Babasının yanı başına diz çöktüğünde 27’sine henüz ayak basmıştı. Doğum günüydü Elif’in. Her doğum gününde soğuk gri mermer altında yatan babasının yanında alırdı soluğu. Dertleşir, içini döker öyle giderdi gitmesi gereken yere. Aradan geçen beş yıl o ilk günkü acıdan hiçbir şey koparıp eksiltmemişti. Yüreğinin en narin yerinde kor halinde duruyordu hâlâ.

Erken mi yoksa geç miydi gidişi? Üzerine söylenecek her söz yüreğindeki kora su serpmeyecek; içini ferahlatmaya yetmeyecekti. Çok seviyordu babasını. Hiçbiryerdekiler[1] adlı tiyatro oyununda Sam’in söylediği:

Bak Cortinio ileride evlenir de çocuğun olursa onu hiç ihmal
etme olur mu? Onun her yaşının, her ayının, her günün
dahi kıymetini bil. Anlatacak hikâyeleri olsun evladının.
İleride ölürsen aklında, kalbinde ve anılarında seni yaşatacağı

hikâyeleri… Birlikte parka gittiğiniz, kaydıraktan kaydığınız,

salıncağa bindiğiniz, el ele kaldırımlarda yürüdüğünüz, hiç sebepsiz yere gülüştüğünüz günleri anımsatan hikâyeleri diyorum…

Unutacak biliyorum ama hiç olmadık bir anda hatırlayacağı

ona seni hatırlatacak hikâyeleri olsun…

sözleri haklı çıkarır bir geçmiş bırakmıştı babası. Elif’i ayakta tutan en güçlü dayanağı babasından miras aldığı anılarıydı.  

___ Merhaba baba. Bugün doğum günüm. Her zamanki gibi ilk sana geleyim dedim. Sana söz verdiğim gibi güçlü durmaya çalışıyorum. Bana bıraktığın, her ânı içimi ısıtan anılara sarılıyorum. Sıcaklığını hissediyorum senin. Beraber yürüdüğümüz yollarda sen varmışsın ve yanımdaymışsın gibi yürüyorum… Biliyorum baba… Hâlâ yanımdasın. Bırakıp gitmedin. Evet; ama işte görmeyince bazen işte ne biliyim… Üzülme sen. Ben hep güleceğim. Sen yanımdan hiç ayrılmadın. Anılarımızda tekrar yaşamaya devam edeceğim her ânı… Şey yani sana aslında bir şey söylemek için geldim. Hayatta olsan ne derdin, nasıl tepki verirdin bilmiyorum. Fakat senin de seveceğini düşündüğüm birinden bahsetmek istiyorum sana… Anladın değil mi hemen… Duyduğunda ilkin yüzünün hafif asılacağını görür gibiyim… Her kız babası gibi… Yani sen daha iyi bilirsin… Rahat konuşamıyorum baba. Anla işte… Çocukken bana sürekli “Kız babası olmak zor… Her an gözün gibi bak. Onunla ağla; onunla gül… Kıyama… Bir damla gözyaşına dayanama… Dünyanı karart… Sonra bir gün bir hıyar gelsin ve… (Hafif gözleri nemli gülmeye başlar. Gülüşü uzun sürmez)… İsmi Mehmet Feyzi… O kadar neşeli ve iyi yürekli ki baba… Sevmek bir insana bu kadar mı yakışır! Onun yüreğinde olmak cennete girmek gibi… Gözleri o kadar güzel ki… Annesinden almış… Yani müstakbel kayınvalidemden işte… Babasından bahsetmeyeceğim… Yok… Hayır… Kimse senin yerini tutmaz… Tutmayacak… Seni çok seviyorum baba… Önümüzdeki ay düğünümüz var… Mehmet Feyzi ile geleceğiz yanına… (Titrek dudaklarıyla) El öpmeye… 

Tutmaya çalıştığı damlalardan en ön sırada olan pat diye düşüverdi mermer taşına ayağa kalkarken… Avuçlarını açtı… Kesik kesik nefes alarak okudu Fatiha’yı. Elleri yüzünde “Amin” derken taşıverdi geride bekleşen tüm yaşlar. O gün yaş günüydü. 27. Yaş günü…         

 

 Yasar, Yakup. Hiçbiryerdekiler; Oyun Dışında Oyun. Gece Kitaplığı: Ankara, 2016.