DİNLE NE DİYOR SANA AKİF!
    Seni vatan şairi olarak tanıdık. İstiklal marşının dizelerinde millete haykırdığın o gür ve yürekli sesinle tanıdık seni. Kurtuluş mücadelesinin en çetin dönemlerinde cephede askerle, cephe gerisinde kâh camilerdeki kürsülerde, kâh küçük topluluklar önünde anlattın vatanın kutsiyetini. Hiç yılmadın yıkılmadım, bir karşılık beklemeden sevdin; toprağını, insanını.
    Hakka sırf onun rızası için bağlanan; tarihini, töresini, dilini, dinini, dününü unutmayan; gönül sofrasını açıp herkesi karşılıksız doyuran, bizleri ötelere doğru umutla taşıyan; sorumluluk, soyluluk, saygı ve sevgiyle yoğrulan;  dünya çilesine imanla karşılık verip, aşkla, muhabbetle tekrar dimdik doğrulan gerçekten insan olan ve hep insan kalan bir gönül eriydi Akif! O vatan sevdalısı büyük insan şöyle sesleniyordu; Türk Milletinin aziz evlatlarına ve Ay Yıldızlı Al Bayrağına;
  Korkma diyordu, “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.”
“ Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!”
  Bu kıtayla seslendin bayrağa ve millete. Korkma, çünkü senin ecdadında korkmadı namertten. Fatihler, Yavuzlarda korkmadı.  Ölüme vuslat diyen Mehmetler Çanakkale’de korkmadığı  ve şerefle canı pahasına seni koruduğu gibi, Anadolu’da bu kurtuluş mücadelesinde o zalim sömürücülerden korkmadı ve gölgende şehit oldu.
Çatma diyordu,” Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!”
 Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
   Kanını şehitlerden alan ay yıldızlı al bayrak! Senin için verildi milyonlarca şehit.  Seyitler, Hasanlar, Mehmetler senin yoluna kurban oldu. Toprağımın her karışı şehidimin kanıyla sulanmışken sana bugünde kaygı yakışmaz, çünkü sen bizim için Allah’ın bize bağışladığı en büyük lütufsun. Çünkü sen bizim için içtiğimiz su, aldığımız nefes ve dahi yediğimiz ekmek kadar azizsin. Seni korumak ve kollamak bizim için namus borcudur.
Hür yaşadım diyordu, ” Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;”

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.  
  Tarihin her safhasında hür yaşayan bu millet, esareti ölümden acı bildi. Nice zincir vurmak isteyen tek dişi kalmış zorbalar; giriştikleri her hayâsızca akında koca bir tokat yiyerek ardına bakmadan geri çekildiler. Çanakkale’ de  de kat kat insan yığdılar, son modern gemileriyle hayâsızca kuşattılar o ufacık karayı. İnsanla, topla, gemiyle, tüfekle geçerim dedikleri Anadolu’da,  binlerce ceset ve kursaklarında kalan iştahlarını bırakarak yok olup gittiler ardına bakmadan korkakçasına. 
Benim iman dolu göğsüm var diyordu,” Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.”
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
  Kendini zulmün kalesi görenler ve de mazlumların kanlarıyla beslenen leş kargaları,  geçmişte olduğu gibi bugünde burunları  yerde sürtülmektedir. Bu asil millette, bu iman kor ateş gibi yandığı sürece, zalimin topu tüfeği ne yapar ki bu sevdalı gönüllere. Millet değerlerine sahip çıktıkça, Kur’an’ ın ve Efendimizin(S.A.V) yolunda gittikçe, bu iman;  o tek dişi kalmış canavarları kendi kanlarında boğacaktır. Geçmişte olduğu gibi bugünde bu millet; yüreğinde beslediği “İ'lâ-yı kelimetullah “davasının davacısı olmayı sürdürecektir.  
Siper et  gövdeni diyordu,” Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.”
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
  "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa vatandır.” Böyle diyor rahmetli şair Mithat Cemal Kuntay. Bizlerde geçmişten bugüne kadar yurdumuza zalimlerin alçakça saldırdığında, her zaman aynı ruhla siper ettik gövdemizi. Bedenimiz parçalandı, kefensiz toprağa verdik şehitlerimizi, analar evlatsız,  gelinler muratsız kaldı. Hakkı kendimize rehber bilip vadettiği günleri gördükçe şükür ettik verdiklerine. Zulmü asla tasvip etmedik, zalime karşı sinip susmadık,  şükür zalimlikle de anılmadı adımız. Bu yüzden Allah’ın en güzel lütuflarına mazhar olduk. Bu yüzden kat kat düşmana galip geldik Çanakkale’de, Sakarya’da…
Binlerce kefensiz yatanı düşün diyordu,” Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
  Bu vatanın toprağı kutsaldır, çünkü bu vatan toprağı uğruna milyonlarca Seyit, milyonlarca Mehmet şehit olmuştur.  Her karışında kan vardır, iman vardır, vatana adanan nice yitik sevdalar vardır. Her ocağında;  Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, İnebolu’da, Afyon’ da, Kahramanmaraş’ta, Şanlı Urfa’da, Gaziantep’te ve yurdun dört bucağında vatan topağına emanet ettiği şehit birer kahraman vardır. Şair Necmettin Halil Onan;  Çanakkale’nin Gelibolu Yarımadası’nda kaleme aldığı şiirinde ifade ettiği gibi;

“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Şühedâ fışkıracak diyordu,” Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!”
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
  Dünyada cenneti andırır vatanımız. Havasıyla, suyuyla, taşıyla, toprağıyla… Şehit bedenlerinin süslediği bu cennet yurdumuz, bizim için kutsaldır ve dahi candan kıymetlidir. Allah bizleri vatandan ayrı ve ona hasret bir şekilde bırakmasın. Vatansız yaşamaktansa şu bedeni alsın da, bu aziz vatanı yeter ki düşmanın eline bırakmasın.
Değmesin ma' bedimin göğsüne diyordu, ” Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!”
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
  Ezanlar ilahi emre çağırır beş vakit. Ezanlar, müminin namaz neşesi, camilerinse;-  Ey mümin, hadi gel de feraha ulaş! Diye,  haykırdığı kutlu nidasıdır. Camilerde huzur bulur gönüller, Camilerde edilen duayla bereketlenir günler. Camiler bir müminin can damarıdır. Damarlardaki kansa ancak ibadetle hayat verir bedene. Bu yüzden Cenab-ı Allah (C.C) bizleri ezansız, camileri de müminsiz bırakmasın.
O zaman vecd ile bin secde eder diyordu,” O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.”
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım! 

Rabbe edilen secdelerle canlanır gönüller bahar gibi. Secdelerle kabul olur dualar. Bu samimi duyguyla edilen secdelere başta melekler olmak üzere,  bütün şehitlerde”Subhane Rabbiyel a’la: - Her şeyden yüksek, yüce olan Rabbimi bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddes bilirim.” diyerek niyaz ederler.
Bu teslimiyet içinde secdelerde edilen dualar hürmetine rabbim bizleri vatansız, bayraksız, camilerimizi ezansız, gönüllerimizi Kur’an-ı Kerim ’siz bırakmasın.

Dalgalan sen de diyordu,” Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!”
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
 Dalgalan sende  şafaklarda daima nazlı bayrağım, yeter ki sen hep böyle nazlı nazlı dalgalan. Senin nazlı dalgalanışına dün olduğu gibi bugünde canlarımız fedadır.  Sen sevdalarımızın süsü ve gönüllerimizin sürurusun. Sen ey şanlı bayrak;  uğrunda dökülen onca kanın rengine verdiği o alı, fazlasıyla hak etmişliğin gururunu taşı her zaman.  Unutma ey nazlı bayrak sen bizim sevdamız, sen bizim yaşam kaynağımızsın.  Varlığımızın en kutsal temeli olan şanlı bayrağımızsın. 
  Üstat Mehmet Akif; bu şevkle ve imanıyla yazdığı ve yaşadığı hayatla, Anadolu'nun asırlık ıstırabını nefsinde hisseden ruhuyla, zulme ve küfre karşı zaman zaman zapt edemediği isyanıyla,  milli mücadelenin örnek şahsiyetidir.
   Bu şiir;  öyle bir şiirdi ki, en trajik anda, adeta var olup olmama noktasında bir toplumun, bir milletin ihtiyaç duyduğu bütün değerleri içerisinde toplamıştı.
   Bir bakıma;  bir mücadelenin, bir ruhun, bir tarihin hatta bir medeniyetin özüdür bu kıtalar. Her adımını,  her hareketini Allah rızası için yapmaya gayret eden bir aydın olduğu için hayat şartlarının zorlukları onu hiç yıldırmamıştır. Hayatının hiçbir döneminde ikbal peşinde koşmamış, ayağına kadar getirilen ve altın tepsi içinde sunulan imkânları elinin tersi ile reddetmiş bir gönül eridir. O İstiklal Marşı için verilen 500 lirayı da milletine iade etmiş, kendi halinde bir insan, mütevazı bir münevver olarak hayatını noktalamıştır.
   İki gazeteci, Hakkı Tarık US'la, Ruşen Eşref ÜNAYDIN, ölümünden birkaç gün önce üstadı ziyarete gelmişlerdi. Sohbet İstiklal Marşına geldi ve üstada İstiklal Marşı’ nın değiştirilip değiştirilmeyeceğini sordular. Hasta yatağından doğruldu M. Akif ERSOY. “Bu istiklal Marşını kimse yazamaz dedi, ben dahi yazamam.” Diyerek iki kelam söyledikten sonra yatağına yerleşti ve şu niyazda bulundu:
“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazmayı nasip etmesin.”
 Bu aziz milletin sana sonsuz müteşekkir olduğu Allah dostu; vatan aşığı, büyük üstat! Bize bu marşı armağan ettiğin ve nice yaptığın hayırlı hizmetler için;
Ruhun şad, mekânın adn cenneti olsun.