Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden biri olan Peyami Safa, yalnızca roman ve hikâye gibi türlerde eserler ortaya koymamış; dil, edebiyat, kültür, medeniyet bahislerinde çok kıymetli makale ve fıkralar da yazmıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Yalnızız gibi romanlarıyla meşhur olan, Cingöz Recai serisiyle de edebiyatımızda polisiye türünün ilk örneklerini sunan usta kalemin özellikle Türkçe konusunda kaleme aldığı yazılar; dilimizin temel sorunlarını, son yüzyılda karşı karşıya kaldığı meseleleri ve atlattığı türlü badireleri gözler önüne sermesi bakımından hayli önemlidir. Safa’nın dil mevzuundaki düşüncelerini bir araya getiren Osmanlıca Türkçe Uydurmaca (Ötüken, 1999; 285 sayfa) isimli eseri şu veciz cümlesiyle başlar: “Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem İstanbul-Ankara şimendifer hattından daha uzun olur.”

Son günlerin öne çıkan konularının başında dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik gelişmeler geliyor. Enflasyon, halk ağzındaki karşılığıyla pahalılık, döviz kurlarında yaşanan dalgalanmalar ve artışlar, faiz yahut örtmece anlamıyla kredi oranlarının ne olacağı sadece ekonomi çevrelerinin değil hemen herkesin gündemini teşkil ediyor. Konuya ilişkin her açıklama; nereden, kimden, hangi kurumdan veya kanaldan gelirse gelsin, ilgiyle takip ediliyor. Üstüne uzun yorumlar yapılıyor, öneriler dile getiriliyor, içi birtakım sevimsiz, anlamak için lügat gerektiren yabancı kelimelerle dolu teknik analizler ortaya konuyor.

Geçenlerde bu açıklamalardan birini dil icrası yönüyle dikkatle takip ettim. Üst düzey ekonomi yöneticisi konuşurken aldığım notlar arasında yabancı kökenli şu kelimeler var: “bilanço, döviz, endeks, finansal, kredi, kripto, kur, likidite, makroekonomi(k), mikroekonomi(k), parite, portföy, reel, reel sektör, rezerv, risk primi”. Bu kelimelerin çoğu, Türkçenin söz varlığına son yüzyılda girenlerden oluşuyor. İçlerinde, bilanço ve kredi gibi, az da olsa Türkçeyle teması XIX. yüzyıla kadar uzananlar da var. Notlarımın arasında özgün şekilleriyle telaffuz edilmiş “IMF (Ay Em Ef), PMI (Pi Em Ay), Yuro (Euro-Avro), Yurobond (Eurobond), Yuro bölgesi” vb. kelime ve kısaltmalar da yer alıyor. Bunlardan başka “emsal, faiz, görece, gösterge, mali, öngörü teşvik, yansı” gibi dilimizin kelime dağarcığına asırlar önce girerek Türkçe vasfı kazanmış alıntılar da bulunuyor, dilimizdeki hikâyesi oldukça yeni öz Türkçe misaller de. “Fiyatlama, sıkılaştırma, sıkılık, toparlanma” gibi yakın zamanlarda türetilmiş veya ekonomi merkezli yeni bir anlam yüklenmiş Türkçe kelimeler de boy gösteriyor. Sayın yetkilinin demecinde dikkatleri çeken durumlardan biri, neredeyse tüm dünyanın bildiği ve her gün belli bir sayıda muhakkak telaffuz ettiği “pandemi” kelimesi yerine Türkçedeki karşılığı olan “salgın” kelimesini kullanması. Bu tavır, alkışı fazlasıyla hak ediyor. Ancak her şeyiyle âdeta malımız hâline gelmiş olan “mali” kelimesinin yerine, getirildiği her kelimede eğreti duran uydurukça karakterli “-sal” ekiyle genişletilmiş “parasal”ın tercih edilmesi, takdire şayan bu tavra gölge düşürüyor. “Mali disiplin”in terk edilip “para sıkılığı” gibi dilimizin kurallarına uygun bir seçeneğe itibar edilmeden “parasal sıkılık”ın tedavüle sürülmesine sevinmek mi gerek, üzülmek mi?

Açıklaması 10 dakikadan az süren üst düzey ekonomi yöneticisinin konuşmasında geçen bu kelime ve sözler, ekonomi dilinin de -en az ekonominin kendisi kadar- düşünülmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Günümüzde ülkeleri, toplumları paranın yönettiği muhakkak. Fakat paranın her şey anlamına gelmediği, dahası satın alamayacağı değerlerin bulunduğu da bir gerçek. Dil bunların başında geliyor. Ayrıca dilin düşünceyi hem şekillendirdiği hem geliştirdiği hem de onun sınırlarını genişlettiği hatırdan çıkarılmamalı. Dikkatlerimizi sadece “pahalılık, fiyat artışı, para şişkinliği” anlamındaki enflasyona çevirmek, çabamızı bunun üzerinde yoğunlaştırmak bizleri ileride bazı acı gerçeklerle yüz yüze bırakabilir. Dildeki, dilin bir alt türü olan ekonomi dilindeki yabancı kelime enflasyonu ile dilimizde karşılığı varken, ısrarla yabancı olanları kullanma çabası da en az pahalılık kadar, para şişkinliği kadar tehlikelidir.

Ekonomiyi dış ve iç müdahalelerden muhafaza etmek kadar onun dilini korumak da asli görevlerimizden biri olmalıdır. Zira dil davası, Mehmet Kaplan’ın belirttiği gibi bütün davaların üstündedir. Peyami Safa, Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş, Nihat Sami Banarlı gibi ilim erbabının uğruna ömürlerini sarf ettikleri bu mukaddes dava, ekonomi dâhil, topyekûn seferberlik gerektiren bir meseledir.