BOŞALAN EVLERİMİZ VE BOŞANAN EVLİLERİMİZ

           Neymiş, ülkemizde boşanma oranı giderek artıyormuş. Hele hele Karaman başı çeken şehirler arasındaymış. Ne de güzel söyleyiveriyoruz değil mi? Utanma yok, sıkılma yok. Adam boşanırken utanmıyor da ben söylerken niye utanayım öyle ya(!) Şimdi sizlere kalkıp da istatistik denen kör olası sayılardan bahsedecek değilim. Hangi bölge hangi bölgeye göre daha ehveni şer, hangi yöre ve hangi gurup daha çok boşanmaya meyilli gibilerinden gereksiz lafların da bir anlamı yok aslında. Niye olsun ki. Huzurun yerini muzurluk, evlenip üremenin yerini cinsellik, mahremiyetin yerini sosyallik, annelik gibi lahuti bir göreve talip olmanın yerini kariyer ve de ev hanımlığının yerini iş kadınlığı almışken ne önemi var ki istatistiklerin, rakamların belki de giderek artan aile mahkemelerinden dem vurmanın.            

         Vay efendim aile ve evlilik meselesi ile ilgili ünlü evlilik kuramcısı Mark Poster, falan çalışmasında şunları  demişle başlamakta gelmiyor içimden. Pierre Bourdieu gibi sıra dışı bir sosyolog- antropologun  yaşam koçluğu felsefesi de, evlilik terapicisi John Gottman’ın  sıra dışı tavsiyeleri de umurumda değil. Sahi  o kadar uzağa gidip elin ecnebisinden öğüt almak da  de neyin nesi. “Kendi evladımız Nevzat Tarhan’ (prof.) a kulak versek ya” da demeyeceğim. Peygamberini lüzümunca dinlemeyenin ne işi olur kuramla kuramcılarla. Hoş, yanı başındaki eşinin içinden yüzüne yansıyanları okuyamayanlar olarak değil ki aile üzerine yazılmış çizilmiş kitapları okumuş olalım. Kuran denen hakikatten bahsetmiyorum bile. Biz kim ilahi kitapla evlilik hayatımıza çeki düzen vermek kim.

          “Sana tahammülüm kalmadı sevgili.” Meğer ben doymak bilmez biriymişim be gülüm.” “Benim böyle şeylere düşkünlüğüm var ne yapayım kocacığım.” “Depresyondayım anla be karıcığım.” “Tüketim toplumu olduk bitanem o yüzden.” “At yenisini al. Sen olmazsan başkası olur öyle ya.” Hem benim diğerlerinden neyim eksik.” “Ekonomik özürlük denen şeye benim de hakkım var.” “Allah öyle demiyor ama!” “Boş versene leyli yar, Allah’ı dinleyen kim.” “Zaman teknoloji çağı. Sorunsuz hayat(!) bir de sınırsız eğlence.”  Öleceğimiz gün kabrimiz başında okunacağı ana kadar rafa kaldırdığımız ayetlerin arka bahçesinde içine düştüğümüz dünya meşgalesi. Biraz hırs, tamah biraz da  açgözlülüğümüz. En kötüsü de arkadaşlık siteleri, masum paylaşımlar, saf beğeniler, suçsuz yorumlar, tertemiz cam ekrandan bakar olduğumuz kirli diziler ve daha neler neler.

          “Haşa! Ben öyle değilim” dercesine bakan Yusuf’ların gözlerinden, “Sen git bunları başkasına anlat” tavrındaki Züleyha’ların ellerini öpelim.  Yalan konuşma arkadaş. Hele sahtekârlığın hiç mi hiç lüzumu yok. Meydanda başka konuşup ev da başka yapıyor olmak da neyin nesi. Neymiş? Cumanız Mübarek olsunmuş. Kandiliniz tebrikli, geceniz hayırlı olsunmuş. Yok, daha neler. Kandırmayalım kendimizi. Giderek kirlenişimizin ertesinde Kimsenin bu günler de Cumasının mübarek olduğu falan yok. Gece geç saatlere dek uyumayan bizlerin gecelerinin hayırlı olduğu da. Eğri oturmuyormuş gibi yapıp doğru konuşmuyor oluşumuzdan vazgeçelim, ayartmayalım biri birimizi. Sahi biz hangi ara bu hale geldik. Ne oluyoruz kuzum Allah aşkına. Ya da bize ne oldu. Hangi ara Allaha hem inanıp hem de emirlerine rest çeker olduk. Hangi ara Peygambere seni seviyoruz deyip arkasından dolaplar çevirir olduk. Sümme Haşa! Ben öyle değilim, sen öyle değilsin, biz o dediklerinden değiliz öyle mi?

          Sahi o zaman tek maaşla yetinmeyip daha lüks bir hayatın peşinde koşarken evini sessizliğe, anne babasını huzurevine, çoluk çocuğunu da bakıcılara teslim eden kadınlar kimin eşi.  Kapı komşusuna selam vermeyip sosyal medyadan kandil kutlayan, Cuma kutlayan madrabazlar kimin kocası. Güya Allah’ın emri, peygamberin kavli diyerek başlayan sonra da sazlı sözlü düğünler tertip eden kimin kardeşi ve de hangi dinin mensubu. Güya isminin başına Aişe, Hatice sonuna da nur koyduğumuz halde ulu orta boy boy resimlerini paylaşan evlatlar kimin kızı. Kafelerde gününü gün eden Ahmetler, Mehmetler kimin oğlu. Rengarenk pardesülerin, allı pullu başörtülerin içerisine gizlenmiş halde saatlerce çarşı pazar dolaşan Havvalar, Meryemler, Hacerler kimin annesi, kimin kardeşi, kimin yakını.

       Hani Allah oku diyor ya o yüzden. O yüzden okutuyoruz kızlarımızı. O yüzden okuyor kadınlarımız. Hani Peygamber “Müslüman, çalışkan olur dedi” diye çalışıyor kadınlarımız. Hele ki bir işe kadın eli değmeye görsün o işi oldu bil. Kadınlar daha çok söz sahibi olmalı. Trafikte, ofiste, iş yerinde, divanda, dergâhta ve bargâhta daha çok yer almalılar. Kim demiş kadınlar bu dünyaya çocuk doğursun diye geldiler. Her gün ev hanımlığı, her saat annelik yapar olmakta nerden çıktı. Bırakında azıcık hava alsın odalar. Boşalsın evler. Bırakında ekonomik özgürlüğünü boşanarak taçlandırmanın özgürlüğünü yaşasın kadınlarımız. Yaşasın ki yıllar sonra ne ziyaretine gideceğimiz evli bir karı kocaya ne de sevebileceğimiz çocuklar bulunsun evlerde. Bütün kadınlar çalışsın ki bir zaman sonra ne çocuk bakacak bakıcı ne de çocuğa baktıracak annelerimiz olsun.

      Bütün bunların sorumlusu kadınlar mıdır be adam. Erkeklerin hiç mi suçu yok ki hep kadınlardan dem vurmaktasın. Öyle ya bir sürü öküz öyküntüsü adam müsveddesi varken ortalıkta. Bunca boşanmaların sebebini nasıl olurda hep kadına yüklersin. Sahi insan düşünmeden edemiyor. Bu adam müsveddelerinin bu hale gelmiş oluşunun nedeni yıllar önce başlarına bir kadın eli değmemiş olması olmasın. Çocuklukları bakıcıların yanında, gençlikleri de çalıştığı yüzünden eve yorgun gelen anne ilgisizliğinden olmasın. Ya da bu karakter yoksunu adamlar,  diziye, filime, sosyal medyaya ne bileyim cebindeki telefona işte. Hülasa hayallerinin peşinde koşarken harcadığı zamanı evlatlarına ayırmayanların çocukları olmasın.  O değil de bütün bunları sakın ha benim söylediğimi falan sanmayasınız. Zinhar ben o kadar gerici ve yobaz olacak biri değilim(!) Bir delinin günlüğünde buldum o kadar. Ben böyle dersem Allah ne der sonra. Hem nasıl bakarım yarın peygamberin yüzüne.

      Hepsi bir yana, kim demişse doğru söylemiş. Bir şeye kadın eli değmeye belki de değmemeye görsün. “O işi ya oldu bil ya da öldü bil, vesselam.”