlu doğum haftası.

        Sahi ne diyordu “Peygamber.” Ya da ne derdi, ne yapardı bugün burada oluverseydi hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm. Yaptım mı? Yapmaya çalıştım elbet. Mesela Dedesi Hz. İbrahim’in Kutlu Doğum’unu kutlamış olsaydı - ki zinhar kutlamazdı ama kutlasaydı- Allah Rasulü. Eminim, “Ya Aişe! Bir tepsi börek yap da falan yaşlılara,  dedem İbrahim(a.s) hürmetine ikram edelim” derdi. Sonra sokağa çıkar önüne gelen çocuklara yettiğince bozuk para verirdi. Dedem İbrahim(a.s) cömertti bende cömert olmalıyım diye. Hz. Bilal’e küçük bir hediye alır sevindirirdi. Hz Enes’e “Bugün tüm vaktimi sana ayırdım Enescik hadi biraz dinimizi öğrenelim” der sonra da ona öğrendikleri için en güzelinden oyuncaklar alırdı. O olsaydı,  bir bilseniz daha neler neler yapardı.

      Hem O olsaydı dedesi Hz. İbrahim(a.s) hürmetine çiçekle, böcekle, ezberle, şarkı ile şiirle vaktini heba etmez, onu anmak için Nisan ayının bilmem kaçıncı haftasını beklemezdi. Hepsi bir yana onun yaptığı gibi yapar, konuştuğuyla kalmazdı. Hem sonra bir sene boyunca durup, yılın bir haftasında sağa sola kimsenin okumayacağı hadis ağaçları yapıştırıp da; o  kağıttan ağaçların düşmeyen gölgesinde ikram ettiği ne güllü ne de hurmalı lokumla “dedemin gönlünü kazanırsam –haşa- şefaat kesin cepte aymazlığında hiç mi hiç olmazdı. Ha ! Az kalsın unutuyordum. Mübarek Kutlu doğum pastanızı burada  mı  yersiniz yoksa  saralım mı. Okunmuş çatalla, üflenmiş peçete de bizden. Elinizi çabuk tutun Nisan’da  yediniz yediniz sonra sevap mevap alamazsınız. Benden söylemesi. Afiyet ola…