Uluslararası Üniversiteler Konseyi Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, Türkiye’nin bir asırdır önüne konan batılılaşma hedefinin yanlışlığının bugün keşfedildiğini belirterek, “Türkiye gibi dünyanın en önemli coğrafi, siyasi ve kültürel odak noktasında olan bir ülkenin hedefinde yakın ekonomik, diplomatik ve politik müttefikler içerisinde olduğu batılılarla batılılaşmalıdır. En önemli güçlerinden olan Rusya ve diğer kuzey ülkeleri nedeniyle kuzeyleşmelidir. İran ve diğer değişmez akraba, komşu ve tarihsel dost İslam kardeşlerimizle doğululaşmalıdır. İslam coğrafyasında bulunan tüm değerlerde ortak olduğumuz ülkeler ve dindaşlarımız nedeniyle güneyleşmelidir” dedi.

Yeni yayınlanan ‘Doğu’nun Değer, Kavram, Kültür ve İnançlarının Batı’ya Asimilasyonu’ isimli kitabının önsüzünde açıklamalarda bulunan Azizoğlu, Batılıların yabancı istilaya karşı direndikleri zaman bunun adına ‘vatanseverlik’ dediklerini, aynı tavır ve söylemi Doğulular yapınca bunun adına ‘yobazlık’ tanımlamasını yaparak, yabancı düşmanlığı algısı ile Müslümanları suçladıklarını ifade etti. 21. yüzyılda İslam’ın yeni bir yönelime ihtiyacı bulunduğunu kaydeden Azizoığlu, “Bu yönelimin ne olacağı, İslam ülkeleri bilim entelektüelleri tarafından oluşturulan ortak yaklaşım ile belirlenecektir. Yeni bilimsel gelişmeleri teşvik edebilen önemli din, geniş dünya görüşü sayesinde İslam’dır. İslam, evrenin sırlarının araştırılması ve yeni bilgilerin insanların refah ve mutluluğu için, kullanımlarına açılması için çağrıda bulunan önemli evrensel dindir. Zaman ve mekân giderek azalıyor. Yeni teknolojiler insanların zihniyetlerini yakalayıp geçiyor. Gençliğimiz tarafından araştırmacı sorular soruluyor. Bilim ve felsefe bir araya getiriliyor. Bu şartlar altında yeniden düşünmek için çok zamana ihtiyacımız var” dedi.

Bazılarının beşeriyetin Doğu ve Batı diye ikiye bölünmesinin bir gerçeği yansıtıp yansıtmadığını sorguladığını kaydeden Azizoğlu, “İçinde yaşadığımız zaman dilimi söz konusu olduğu sürece bu konu tartışma götürmez. Her şeyden önce Avrupa ve Amerika’nın ortaklaşa paylaştıkları bir Batı uygarlığının varlığını bu uygarlığa biçilen değer gezegenimizin tüm güç ve yaptırım olanaklarını elinde bulunduran bu blok, kendi kültür, değer ve kavramlarını yüksek kapital güçlerini kullanarak dünyayı kendi değerleri ekseninde asimilasyona zorladılar. Büyük oranda da başarılı oldular. Doğu kültür ve yaşam şekillerine gelince bir değil birkaç Doğu uygarlığı söz konusudur ama geleneksel dediğimiz uygarlığa ait bazı özelliklerin hepsinde ortak olması ve Batı uygarlığının aynı özelliklerinden yoksun oluşu Doğu ile Batı arasındaki ayrımın ve karşıtlığın sağlam ölçülere dayanması için yeterli gerekçelerdir. İslam ile Anadolu ve aile kavramının bize verdiği tüm insani ve İslami kazanımların yerine Batı değer, kavram, kültür ve inançlarına önce uyum, sonra asimilasyon etme tuzağına düştüler. Batılılaşmış Müslümanlar gerçek İslami yaşam ve düşünceleri bilmedikleri için isteseler de bu düşünceleri Batı’da yayamazlar ve asla evrensel bir uyum amaçları da olamaz. Bunların gerçek amacı bunun tam tersidir, yani Doğu’yu Batı’ya tüm değer, kavram, kültür ve inançlarıyla asimile etmektir” dedi.

Batılılaşmış ya da batılılaşmayı kazanım kabul eden kesimlerin Doğu’nun inanç, değer, kavram ve kültürlerinden arındırılıp aile kavramını söküp attıktan ve Doğu’yu Avrupa’da, Amerika’da kendilerine ezberletilen kuramlara uydurduktan sonra Batı’ya dönüp marifetlerini sergilemek peşinde olduklarını kaydeden Azizoğlu şunları ifade etti:

“Durmadan değişim adına değerlerle, kavramlarla, inançlarla oynamanın onları yok ederek ya da yozlaştırarak insanoğlunun geleceğini karartıyoruz. Batılılaşma olarak algılanan kavram etimolojik bakışla kabul edilebilinir. Modern dünyanın dinamiklerini Batı kültürü daha iyi özümsemişse bu sürece ‘Batılılaşma’ diyerek bir özdeşlik kurmak gayet mantıklı. Önemli olan ‘batılılaşma’nın algılanma biçimidir. Tanzimat’tan bu yana ivme kazanan bu süreci analiz ettiğimizde ‘öz’de değil ‘biçim’de bir Batılılaşma süreci yaşandığını müşahede ederiz. Tüm güç ve uygulamaları ile muhafazakar, hata çoğu yasa ve yapılanmalarında keskin Batı karşıtı ve sürekli Batı’dan tenkit alan antidemokratik bir sistem uyguladı. İşte bu noktada trajedi başlıyor. İnanılan şeyle icra edilen şey arasında doğal ve kaçınılmaz bir çatışma birey ve toplum hayatında kendini gösteriyor. Çağımızın belirgin özelliği olan zihni kargaşanın bir sonucu olarak Batı hayranlığı hastalık derecesine varmış, hatta sistem ve rejimler bile Doğu toplumları inanç, kültür ve değerlerine göre değil, Batı toplumları inanç değer ve kültürlerine göre dizayn edilmiştir.”

İnsanlığın daha iyi ve daha adil bir yola girmesi için dünya ve insanlık hakkındaki kavramsallaştırmamızı yeniden tanımlamaya gerek olduğunu belirten Azizoğlu, “Bunun tek sebebi, başka bir gezegende yaşam bulunana kadar üzerinde yaşayıp paylaşacağımız yalnızca bu gezegene sahibiz. Öyleyse kültür, yapı, din, ırk, açısından büyük farklılık ve ayrılıklarımıza rağmen daha adil ve mantıklı bir dünya oluşturmayı kendimize borçluyuz. İnsan ırkı olarak daha iyi bir dünya için birlikte çalışmak kendi çıkarımızadır. Ne kadar büyük farklılıklara sahip olsak da çok sayıda ortak noktaya da sahibiz. Bizi ayıran değil bir araya getiren yönlere odaklanarak daha iyi bir dünya oluşturabiliriz. Uluslararalılaşma ve küreselleşme dünyamızın bugüne kadar hiç görmediği ve yaşamadığı boyutlarda toplumsal değişime uğramasına yol açmıştır. Bu öylesine bir değişimdir ki, bundan önce yıllarca az gelişmiş toplumlarda sırf böylesi değişiklikler oluşturmak için harcanan ‘eğitme ve içselleştirme’ çabaları ve harcanan paraların yanında neredeyse kendiliğinden oluşan ve engellenemeyen bir olgudur. Bugün tüm ülkeler, uluslar, kültürler ve bireyler küreselleşmenin evrensel süreçlerinde yol almaktadır. Hiçbir aktörün bunun dışında kalması olası değildir. Yalnızca biraz geriden gelinebilir hepsi budur. Uluslararalılaşma genişletilmiş anlamıyla küreselleşme ve bütünleşme için önemli bir altyapıdır. Ulusal kültürlerin gelişiminin kaynağını oluşturan yakınlaşmanın özünü açıklamaktadır. İşte bu düşüncelerden yola çıkıldığında, İslam coğrafyası toplumlarının da uluslararalılaşma ve küreselleşme olgusu ile karşı karşıya kaldığı açıktır. Uluslararalılaşma, küreselleşme ve bütünleşmenin karakterini ortaya çıkarır. Bu kitapta anlatılan veya oluşturulan düşünce yapısı İslam toplumlarının tek hedefinin Batılılaşma olmamasıdır. Türkiye örneğini ele alırsak bir asırdır önümüze konan Batılılaşma hedefinin yanlışlığını bugün keşfettik. Türkiye gibi dünyanın en önemli coğrafi, siyasi ve kültürel odak noktasında olan bir ülkenin hedefinde yakın ekonomik, diplomatik ve politik müttefiklikler içerisinde olduğu Batılılarla batılılaşmalıdır. En önemli güçlerinden olan Rusya ve diğer kuzey ülkeleri nedeniyle kuzeyleşmelidir. Doğusunda bulunan İran ve diğer değişmez akraba, komşu ve tarihsel dost İslam kardeşlerimizle doğululaşmalıdır. İslam coğrafyasında bulunan tüm değerlerde ortak olduğumuz ülkeler ve dindaşlarımız nedeniyle güneyleşmelidir” dedi.