Babamı, saat 19:00 oldu mu ana haber ajansını izlerken bulurduk. Aldığı mutlu haberlerle gülümser, sunucunun okuduğu acı haberlerde üzülürdü.  Yedi sekiz yaşlarındaki bizler de onunla birlikte haberleri izlerdik. Ta o zamanlardan zihnime ve kalbime kazınmış iki isimdi, Yaser ARAFAT ve Şeyh Ahmet Yasin. 1984’lerde Filistin haberi geçtiğinde babamın hiçbir zaman gülümsediğini görmedik, hep üzüldü, İsrail’e lanetler okudu. Yıl 2014, ülkesinde  olanlara duyarlı bir her vatandaş gibi belli saatlerde,  ana haber bültenlerini izlemek, dinlemek için televizyon karşındayım. (Babam ile benim zamanım arasında değişenlerden birincisi   kanalların çokluluğu, ikincisi “Taraf olmayan bertaraf olur” kuralı gereği haber kanallarının da taraflarını almış olmalısıdır.) O yıllardan bu yıllara gelindiğinde değişen çok şey var,değişmeyen neredeyse iki  şeyden birincisi,  sunucunun okuduğu haberlerde acı gözyaşı ve ölümün yine  Filistin’e ait olması.İkincisi, acının, gözyaşının,sefaletin,açlığın,çaresizliğin  ve ölümün   adresinin  Müslüman coğrafyasında olması. Sürekli kan revan içindeki insanların Ortadoğu’da bulunması, çoluk çocuk demeden birilerinin her fırsatta Müslüman kanı dökmesi, buna karşılık İslam Coğrafyası‘ndan çeşitli giyeceklere  içeceklere,bineceklere  boykot gibi % 80’inin  katılmadığı ;çeşitli illerde, yine büyük bir çoğunluğun iştirak etmediği  gıyabi cenaze namazları kılanların görüntüsü.

O zamandan bu zamana kadar yine ana haber bültenlerindeki  değişmeyen  bu görüntüler  nedense,  hayali bir ülkede yaşanan şu olayı hatırlattı  bana.
Düşmanlar, ülkelerinin her bir tarafına saldırmaktadırlar. Düşman askerleri, çoluk çocuk,  genç yaşlı,  asker sivil demeden ülkedeki insanları öldürmektedir. Askeri alan, ev bark, hastane, postane demeden zamane uçakları ile çok tesirli bombalar bırakmakta. İnsan azmanı, vahşi, hak tanımaz; çirkinlikte aşağılıkta   “ben birinciyim” örneklerini sürekli vermektedir. Düşman ordusu son vuruşlarıyla artık ülkenin merkezine hücum etmektedir. Neredeyse ülkedeki tüm insanları yok edecek, bir nesli ortadan kaldıracak saldırılar yapmaktadır.  Devlet büyükleri daha önceleri de düşman saldırıları için birçok toplantılar yapmış, fakat düşmanın saldırılarını durdurmaya yetmemiştir. Aklı evvel birilerinin söylemesi ile devleti yönetenler son toplantılarına bir de eğitimci çağırırlar. Toplantıda devlet adamları, düşmanı durdurmak için başlarlar yine hararetli tartışmalara, tartışmanın en ateşli zamanında cılız bir ses duyulur eğitimciden ” Okul yaptıralım okul.” Ters ters eğitimciye bakan büyük adamlar yanlış duyduklarına sanarak, eğitimciden, söylediğini tekrar etmesini isterler hep bir ağızdan.
Eğitimci, daha yüksek sesle tekrar eder: “Okul yaptıralım okul .” sinirleri bozulur  her şeyi bilen adamların, eğitimciye bağırırlar çağırırlar olmadık  laflarla yerin dibine sokarlar eğitimciyi. Neden sonra aklı başında olan biri söz alır. “Durun bakalım arkadaşlar, açıklasın bakalım, neden düşman kapımızdayken, bizi mahvederken, son şehrimizi de elimizden almaya çalışırken neden okul yaptırmamız gerekiyormuş bir soralım, açıklasın bakalım.” deyince, herkes susar eğitimci konuşur;
“Okul yaptıralım çünkü, biz ve bizim nesil; devlete, toprağa ,vatana ,millete,insanımıza  sahip   olmanın önemini ;her alandaki gelişmenin ne kadar önemli olduğunu tam olarak anlayamamışız,kendi içimizdeki kavgaların, kısır çekişmelerin,ceviz kabuğunu doldurmayan  tartışmaların başkalarını değil bizi bitirdiğini; kurumlar yerine şahısları   yüceltmenin yanlışlığını ,Kuran’ı ve Peygamberi değerli kılmak yerine insanları yükselmenin zararını,  kardeşliği , bilimi, değerlerimizin yanında aklın önemini, her alanda çağımıza hazırlık yapmamız gerektiğini,zamane silahları ile ülkemizi düşmanlarımıza karşı korumamız gerektiğini kavrayamamışız....
İşte açacağımız bu okullarda olması ve olmaması gerekenleri gelecek neslimize anlatırız.Biz çektik ve  hala çekmeye devam ediyoruz. Hiç değilse hatalarımızı çocuklarımıza anlatalım ki onlar çekmesinler , onlar güzel bir ülke de gönüllerince yaşasınlar...”der.
Devlet büyüklerinin  başları önde, yüzleri kızarmış, dilleri söylemez bir halde.
Yüzyıllardır başta Filistin, Ortadoğu ve bizimde içerisinde yer aldığımız medeniyetin insanları  acıyı, gözyaşını, ölümü yaşamaktan bıktık artık. Acı, gözyaşı, ve ölümleri  ortadan kaldırmanın çözümünün sürekli başkalarını suçlamak, birilerine ağız dolusu sloganlarla bağırmak çağırmak,boykotlar,gıyabi cenaze namazları kılmak ,tarafsın değilsin ile birbirimize dalmak olmadığı görülmelidir.Temel fikrimiz şu olmalı ”Her alanda sanatta bilimde, edebiyatta , savaşta ve barışta başkaları  harekete geçince, onların yaptıklarını değerlendirerek:  Şunu yaptı,bunu etti, onu kırdı,şunu döktü.Şuna uymadı yaptığı, buna uymadı ettiği. Harekete geçenin ahretteki yerini belirlemek olmamalı düşüncemiz.
 Biz harekete geçmeli, biz bir şeyler ortaya koymalıyız. Biz üretmeli biz yapmalı ve biz  etmeliyiz. Biz harekete geçtikten sonra onlar yapsın gereksiz , etkisiz, boş konuşmaları, içini dolduramadıkları sloganları onlar atsın, avazları çıktığı kadar, çok da umurumuzda olmayacak yiyecek, içecek, giyecek boykotları yapsınlar.Yaparak ,ederek, üreterek ,birleşerek ,kısacası harekete geçerek  dünyayı yönetmeye aday olayım.Harekete geçerek, sevgi,saygı  hoşgörü, insana değer verme ile oluşmuş olduğunu hep iddia ettiğimiz  medeniyetimizi ortaya koyalım, hayata geçirelim.Onlar desinler bize , bizim teşkilatımıza,birliğimize,devlet adamımıza “Hey, insanlar eziyet çekiyor,yardım edin,İnsanlar ölüyor savaşı durdurun.”  diye.
Yanımdaki arkadaşım uyardı. Hop! Uyan! rüyalar aleminde yaşama! Nerelere gittin öyle!Gel Gel! 2014 yılındayız diye. Yüzyıllardır Filistin’e Ortadoğu ülkelerine,bize birileri “Okul yaptıralım okul” dememiş anlaşılan.  Devamı gelecek olan acıyı, gözyaşını, ölümü dindirebilmek için gecikmeli de olsa birileri çok güçlü bir ses tonuyla:”Okul yaptıralım okul.” diyebilmeli.