Her şeyin en samimi yılları çocuklukta geçenidir. Her şeyi paylaşırsın; acıyı,tatlıyı,hatta yediğin elmayı. Sonra oyun esnasında tartışırsın, bağırır, çağırırsın derken sanki bu tartışmalar hiç olmamışçasın yeniden sarmaş dolaş olursun arkadaşınla. Yani o yıllarda kalbinde kırılganlığa,öfkeye,nefrete dair hiçbir şey yoktur.Çocukluk böyledir işte, bir kırılır bir barışılır hayatla ama asla dostluklarından taviz verilmez. Yıllar geçse de aradan, o dostluk anıları hafızalarımızın baş köşesinde yaşar durur hep tüm canlılığıyla.

Sonra gençlik yıllarında bambaşka bir kişiliğe bürünür insan. Bu kez kırılgandır ve basit gibi görünen bu kırılmalar eğer ki  boşluğu doldurulmazsa, nefret ve şiddet derecesinde artar ve tüm ruhu bir kangren gibi sarar. Dostluk ve sevgiden mahrum kalan kalplerde boşluğu internet tutkusu, sigara paketleri ve kahve köşelerinde nice faydasız alışkanlıklar doldurur. Dost artık onun için bir dal sigara yahut bir şişe bira veya bir bali kutusudur. İçtikçe keyiflenir ve bağlanır ona genç. Böylece özenilerek başlanan zararlı maddeler onları farklı mecraya doğru sürükler gider. O temiz ve dost canlısı  küçük yürek farklılaşmıştır artık. Hız tutkusu, şiddet merakı, hoşgörüsüzlük, hırsızlık, gasp gibi gayri ahlaki davranışlar onun kişiliğinin bir parçası olarak onun vazgeçilmez tutkusudur artık. Ne olduğunu ve ne amaçla yaşadığını dahi bilmeyen ve adeta canavarlaşan bir genç vardır karşımızda. 


Hep şikayet ederiz onları, hep içten içe kızarız öfkeleniriz onlara. Söylenirken hep şu soruyu sorarız kendi kendimize. Ne oldu bu gençlere?
Belli ki bir şeyler olurken, olanlara karşı, bu zamana kadar neden bu kadar kayıtsız kalındı. Neden olay kıvılcımken o kıvılcımları ellerimizle söndürme fırsatı varken söndüremedik. Hep bu ve benzeri sorular ve nedenlerle geçirilen hayıflanmalar. Yangın bacayı sarınca ve bize dokunmayan o yılanın gelip bizi sokmasıyla, başladık kendi kendimizi sorgulamaya.
İşte hayıflandığımız o genci, başta duyarsızlığımız sonra ilgisizliğimiz ve maalesef kendi önümüze ördüğümüz nice kalın duvarlarla bu hale getirdik. Neydi o duvarlar, yavrularımızı unutacak kadar niçin önemliydi. Hep iş dedik, yorgunluk dedik ihmaller zinciri içinde zamanla bu şiddet sarmallarına kurban verdik onları. Kendi işlerimizin verdiği ihmaller içinde büyüttüğümüz gençlerimizin kalplerine nefret, şiddet ve diğer gayri ahlaki mikropların girmesine sebep olduk. En büyük ihmali de  bu gençlerin, o boşluklarını iyi ve güzel değerlerle doldurulamaması hususunda yaptık. 


Gençlerin kişiliklerinde oluşan bu boşluğu, buhranlardan beslenen kan emicilere nasılda kolay terk ettik. Damarlarına kötülük enjekte edilen gençlerimiz zamanla bize ve içerisinde yaşadıkları topluma kin ve nefret kusmaya başladılar. Yüce Allah’ın bize en büyük lütuf olarak ihsan ettiği yavrularımızı artık potansiyel bir suç makinesi haline getirdik. Her gün yazılı, görsel medyada ve televizyon kanallarında şiddet haberlerine aşina olduğumuz günleri yaşamaktayız. Sigara içme yaşının ilkokul düzeyine düştüğü, internet salonlarının küçük çocuklarla dolup taştığı, suç oranlarının tavan yaptığı en vahim günleri yaşıyoruz. Gecelerin tekin olmadığı, güvenin sıfırlandığı, ahlaki değerlerin yozlaştığı zamanlardayız. Babanın evlada söz geçiremediği, beş lira için adam bıçaklandığı, haraççıların, hırsızların, gaspçıların aramızda cirit attığı bir ortamı yaşamaktayız. 
Ne kadar güvenlik önlemi alınırsa alınsın hatta her mahalleye birer karakol yaptırılsın, yeterli gelmez bu sorunu çözmeye. Birilerini yakalayıp kanun önünde cezalandırsan da, ertesi gün bir başkaları yerlerini alır ve aynı görevi yürütür sokaklarda.


Sorunun çözülmesinde bataklığın hangi ilaçla kurutulması gerektiğinin teşhisinin koyulması ile işe başlanılmalıdır. Bataklığın kurutulması içinde mutlaka ama mutlaka eğitim ve manevi terbiye şarttır. Kalplere Allah ve Resulü’nün sevgisini koymadıkça sevgiyle gönülleri yeniden kazanmadıkça bu bataklığın kuruması da olanaksızdır. 


Zamanında onları en verimli çağlarında ilim tahsiline, spora, sanata, edebiyata ve en mühim olanı da manevi terbiyeyle besleyemeyişimizdir yaşanan acılara sebep. Eğer ki besleseydik gençlik kaybolmazdı boşluklarda. Bu mikroplar o nazik bedenlerine bulaşsa bile ilgimizle ve sevgimizle kısa sürede tedavisi daha kolay olurdu. Beklide bugün yaşamış olduğumuz karmaşa ve tehlike bu boyutlara ulaşmazdı. 


Soruna nasıl sorumsuzluğumuz sebep olmuşsa, çözüme de yine sorumlu davranışlarımız çare olacaktır. Ailede başlaması gereken bu moral eğitimi buna paralel olarak okullarımızda ve çevremizde etkin bir şekilde ve de süratle yapılmalıdır. 


Böylece, nesillerimizin üzerine kabus gibi çöken bu tehlikeleri bertaraf edebilir; yeniden topluma faydalı olacak güzel erdemlerle donanmış aydınlık nesilleri yetiştirebiliriz. Bugün yarınlarımız adına daha güvenle bakabilmek adına hepimizin taşın altına elimizi ve dahi bu işe yüreğimizi koyma zamanıdır. Bugün hayıflanma değil bir şeyler yapma zamanıdır. Üstat Akif’in de dediği gibi bugün asıl olan; “Asımın Neslinin” yeniden inşasıdır. 
“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek! ”
ERDAL DEMiR